Cemre Baytok / Hazal Özvarış / Selime Büyükgöze
Arzu Yayıntaş ve Güneş Terkol’un 2015’ten beri annelik ve doğurganlık üzerine yaptığı atölyelerin bir devamı niteliğinde olan “Bize Ait Bir Oda” sergisi, doğurganlık, annelik ve dişil döngüleri kadın bakış açısı ile ele alıyor. Yirmi iki sanatçının resim, desen, video, fotoğraf, heykel, enstalasyon, illüstrasyon ve performans gibi farklı disiplinlerden çalışmalarının yer aldığı serginin küratörü Arzu Yayıntaş, konsept geliştirme ve sergi tasarımında Güneş Terkol ve Sevil Tunaboylu ile birlikte çalışmış. Kadının kendi doğumu, regl, doğum yapmak, düşük, kürtaj, biyolojik saat ve menopoz deneyimleri hakkında hazırladıkları soruları paylaşarak bu konuda çalışmak isteyen sanatçılara çağrı yaparak sanatçıların işbirliği ve katılımını sağlamışlar. Aynı sorulara kendi çevrelerindeki ve internet aracılığıyla ulaşabildikleri kadınların verdikleri cevaplardan oluşan kitap ise serginin bir parçası.
Bize Ait Bir Oda sergisi 4 Haziran 2017 tarihine kadar Pazartesi ve Salı günleri hariç 11:00 – 19:00 saatleri arasında ücretsiz olarak Ark Kültür’de ziyaret edilebilir.
Arzu ve Sevil ile annelik, kadınlık deneyimi ve sergideki işler hakkında konuştuk.
Selime: Hem sergi hazırlığında, hem sergi öncesinde sanatçılar dışında kadınlara da ulaştığı ve feminist gruplarla yardımlaşıldığı için üretim sürecini, kadınlara gönderdiğiniz sorularla birlikte, konuşmaya başlayabiliriz.
Arzu: Aslında süreç benim anne olduktan sonra eve hapsolduğumu hissetmem ve alternatif annelik modelleri arayışına girmem ile başladı. Güneş’e (Terkol) doğurganlık üzerine atölyeler yapma fikri ile gittim ve 2015’te beraber kadınlar ile annelik, doğurganlık, doğurmama kararı ve annelik biçimleri üzerine konuşmak ve üretmek üzere atölyeler yapmaya başladık. Birkaç atölye yaptık. Hedefimiz üretim odaklı atölyeler idi ama kadınların bu konular üzerine o kadar çok konuşma ihtiyacı varmış ki saatlerce konuştuk. Her kadının deli gibi anlatacağı şey vardı. Sonra bir süre atölyelere ara verdik. Ardından Sevil grubumuza dahil oldu. Bir gün ortak mail grubumuza “Biyolojik saat var mı? Tik takları mı duyuyorum yoksa?” başlıklı bir mesaj attı. Bunun üzerine Sevil’i de grubumuza davet edip biyolojik saat üzerine beraber düşünmeye başladık.
Cemre: Mesaj attığı grup kim?
Arzu: Kırmızı Kart diye bir grubumuz var, artık çok aktif değil ama mail grubu olarak duruyor. Orası bizim etkileşime geçtiğimiz, güvendiğimiz kadın sanatçılardan oluşan bir grup.
Cemre: Sergideki sanatçılar bu gruptan mı?
