DİSK’in 50. yılını kutlamasına dair kaleme alınan yazılarda, yapılan konuşmalarda hep “demokratik sınıf sendikacılığı,” “sınıf sendikacılığı,” “sınıf ve kitle sendikacılığı” vurgusu vardı. Bir zamanlar evet, şu anda veya yakın geçmişte, HAYIR. Ne sınıf, ne kitle, ne de demokratik sınıf sendikacılığı sıfatını hak ediyorsunuz beyler. Kadınsız, sınıf, kitle, demokrasi olur mu?
DİSK 50. yılını geride bıraktı. Çıkışı ve temsil etme iddiasında olduğu kitle itibarıyla DİSK’i severiz. DİSK’in tarihi ekonomik, demokratik bazen de siyasi hak gasplarına karşı mücadele eden deli dolu bir işçi sınıfının tarihidir. Kuşak itibarıyla DİSK ve bağlı sendikaların grevine, direnişine katılıp halay çekip grev çayı içmeyenimiz hemen hemen yok gibidir. DİSK’in 50. yılı, Şişli Kent Kültür Merkezi’nde görkemli bir törenle kutlandı. Videolardan izlediğim kadarıyla emek ve zaman kokan kapsamlı bir programdı. Ellerinde bardak, neşeyle dans eden kadınlar vardı görüntülerde. Neşeyle dans eden kadınların, yani bizlerin, sendika üyelerinin veya DİSK’i seven kadınların ya da başka bir sendikaya bel bağlayan kadınların çoğu zaman erkekler tarafından programlanan ve onların istekleriyle sınırları belirlenmiş etkinliklerde dans etme, kırmızı karanfiller ve de hediyelere minnet ve şükranlarını belirtme dışında çok az bir görevleri olduğunu acı acı düşündüm. Bir kuşak kadın gidiyor, onların yerini başkaları alıyor ama bizim sendikalarda pozisyonlarımız pek değişmiyor. Sürecin dışına çıktığınızda sendikalardaki kadın çalışmaları gerçekliğini daha iyi anlıyorsunuz. Bir sendikada görece özerk kadın çalışması yapmaya çalışıp toplantılarda üzerinize üzerinize gelen erkek nüfusu gördüğünüzde, “Ben burada ne arıyorum?” sorusunu sorarken kendini konu mankeni veya vitrin olarak hissetmeyenimiz var mıdır acaba? Annesinin, eşinin, varsa kızının karşı cinse mensup olması dışında (valla kadınların regl olduklarını bile bildiklerinden emin değilim) , kadına ve kadın çalışmalarına dair herhangi bir ilgisi ve öğrenme isteği olmayan bu adamlara “Başganım siz ne derseniz kadın politikamız odur,” diyenlerimiz dışında, sanmıyorum. Hata yapıyorlar, hata yapıyoruz.
DİSK’in 50. yılını kutlamasına dair kaleme alınan yazılarda, yapılan konuşmalarda hep “demokratik sınıf sendikacılığı,” “sınıf sendikacılığı,” “sınıf ve kitle sendikacılığı” vurgusu vardı. Bir zamanlar evet, şu anda veya yakın geçmişte, HAYIR. Ne sınıf, ne kitle, ne de demokratik sınıf sendikacılığı sıfatını hak ediyorsunuz beyler. Kadınsız, sınıf, kitle, demokrasi olur mu? Ayrıca eyyy erkek sendika yöneticileri ve sendika politikalarının belirlenmesinde katkısı olan erkek uzmanlar! Kadınlardan öğrenmekten kaçınmayın, incileriniz dökülmez… Demokratik sınıf sendikacılığı veya sınıf sendikacılığı denilen şey, hükümetin siyasi ve iktisadi programına ve baskılarına karşı bildiri yazıp basın açıklamaları yapmak, az katılımlı eylemler örgütlemek, referandumlarda “hayır” demekle sınırlı değildir. Örgüt olarak, yapı olarak kendinizi bu söylediğiniz ilkeler doğrultusunda, değişen koşullarda yeniden ve yeniden inşa etmeniz de gerekiyor. 40 yıl öncesinin sendika akıllarıyla bu olmaz. Alanda karşınıza somut olarak kadınlar ve erkekler çıkıyor. Kadınlar, işyerlerinde erkeklerden farklı sorunlarla karşı karşıyalar. Koca dayağından cinsel tacize, ücret düşüklüğünden kısmi zamanlı çalışmaya, kadınların uğradığı cinsiyet temelli ayrımcılık çeşitleri var ve bunlara bağlı olarak talepleri de farklı. Bu taleplerin sendikal politikalara yansıması gerektiği gibi, sendika içinde kadın politikasını uygulayacak yapıların kurulması da artık şart, şart, şart. Toplumun, sınıfın yarısını oluşturan bir cinsiyeti hesaba katmaksızın ne demokratik olabilirsiniz ne de yaptığınız sınıf sendikacılığı olur. Dünyada sizinle aynı iddiayı paylaşan, sol ve sosyal demokrat sendikalara bakın, içlerinde cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayan kadınlar dışında özel ayrımcılığa uğrayan kesimlere dair de (genç işçiler, göçmen işçiler, yaşlı işçiler, LGBTİ) grup örgütlenmeleri barındırıyorlar. Saydığım kesimlerin yönetimlerde ve sendika organlarında, düşük ya da daha yüksek oranda temsiliyetleri söz konusu. Öyle kuru kuru, demokrasi, sınıf ve kitle sendikacılığı olmuyor beyler.
