Erkek romancılarımız “bildungsroman” türüne fazla itibar etmezken kadın romancılarımız kadın kahramanlarının olgunlaşma hikâyelerini yazmayı önemsemişlerdir.

Yelena Bryksenkova

Kadınların kaleme aldığı büyüme/bilinçlenme romanlarından oluşan listemizin ikinci bölümüyle karşınızdayız. İlk liste dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı dillerde yazılmış kişisel olgunlaşma anlatılarını içeriyordu. Paylaştığımız bu yeni listede Türkiye’de kadınlarca yazılmış kadın “bildungsroman”ları var.

Eleştirmen Jale Parla’ya göre, Türk romanında erkek yazarların “bildungsroman” türünde kaleme aldığı örnekler azdır: “[E]rkek yazarlar erkek kahramanlarını hep olgunluk dönemlerindeki serüven ya da sorunlarıyla anlatmışlardır. Sanki bu erkekler olgun doğmuşlardır, sanki hesaplaşacakları bir kişisel tarihleri, doğru yanlış seçimleri yoktur.” Buna karşılık, “kadın yazarlarımız kadın kahramanlarının çocukluklarından başlayarak nasıl, hangi etkiler altında, nelere direnip nelere direnemeyerek, hangi kimlik bunalımlarından geçerek olgunlaştıklarını anlatmaya özen göster”mişlerdir.[1]

Hepsi eserleriyle yaşasın, okurları bol olsun diyerek listemize geçiyoruz:

Çocukluğun Soğuk Geceleri – Tezer Özlü

Tezer Özlü’nün kısa, açık sözlü, otobiyografik romanı: “Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var.” Tezer Özlü’nün anlatısı, yaygın bir biçimde “şahsi ve kırılgan” olarak tanımlanıyor olsa da feminist okumalar onun aslında ne denli “politik ve cesur” olduğunu açığa çıkardı.  Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde ölüm düşüncesi, yaşama arzusundan kopamıyor. Ev içi sıkıntısı, kentsel kasvet, uzak ülkelere duyulan özleme evriliyor. Kız çocuklarının cinselliği, saygın bir psikiyatri kurumunda kadın hastaların maruz kaldığı tacizler gibi -bugün bile tabu sayılabilecek- temalara değinme cesaretini göstermiş Tezer Özlü.

Sevgili Arsız Ölüm Latife Tekin

Köyden kente göç eden kalabalık bir ailenin en küçük kızıdır Dirmit. Tuttuğu defterlere şiirler yazar; zekidir, meraklıdır, asidir. Yüzünden parmak izleri eksik olmaz bu sebeple. Kendisinden iki yaş küçük kardeşinin “kadına gittiğini” duyunca, niye ben de erkeğe gitmiyorum diye kafasına takar. Defterleri yırtılıp şiir yazması da yasaklanınca dama çıkar ve oradan evlerin içini görebildiğini iddia eder. Evlerin, denizin, yolların önemli bir sır sakladığına; sırrını ifşa etmek istemeyen kentin onu bile bile korkuttuğuna karar verir. Sevgili Arsız Ölüm, Latife Tekin’in kendi yaşamından ve Latin Amerika kökenli büyülü gerçekçilik akımından izler taşıyor.

Run Gülüzar Run – Ayşegül Kocabıçak

Kapak tasarımı romanla ilgili pek çok şey anlatıyor aslında; sandaletin içine uzun, koyu renkli çoraplar giymiş bir kız çocuğu… Ya “artık genç kız oldun, erkekler bacaklarına bakar” gerekçesiyle, büyükler tarafından yaz sıcağında çorap giymeye zorlanıyordur ya da havalar soğumuştur ama ailenin ayakkabı alacak parası olmadığı için sandaletle idare ediyordur. Hikâye Gülüzar’a ait olduğu için her ikisinin de geçerli olma ihtimali var. Ayşegül Kocabıçak romanı, 1987’den başlayıp on yıllık sürece yayılan günlükler şeklinde kaleme almış. Tek bir anlatıcıya bağlı kalmanın sakıncalarına rağmen Bursa’nın bir işçi mahallesinde yoksullukla katmerlenen dinsel ve patriyarkal baskıları, Gülüzar’ın ruhsal ve bedensel gelişimini, sadece günlüğüyle paylaşabildiği sessiz isyanını başarıyla betimleyen, sıcacık bir roman.