Arzu: Gruptan birkaç tane insan var ama hepsi oradan değil. Soruları bu gruba da gönderdik, herkes cevap vermedi. Sevil ile bir araya geldikten sonra bir iki atölye daha yaptık. Bu atölyelerde de kadınların konuşma ihtiyacı daha baskın oldu. Sonra dedik ki “Bunu üretime dökmek için önümüze bir sergi hedefi koymamız lazım.” Ama bu noktada da Sevil “Herkesin bu kadar anlatacak şeyi varsa başlıklar altında sorular çıkaralım ve kadınların deneyimlerini toplayalım. Bırakalım kadınlar anlatsın” dedi. Soruları dişil döngüleri de dahil ederek kurguladık. Kadının kendi doğumuyla başlatıp ilk reglde neler yaşadığını, onunla beraber pms’i (regli öncesi sendromu) sorduk. Doğum, kürtaj, düşük, biyolojik saati sorguladık ve soruları en son menopozla bitirdik. Soruları gönderirken de kadınlara “Bir ‘Ay Çadırı’ kurgulayacağız, buraya dair atölye, proje önerileriniz var mı?” diye sorduk. Bunu sadece sanatçı kadınlara değil, herkese yönelttik. İlgilenen sanatçıları, paylaşımda bulunanları “Biz bir sergi yapıyoruz, sen de dahil olmak ister misin?” diyerek davet ettik. Kimisi davetimizi kabul etti, kimisi 13 sene önce yaptığı ve yastığının altında sakladığı işleri sergi için çıkardı. Böylece karşılıklı etkileşimle oluşmuş bir sergi oldu. Bu anlamda yöntem olarak içimizin rahat olduğu kolektif bir şekilde oluşmuş bir sergi. Sergi kurmada genelde hiyerarşik bir yapı uygulanıyor. Küratör seçen ve son kararı veren bir karakter olarak ortaya çıkıyor. Bu sergide seçen ve seçilenin olmadığı daha yatay bir yaklaşım kurgulamaya çalıştık.
Hazal: Bir söyleşide sanırım Özgül Arslan’ın “Sağ Beni” isimli videosu hakkında konuşurken bu işi sergileyecek bir sergi olmamış demiştiniz.
Sevil: O bahsettiğin söyleşi genel bir söylem üzerineydi. Biyolojik saat, doğurganlık, annelik gibi dişil döngüler kadınların hayatlarının merkezinde olmasına rağmen pek de konuşulmayan, sanat objesi olarak sergilenmesi tercih edilmeyen konularmış gibi geliyor. Ben öyle gözlemliyorum.
Arzu: Şöyle olabiliyor mesela, bir sanatçı bir konuda bir iş üretip onu sonuçlandırmıyor çünkü onu sergileyebilecek bir platform olmadığını düşündüğü için onu nadasa bırakıyor. Sergideki bazı işler 13 sene sanatçının arşivinde zamanının gelmesini beklemiş. Alan açılmamış ki ortaya çıksın.
Hazal: O zaman bu konularda yastık altında kalan daha çok iş mi var?
Arzu: Herhalde vardır.
Sevil: Vardır tabii, neler neler vardır.
Arzu: Etkileşime geçemediğimiz çok sanatçı var. Aslında soruları gönderirken “Bunları etrafınızdaki kadınlara da gönderir misiniz?” demiştik. Ama birçok kadının haberi olmamış, o yüzden de bu mevzularda muhtemelen yastık altında daha çok iş vardır.
Selime: Sergilenen işlerden Oda Projesi’nin duvar yazılarında hem insanların işinden çok çocuğunu sorma ya da erkek sanatçılardaki gibi çocuğu yokmuş gibi davranma vurgusu çok vardı. İş üretmemek, o işin nerede gösterileceği ile beraber çocuğunu saklamak meselesiyle de birlikte geliyor mu? Anne ve annelik ile ilgili bir şey üretme o açıdan da daha saklanmak istenen bir konu mu?
Arzu: Evet, mesela hamileyken ortada gözükmek istemeyen sanatçılar var. Ben karşılaşmadım ama çocuk yaptıktan sonra “Senin işin, üretimin bitti, sen ikinci çocuğu da yapar evinin kadını olursun artık” gibi sözlerle ayrımcılık yaşayan kadınlar var. Sanatçının kariyerinde bağlantıların ve insan ilişkilerinin önemli bir rolü var. Kadın sanatçı çocuğu olunca açılışlara ve sanat etkinliklerine daha az gidebiliyor ve bir sene çocuk bakımı işi nedeniyle ortadan çekiliyor ve unutulmaya yüz tutabiliyor. Diğer bir kısıtlama ise anne olan sanatçının yurt dışı olanaklarından faydalanamaması. Yurt dışına gidip residence’lara katılman gerekiyor, gidemiyorsun çünkü bebekle ya da çocukla gidebileceğin yerler değil, o imkan sunulmuyor. Bir de her ne kadar kadın sanatçılar daha aktif olsa da ve çok önemli işler yapsa da özünde erkek egemen bir söylem hakim sanat dünyasına. Erkek sanatçıların satış fiyatlarına baktığınızda çok daha yüksek olduğunu görüyoruz ya da sanat kurumlarının yaptığı solo sergilere bakarsak baskın olarak erkek sanatçılar yer alıyor. Utanmasalar sadece erkek sanatçılara solo sergiler açacaklar. Artık kadın sanatçılar olarak bu eşitsizliğe daha yüksek sesle dillendirmeye başladık. Bu yüzden bu yaklaşımlarını da değiştirmek zorunda kalacaklar çünkü kadın sanatçılar olmadan kurdukları dünyanın bir anlamı yok.