Komisyon olmadı etkinlik verelim
Olcay Büyüktaş, kutlama izlenimlerini paylaştığı yazısında, Birleşik Metal, Nakliyat İş, Sosyal-İş ve Lastik-İş’in salonda olmadığını, dolayısıyla işçi sayısının çok az olduğunu yazmış. DİSK kongresini hatırlayanlar, bu sendikaların, DİSK içinde kadın komisyonları kurulsun diye bazı kadınların verdikleri teklifi reddeden sendikalar olduğunu bilirler. O zaman bu iş tartışılırken “Biz kadın çalışmalarına değil grup yapıları üzerinden önümüze getirilen kadın önergesine karşı çıktık, yoksa biz sendika içi kadın çalışmalarına karşı değiliz, sendikalarımızda daha iyisini yapacağız” dediklerini duymuştuk. 2016 Şubat’ından bu yana bu sendikalar ne yaptılar Allah aşkına? Sendikalarında kadın komisyonu mu kurdular, kadın politikası mı oluşturdular, kadınlara dair 8 Mart, 25 Kasımlar dışında bir etkinlik mi yaptılar, eğitim mi verdiler, yönetimlere, organlarına kadın aldılar da biz mi bilmiyoruz, kadın temsilcilerin sayısını mı artırdılar?
Bu sendikaları dışlayan bir yönetim ittifakı yüzünden, kadın önergesini destekleyen sendikalar, peki onlar ne yaptılar? DİSK’te kapsamlı bir kadın çalışması oldu da bizim haberimiz mi olmadı? DİSK’in şu anda reddedilen kadın önergesi nedeniyle, tüzükle tanımlanmış bir kadın yapısı yok. Kadınların fiili olarak bir araya gelmesiyle geçici komisyonlar üzerinden, uluslararası sendika fonları ile ya da kadınların kişisel gayretleriyle bir iki kadın eğitimi dışında, herhangi bir şey yapılmadığını biliyoruz. DİSK bir yana, bu sendikalar da kendi bünyelerinde kadınlardan oluşan kadın komisyonları gibi yapılara sıcak bakmıyorlar. Kadın yapısı üzerinden kadın politikası oluşturup sendikal demokrasinin tıkanan ana damarlarını açma yerine tercih ettikleri tutum, o olmaz ama bakın sizin için ağzınıza layık neler planladık; 8 Mart’ta şunu, bunu ve hatta bunu bile yapacağız. Yani DİSK içinde, en tepedeki kadrolardan, bağlı sendikaların tepe yönetimlerindekilere kadar gözlemlediğim kadarıyla solcu adamlar “Ey kadınlar siz yeter ki karışmayın, siz ne istiyorsanız biz onu sizden daha iyi bilip, sizin adınıza yaparız,” diyorlar. 8 Mart dolayısıyla geçtiğimiz günlerde Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu (SGBP – KK) içinde, beş yıl ortak politika yürüttüğümüz iki kadın arkadaşım aradı. “Sendika başkanlarının kendilerine 8 Mart’ta neler yapacaksınız diye sorduğunu” söylediler. Bakın, kadın çalışması yapmış kadınlara soruyorlar, neler yapalım, diye. SGBP – KK hiç olmazsa bunu başarmış diye sevindim, inanın. 14 yıllık mücadeleden sonra insan bu kadar küçük şeye sevinir mi? Alın 8 Mart programınız bu, uygulayın demiyorlar, en azından. Devrimci olanlardan kadınlar için daha eşitlikçi bir tutum beklemek belki de bizim yanılgımız.
Erkek sendikacıların ve uzmanların sendikal demokrasileri, sınıf tavırları, ‘toplumsal cinsiyet’i kapsamıyor hala. Öğrenecekler. Acaba ne zaman öğrenecekler? Ama sendikalarda çalışan kadınların da “Sizin erkekler şöyle, bizim erkekler böyle,” ayrımı yaparak ortak davranamamaları bir handikap. Kızkardeşlik denilen şeye inanmam, fakat sendikada çalışan kadınlar kadar birbirleriyle körlemesine rekabet eden bir kadın kesimine de rastlamadım şimdiye kadar. Erkeklerin rahat hareket etmelerinde, bu grup yapıları üzerinden birbiriyle sürekli kavgalı kadın kesiminin de elbette payı var. 8 Mart’a yaklaştığımız şu sıralarda her alanda kadın dayanışması tesis etmekten başka çaremiz yok, bir kez daha vurgulamak boynumuzun borcu. Lütfen artık koroda yer almakla yetinmeyip hep birlikte yönetim kademelerinde bulunmak için de uğraş verelim…