Eşik – Irmak Zileli

Sosyalist lider kadrodan “sıradışı” bir ailede büyüyor Eylül. Babasıyla dayısının tartışmalarında sürekli bahsi geçen Stalin’in bir çikolata markası olup olmadığını merak ediyor. Neden sürekli ev ve isim değiştirdiklerini, babasının misafir gelince neden arka odaya saklandığını da… Biraz daha büyüyünce “baba” ile “dayı” arasında şiddetlenen siyasi fikir ayrılığının özel alana nasıl yansıdığını, kendi hayatını nasıl etkilediğini sorgulayacak. Benzer sorunları yaşayan annesiyle kurduğu duygudaşlık da yardım edecek Eylül’ün güçlenmesine… Irmak Zileli’nin otobiyografik anlatısı ilk romanların genel zaaflarını taşımıyor; sanki deneyimli bir romancının elinden çıkmış. Eşik, Türkiye’de sol-sosyalist hareketin erkek egemen karakteri üzerine de pek çok şey söylüyor.

Bitirgen – Figen Şakacı

Hemen her çocuk bir an önce büyümeyi arzular; ne var ki Bitirgen -belki de yetişkin bir kadın olmanın getireceği zorlukları sezdiği için- büyümemekte direnen, inatçı mı inatçı bir kız çocuğu… Figen Şakacı, 12 Eylül’ü arka plana alarak günlükler halinde kurguladığı Bitirgen’in hikâyesini, Pala Hayriye ve Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? romanlarıyla bütünlemiş: “Üçlemenin sonunda büyümenin o kadar da matah bir şey olmadığını, içimize düşen kurtların yıllar içinde bizi yiyip kuruttuğunu yazdıkça, yaşadıkça daha iyi anladımdiyor. “Herkes bir an önce önemli olmak derdinde. Bu hal beni de Hayriye Hanım’ı da fena bozuyor! Büyüdükçe ‘bir şey’ oluyoruz ve o şeye uygun yaşayarak, şeyleşip gidiyoruz. Oysa insan en ham hâliyle hayvanlığından ödün vermemeli!

Babam Yalnız Öldü – Pamuk Yıldız

Büyümek Zeynep için neredeyse bir kâbus. “Büyümemeliyim ki beni kocaya vermesinler” diye düşünüyor. Yaşadığı evden kendisini kurtaracak bir mucizenin hayalini kurarken “annemi bırakamam, ben gidince babam annemi daha çok döver” diye endişeleniyor. “Dayak yemek, dayak seslerini dinlemekten daha iyi. Araya girip annemin boynuna sarılıyorum, tekmeleri paylaşıyoruz (…) Ayağımız yalınayak, dışarıda kar var. [Babam] kapıyı açıp kolumuzdan ikimizi de karın içine savuruyor.” Annesi, ancak Zeynep okuyup doktor olursa kurtulacakları inancında. Ne var ki şiddet yeri geliyor baba/koca suretinde, yeri geliyor asker/polis üniformasıyla dikiliyor kadınların karşısına. Zeynep 1980 darbesinden sonra, henüz çocuk sayılacak bir yaşta işkenceden geçirilip Mamak Cezaevi’ne kapatılacak. Yedi yıl aradan sonra dönebilecek evine.

Arıza Babaların Çatlak Kızları – Ayten Kaya Görgün  

Ayten Kaya Görgün’ün ilk romanı Arıza Babaların Çatlak Kızları’nı, yine Ayizi Kitap’tan Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda izledi. Romanlar birbirinin devamı olmasa da, aynı sokakları arşınlayan ve komşu evlerde büyüyen kızları anlatıyor olması bakımından birbirini bütünlüyor. Anlatılan, üç kuşaktan Alevi Kürt kadınların, kentin çeperinde iç göçle konumlanmış bir mahallenin, evde bile konuşulması baba tarafından yasaklanan bir dilin hikâyesi aynı zamanda. Yazara göre, dil ve kültürel aktarım, bilinçle olmasa da sezgisel olarak kadınlardan kadınlara, annelerden kızlarına ve torunlarına geçiyor. Kentleşmenin getirdiği onca değişime rağmen erkekliğin nasıl bâki kaldığını, güçlü bir mizah duygusuyla aktarıyor Ayten Kaya Görgün.

[1] Parla, Jale. “Tarihçem Kâbusumdur! Kadın Romancılarda Rüya, Kâbus, Oda, Yazı.” Kadınlar Dile Düşünce. Der. Sibel Irzık ve Jale Parla. İstanbul: İletişim Yayınları, 2011. 179-200.

 

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.