Oda Projesi’nin işi sanat dünyasındaki kadın ve erkeklerin kendileri ebeveyn olduktan sonra hayatlarında nelerin değiştiğine dair çok güzel bir iş. Özellikle annelerin yaşadıkları kısıtlamalar açısından yazılanlar önemli belgeler. Mesela geçen gün çocuklarla beraber Güneş’in açılışına gittik. Çok radikal bir yaklaşımmış gibi karşılandı. Sadece sanat dünyasında da değil, birçok ortama çocukla girmek kolay değil. Kadın olarak sanat dünyasında her zaman önyargılarla mücadele etmek zorundasınız. Erkek gibi çizmek diye bir güzelleme bile var.
Sevil: Benim lisede ve üniversitede başıma gelen bir şey bu. İyi desenim var. Hocam da bunu söylüyor ve beni şöyle pışpışlıyordu: “Senin erkek bileğin var, sen ustasın.” İlk lisede duyduğumda bunun iyi bir şey olduğunu hissettim çünkü bir iltifattı. Ama zamanla bunun gibi şeyler görmeye başladıkça ve arkadaşlarım da yaşadıkça tabii ki bu beni rahatsız etti.
Bir müzikolog arkadaşım da akademide asistan, hocası ona yıllarca baskı uyguladı “Doğurmayacaksın, evlenmeyeceksin di mi? Sonsuza kadar benimle çalışacaksın di mi?” diyerek. Bazıları o akademilerde erkekleşmeyi seçerek yol alıyorlar, bazısı da hayat boyunca mücadele ediyor.
Arzu: Bazı sanatçılar, profesyonel olduklarını göstermek için anneliğini ve sanatçılığını ayrı tutup anneliği konuları arasına almak istemiyor.
Sevil: Ya da bu konuları ele alan sanatçılar da işlerini gösterecek alan bulamıyor. Muhakkak kadınlar üretiyorlar, bir yerde topluyorlar ve gün yüzüne çıkmaları zaman alıyor. Ama sonuçta ortaya çıkıyorlar. Bu devran elbet dönecek.
Hazal: Sergideki işler arasında en çok aklıma takılanlardan biri Ay Çadırı’ndaki “Anne olmak” listesi oldu. Artıları bölümünün başındaki ‘karşılıksız sevgi’ yazısı, anne vs. de olmayan biri olarak bana artı gibi gözükmedi.
Arzu: O aslında insanların annelik üzerine söylediklerinden toplanmış bir liste. Karşılıksız sevgiyi herkes artıya koyuyor. Benim annem de bunu söylüyor. Ama ben mesela o karşılıksız sevginin tam olarak ne olduğunu anlayamıyorum. Çocuğun bana olan sevgisi mi yoksa benim ona olan sevgim mi bilemiyorum.
Cemre: Çıkarsız mı demeye çalışılıyor acaba?
Sevil: Ben buna hiç inanmıyorum. Anneler sürekli bizden bir şeyler istiyorlar.
Arzu: Geçen biri “Sen o kadar çabalıyorsun ama yarın bir gün o seni görmeyecek, bakmayacak” gibi şeyler söyledi. İnsanların aslında bir beklentisi var, “Yaşlanınca sana bakar” diyenler de var. Karşılıksız sevgi, annelerle çocuk sahibi olmak üzerine konuşmaya başlayınca her zaman listenin ilk sırasında yer alıyor. Kutsallaştırılan anne imgesinin bir uzantısı herhalde. Ama o sevgi karşılıksız mı, emin değilim.
Selime: Sergiyi gezdikten sonra genele baktığımda, sergide daha çok anneliğin biyolojik kısmı ele alınmış gibi geldi. Bu durumda biraz da döngü meselesinin etkisi var herhalde ama onun dışında da süreçlere dair paylaşılanlar aslında anneliğin biyolojik olarak ne kadar zahmetli bir şey olduğuna, uykusuz kalmak, cinselliğin azalması, daha az eğlence gibi yine biyolojiye vurgu yaptığını düşündüm. Bir de annelik, anne olduktan sonrası ile var bir mesele olarak; sizin anneleriniz yok örneğin sergide, sizlerin kendi annelerinizle kurduğunuz ilişkiyi pek göremedim. Daha çok sizden beklenen annelik üzerinden şekillenmiş gibi geldi bana sergi.
Arzu: Ay Çadırı’nın “Alaca Heyheyler” kitabında hepsi var aslında. Sorduğumuz sorular arasında bir doğum sorusu var, kendi doğumlarını sorduk insanlara, biraz da annelerini anlatsınlar diye düşündük. Kendi doğumunu konuşmak annenle etkileşime girmek anlamına geliyor. Annelerimizle etkileşime geçtiğimiz başka işler de var sergide. Mesela Seçil’in işi kendi annesiyle ilgili, o tabloda annesi Seçil’i yapmış ama çok değişik bir pozla, yere bakarken çizmiş. Bu resim Seçil’in evinde uzun süre durmuş ve yerini tam bulamamış. Seçil bu portre üzerinden annesine bakıyor ve sonra da anneannesine resmine geçiyor. Bir fotoğraf var portre ile birlikte, mutlu bir aile fotoğrafı gibi ama Seçil’in anneannesi elini böğrüne koymuş. Seçil de o ele takılmış, fotoğrafı tarayıp ananesinin elini ve yüzünü büyütmüş. Ananesinin o fotoğraf anında ne hissettiğini yakalamaya çalışıyor. Bir kızın annesine, onun annesinin annesine, kızın anneannesine bakışının bir denemesi. Devam eden bir iş olarak görüyorum bunu. Bir de Nurcan’ın “Kestik Bitti” isimli video yerleştirmesi var. Bu videoda Nurcan annesine bizim 7 sorumuzu soruyor ve onun cevaplarından bu videoyu yapıyor. Yani bu iş salt Nurcan’ın annesine bakışı ve onunla bu konular üzerine etkileşime geçmesi üzerine zaten video da Nurcan’ın yıllar sonra annesinden geri aldığı göbek bağı ile birlikte sergileniyor.
Selime: Ben anneliğin, kadınların daha ziyade biyolojisine yaptıklarını temel alan bir yaklaşım olması yönünde bir izlenim edindim sergide.
Cemre: Evet anneliğin ne olduğuna dair imgelerin hakim olanı sanırım biyolojik karşılıkları. Annelik deyince kadın bedenine neler olduğu çok temel bir tema sergide.
Arzu: Düşük, regl, kürtaj, hamilelik hepsi biyolojik, bedene neler olduğuna dair şeyler aslında.
Cemre: Anneliği oluşturan şeyler arasında mesela erkekler, babalar, aile, iş hayatı meselesi, devlet politikaları filan da var. Ya da ne biliyim somut örnek olarak mutfak eşyaları var kadınlar üzerinde annelik baskılarını üreten yani biyoloji dışında başka ele alınabilecek temalar var.
Arzu: Sergide bu temalarda işler de yer alıyor aslında. Mesela Sezgin’in işi bunlardan biri. Sezgi ürettiği düşünen kadın heykeli ile bir annenin hayatında çeşitli kısıtlamaları gösterecek şekilde kurgular oluşturup fotoğraflamış. Bu devam eden bir fotoğraf serisi. Bir fotoğrafta mutfak eşyaları arasında sıkışan düşünen kadını görüyoruz. Bir diğerinde düşünen kadın çatıya çıkmış. Karşı apartmandaki kadını mı gözetliyor yoksa atlayıp kaçmayı mı düşünüyor bilemiyoruz.
Benim takım çantası işim de bedendeki değişimin yanı sıra doğum kontrol yöntemleriyle, kadının bedeni üzerinde kurulan hakimiyet ve kadının bedenine yabancılaşması ile de ilgili. Kadın için bu kadar doğum kontrol yöntemi geliştirirken, erkekler için bir tek prezervatif var. Bilim dünyası da kadının bedenini ve hormonlarını oynanabilir olarak görüyor, erkek bedeni ise dokunulmazlığını koruyor. Bu işle doğum sonrası, özellikle lohusa döneminde yaşanan sıkışmayı ve bedenden yabancılaşmayı anlatmak istedim esas olarak. Kendim de kişisel olarak bunu hissetmiştim. Hamilelikte ve özellikle doğum sonrasında bedenin, ruhun, hayatın değişiyor. İlk aşamada memelerin ile ilişkin değişiyor. Sevil’in resimlerinde de bu bahsettiğin konular var.
Sevil: Üst kattaki resmim “Sürüngen” deki oda benim genç kızlık odam. O dönemde Bayrampaşa’da ailemle yaşıyordum. Şimdi sadece ziyaret ediyorum haftada bir. Aslında annemin odamın grunge halini nasıl da bir prenses odasına dönüştürdüğünün hikayesi. Yatağın altında da iki tane el var. O da aslında benim aklımın sürüngenlerinin hala her gece o odada yattığım zaman tekrar uyanmasıyla ilgili bir resim. Benimkiler herkesin farklı şeyler okuyabileceği ve oldukça kişisel işler. Burada, Ecem’in heykelinin karşısında “Hülyalarda” diye bir işim var. Orada da neresi olduğunu bilmediğim ama hayalini kurduğum kırsal bir alandayım, nehirde. Bir otoportre. Küçük bir taşın üstünde büyük bir kaya var. o kayanın üzerinde oturuyorum. Kaya düştü düşecek gibi görünüyor ama çok dengede, tıpkı benim gibi. Kilodum yok, rüzgârı içime alıp artık ne düşünüyorsam.
Arzu: Oda projesinin işinde de sanatçı annenin iş hayatındaki değişim ortaya çıkıyor. Neriman Polat’ın “Onu Besleme” isimli işi kadının ve erkeğin aile içindeki rollerini sorguluyor. Battaniyenin üzerindeki iki tavşandan biri diğerine yemek yedirmekte, cinsiyetini kıyafetinden tahmin ettiğimiz, anne tavşan ya da abla tavşan diğerini besliyor. Kadının erkeği mutlu mesut beslediği yüz binlerce temsilden sadece biri. “Onu Besleme”, kadının besleme, doyurma görevine soru işareti koyuyor. Kötü anne, kötü abla, kötü eş olmanın da tabu olduğunu hatırlatıyor.
Posterlerde de annelik ve kadınlık üzerine söylemler sorgulanıyor. Posterler aslında feminist hareketin çok da değinmeyi tercih etmediği ama kadınların hayatında önem taşıyan meselelere dair. Feminist hareket demişken belirtmeliyim ki hazırladığımız soruları tanıdığım örgütlü feminist arkadaşlarıma da göndermiş olmama rağmen kimseden cevap gelmedi. Bu durum bana çok ilginç geldi. Onlarda karşılığı olmadı bu meselelerin.
Hazal: Çocuklu kadınların genel olarak feminist toplantı veya buluşmalarda dışarda kaldığını da düşünüyor musun?
Arzu: Ben öyle bir şey deneyimlemedim ama elbette bunu yaşadığını dillendiren insanlar var. Doğumdan sonra toplantılara katılmak zorlaşıyor tabii ya da öncelikler değişiyor. Sokağa eyleme o kadar rahat çıkamıyorsun mesela en azından bebek küçükken. Kısacası anne olunca her alandan biraz çekilmek zorunda kalıyorsun ya da zorunda bırakılıyorsun.
Posterlerde mesela başka mecralarda görünürlük kazanamamış bir göbek meselesi var. Hamile olan kadına sanki kamulaştırılmış muamelesi yapılıyor. Karnındaki çocuk bahane ederek hayatına ve tercihlerine herkes müdahale ediyor. Hamile kadının karnına tanıdık tanımadık herkesin izin almadan bu kadar rahat dokunabilmesini aslında toplumun anne olmuş bir kadının özeline saygısı olmadığının bir göstergesi. Gebenin karnına fütursuzca dokunmak bir taciz.
Emzirme konusunda da annelerin üzerinde inanılmaz bir baskı var. İlk doğumda lohusanın yaşadığı sıkıntı ve baskı çok yüksek. Zaten hormonların çekiliyor, psikolojik sıkıntı yaşıyorsun, bir de üstüne herkes hayatına ve ne yaptığına karışıyor, “Sütün yetiyor mu, yetmiyor mu”, “Ay mama verilir mi”, “Emzirme”. Bir de nerede ve nasıl emzirebileceğini söyleyen erkekler var.
Sevil: Bütün annelerin, kadınların gördüğü en başat baskılar bedende başlıyor. O yüzden de belki kitapta da, sergide de kadınlar en çok biyoloji üzerinden konuşuyor.
Arzu: Kitapta en ilginci regl mevzusu bence. Regl olan kadınlara tokat atma geleneği var mesela. Yani genç kızın annesine regl olduğunu söylediğinde annesi tarafından tokatlanması. Kadına yaklaşımda birçok toplumsal kodu açığa çıkaran bir gelenek bu.
Hazal: Kadınların bu soruları cevaplarken klişeleri yıkmak diye bir hedefiniz olduğunu belirtmişsiniz, sizin yıkılan klişeleriniz neler oldu?
Sevil: Ben mesela annem ve halama gönderdim, yazamadığı için anneannemle röportaj yaptım, bu üç deneyim benim için çok iyi oldu. Onların birçok konuda tahmin ettiğimden çok daha farklı düşündüğünü gördüm. Yakınlarımdan biri “Herkes çocuk doğurmamalı” diyordu mesela, şaşırdım, “Bununla baş edebilen kadınlar yapmalı” diyordu. Bir başkası annelik konusunda toplum baskısını anlattı. Ben tabii bu konuya çok klişe bakmadığım için sorunun cevabını çok veremiyorum ama ben bu konuda herkesin tüm deneyimlerini çok merak ediyorum. Arkadaşlarımla da hep bu konuları konuşmaya gayret ediyorum, çok heyecan verici geliyor bana.
Arzu: O deneyimleri okuyunca ilk olarak klişeleri yıkmak gelmiyor da akla, kendi yaşadıklarını başkalarının da yaşadığını görüyorsun ve anlıyorsun ki bireysel bir şey değil bu yaşananlar. O zaman da rahatsız olduğun şeylere hayır deme gücünü daha çok buluyorsun.
Benim için ilk regl deneyimlerini okumak çok güçlendirici oldu. Benim de şu an bir kızım var, onun kitaptaki kadınların çoğu gibi kötü bir deneyim yaşamasını istemiyorum. İlk regl deneyimini mutlulukla anlatan kadınların deneyimini okumak iyi geldi. Önyargıları kırabilmek açısından deneyim paylaşımı çok değerli. Mesela cevapları okuduktan sonra bir anne kızına ilk regl deneyiminde bunları yaşatmak istemez. Çoğu insanın söylediği, “Annem bana bezleri verdi, git temizlen bunları kullan, dedi.” Soğuk ve bir pis deneyim olarak kalmış kadınların aklında çünkü kadının yaşadığı kötü deneyim anneden kızına aktarılıyor. Bu karanlık zinciri yani annenin kızına aktardığı ezilmişlik hissini kırmak açısından cevaplar değerli.
Doğum sonrası ise, birçok kadın için filmlerde anlatıldığı gibi pespembe değil, belki hamilelik kısmı için o mutluluk tablosu geçerli olabilir. Kadınların yazdıklarını okuduğunuz da, tabii ki istisnalar var, doğumdan sonraki süreç için hemen hemen herkes “Hayatımın en kötü dönemiydi” dediğini görüyorsunuz. Hem hormonsal bir yanı var, mutluluk hormonları çekiliyor bir anda, bu zaten oldukça zor. Üstüne hayatınızı, alışkanlıklarınızı tamamen değiştirmek, partneriniz ile yeni bir düzen kurmak zorunda kalıyorsunuz. Kadınların tabiriyle başka bir ben yaratmak zorunda kalıyorsunuz. Bakıcı desteği alsan bile bu böyle oluyor. Çünkü özünde o yük sana ait. Doğum yapmış, anne olmuş kadınların deneyimlerini dinleyip sonra çocuk yapmaya karar vermek süreci biraz daha kolaylaştırabilir. Bu deneyimleri paylaşmak o yüzden önemli çünkü devlete kalsa üç çocuk yap sal çayıra mantığı hakim. Her yönden kadınlara çocuk yapması konusunda bir baskı var. Bekar kadın, çocuk yapmamış kadın aile kurumuna, toplumsal yapıya bir tehdit olarak görülüyor çünkü anne olmuş bir kadını kontrol etmek çok daha kolay.
Selime: İnsanlardan nasıl tepkiler geliyor? Bizim sergi hakkında düşündüklerimiz ile senin tarifin birbirinden farklı oldu. Bunun üzerinden şöyle düşündüm: Benim kafamdaki annelik üzerinden gözüme bir şey çarpıyor, biyolojiye odaklı yorumumda olduğu gibi çünkü benim için annelik senin tarif ettiğin gibi bir şey değil. Biyolojik süreci de itici buluyorum. O yüzden bu aynı deneyimi görme meselesinde kadınlardan özellikle nasıl tepkiler geliyor? Geldi mi ya da?
Sevil: Posterlerden isteyenler var, kitabı ısrarla isteyenler var. Daha çok kadınlara soruları gönderdiğimiz zaman tepkiler aldık. Soruları yanıtlamak çok iyi geldi, dönüp o döneme yeniden bakmak, düşünmek iyi geldi, kendimle kaldım, durumla yüzleştim, ağladım, güldüm gibi şeyler söyledi kadınlar. Sorulara cevap vermenin insanlara iyi geldiğini biliyorum ama sergiyle ilgili henüz sadece teşekkür edenler oluyor. Geçenlerde bir hamile arkadaşım geldi, 3 saat takıldı burada. Minderlere yattı, uzandı, kitabı okudu, bana sorular sordu. O çok beğendi mesela, bir şeyler yapmak istiyormuş, bir projesi varmış annelik üzerine. İnternetten görmüş, Balıkesir’den gelmiş. Çok heyecanlanmıştı, defalarca teşekkür etti.
Selime: Kitap ile ilgili planlarınız var mı?
Arzu: Kadınlar soruları çok içten yanıtladı. Bu kadarını beklemiyorduk doğrusu. Bu konularda kadınların konuşmaya ve dinlenilmeye çok ihtiyacı var. Çeşitlendirerek bu cevapları toplamaya devam etmek istiyoruz çünkü şu ana kadar belirli bir kitleye ulaşabildik. Bizim çevremizden interneti aktif olarak kullanan 100’den fazla kadının cevapları toplamış durumdayız. Mesela cevaplayanlar arasında menopozu deneyimlemiş çok kadın yok. Menopoz kadının yaşadığı önemli bir dönüşüm, kadınlığın olgunluk aşaması aslında. Bu anlamda da deneyim aktarımı oldukça önemli. Başka şehirlerden de kadınlarla etkileşime geçip, cevap sayısını arttırmak istiyoruz. Yüz yüze görüşmeler ile yaş kesimini çeşitlendirerek deneyim toplayabilsek çok daha etkileyici şeylerin çıkabileceğini düşüyoruz. Sonrasında da destek bulabilirsek bir yayınevinden kitap olarak bastırmak istiyoruz.
Hazal: Şu an internette pdf olarak da yok mu?
Arzu: Kitap sadece sergide var şu anda. İnsanların biraz Ay Çadırı’nı deneyimleyip, vakit geçirerek okumasını istiyoruz.