Öncelikle bunun uzun bir yazı olduğunu belirtmeliyim. Öyle de olmalı, çünkü Stock hikayesi ile ilgili yapılan haberlerde hatalar hem çok fazla hem de bir hayli önemli. Sonuç şu: Sussex Üniversitesi’nin rektör yardımcısı Adam Tickell işten atılmalı, İngiltere basınının derhal trans editörler işe alması gerekiyor ve Kathleen Stock bu hafta bir öğrenciyi karalamak için komplo kurdu.
Grace Lavery
(Yazı boyunca yer alan tweetlerin çevirileri tweet link ve görsellerinin altında italik ve paranteze alınmış bir şekilde yer alıyor.)
Sussex Üniversitesi (mezun olduğum okul) son iki haftadır bir krizle sarsılmakta. The Guardian, The Times, The Daily Mail ve BBC’de konuyla ilgili olarak yapılan haberlerde net bir resim ortaya çıkıyor. Olay şu şekilde: “Toplumsal cinsiyet eleştirisi” (gender critical) yapan saygın bir feminist düşünür Prof. Kathleen Stock, trans hakları ile kadın hakları arasındaki çatışmalarda aldığı güçlü eleştirel duruştan rahatsız olan bomba patlatan maskeli öğrenciler tarafından akademik görevini bırakmak zorunda bırakıldı. Olayların İngiltere basınının tümünde bu versiyonu ile yer almasına karşın, aslında olgu düzeyinde bu iddiaların her biri açıkça yanlış. Ayrıca İngiltere medyası bu yalanı bu kadar yaygın bir şekilde ve tamamen inanılana kadar tekrarlayarak, transların sivil hakları konusundaki güncel tartışmalarda takınılan aşırı ve korkutucu tutumlardan bazılarını güçlendirdi.
Akademik özgürlük
Bu hikayenin, en can alıcı ve en sık yanlış aktarılan yönü akademik özgürlüğün doğasıyla ilgili. Aslında, Kathleen Stock’un ne akademik özgürlüğü ihlal edildi ne de onu protesto eden öğrenciler tarafından sorgulandı. Tam aksine, akademik özgürlükleri Sussex Üniversitesi tarafından utanç verici bir şekilde çiğnenenler protestocuların kendileri oldu.
Bu gerçeği anlamak için “akademik özgürlük” ifadesinin gerçekte ne anlama geldiğini kavramak önemlidir. Akademik özgürlük, genellikle daha müphem bir kavram olan “ifade özgürlüğü” ilkesine benzer ele alınır, farklı olarak sadece akademisyenlere tahsis edilmiştir. Ama aslında “akademik özgürlük”ün üniversite ortamında belirli ve kesin bir anlamı vardır: Üniversitelerde çalışanların, iç ve dış güçlerin müdahalesi olmaksızın araştırma yapabilmeleri için savundukları ortak bir hak. Ben de dahil pek çok insan, akademik özgürlük konusunda kendimizi mutlakiyetçi olarak görüyoruz: Prof. Stock gibi bir akademisyenin neyi araştırabileceği ve yayınlayabileceği konusunda herhangi bir sınırlama olmaması gerektiğine inanıyoruz. Öte taraftan, ifade özgürlüğü tanımı gereği sınırlı bir haktır -çoğu hukuk sistemi iftira, fikir hakkı ihlali, tehdit ve de hakim Oliver Wendall Holmes’un, Schenck vs. ABD davasında “kalabalık bir tiyatroda yalandan yangın var diye bağırmak” olarak adlandırdığı türden eylemlerin olup olmadığını kontrol eder. Ayrıca İngiltere yasalarında “dini nefreti kışkırtma”ya karşı bir yasa da dahil olmak üzere, tartışmalı konularda ifade özgürlüğünü denetleyen ek yasa paketleri de mevcuttur. Akademisyenler, bu yasalardan muaf değildir ve “akademik özgürlük” ne bu yasaların alanına girer ne de girmeyi hedefler.
Gerçekten de akademisyenler akademik özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak göstermektense, ifade özgürlüğü ile rekabet halindeki bir hak olarak gösterme eğilimindedir. Konuyla ilgili Joan Scott ve Hank Reichman tarafından yazılan iki yeni kitapta, bu argümanın değişik örnekleri anlatılmakta. Scott ve Reichman olay çıkaran gençlerden değiller: İkisi de sırasıyla Princeton ve Cal State’ten emekli akademisyenler ve her ikisi de Amerikan Üniversite Profesörlüğü Birliği’nin uzun süredir devam eden Akademik Özgürlük ve Hizmet Komitesi’nin eski başkanları. Argümanlarının özünde, son yıllarda akademik özgürlüğün, aşırı sağın tehdidi altında olduğu ve bu grupların bilinçli olarak akademisyenin araştırma özgürlüğünü kişinin her istediğini söyleme özgürlüğü ile değiştirmeye çalıştığı yatıyor. Bu durum, daha sonra, devlet üniversitesine olan inancın altını oymaya, akademik düşünceyi sadece fikir üreten bir uzmanlığa dönüştürmeye ve devlet okullarını tamamen ortadan kaldırmak isteyenlerin politik hedeflerine hizmet ediyor.
“Görüş çeşitliliği” fikrini bir düşünün. Bir nesil önce muhafazakarlar, evrimsel biyoloji ile ilgili akademisyenlerin kendi müfredatlarının konuya nasıl yaklaşması gerektiğini belirleme hakkına izin vermek yerine, “tartışmayı öğretmeleri” gerektiği konusunda ısrar ediyorlardı. Elbette evrimci biyologlar için yapılacak bir “tartışma” yok; tartışma, sadece dini muhafazakarlar, akademisyenlerin akademik özgürlüğüne müdahale etmeye ve nihayetinde ortadan kaldırmaya çalıştığında ortaya çıkıyor.
Açıkça söylemek gerekirse aynı şey, transların sivil hakları için geçerli değil -biyolojik cinsiyetin doğası ve göreli istikrarı, biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki, cinsel yönelimin doğası vb. konularda tartışmalar var. Sussex Üniversitesi’nin web sitesinde Prof. Stock’a ait yayınların listesine göz atmak dahi toplumsal cinsiyet ve trans sivil hakları konusundaki görüşlerini çok yaygın bir biçimde ve üretken bir şekilde yayınladığını gösteriyor. Elbette protestocular onun iddialarının çoğuna katılmıyorlar. Hatta bir kısmı iddialarının bazılarını çok çirkin buluyor. Ancak bu durum şimdiye kadar onun araştırma yapma ve yayınlama gücünü etkilemedi.
Örneğin, bunu San Francisco Devlet Üniversitesi’nden (SFSU) Prof. Rabab Abdulhadi’nin durumu ile kıyaslayalım. Geçen ay SFSU, görüntülü konferans platformu Zoom’un “Yüksek öğrenimin aniden yakınlaşması (Zoomification)” konulu önceden planlanmış web seminerini engellemeye çalışması üzerine Prof. Abdulhadi’nin akademik özgürlüğünü koruyamayan üniversite yöneticilerine karşı yapılan şikâyeti uygun buldu. Bu, düpedüz bir akademik özgürlük ihlaliydi: Prof. Abdulhadi’nin meslektaşlarıyla bilimsel fikir alışverişinde bulunup araştırma yapma yetisi, işvereninin onu savunmadığı bir dış güç tarafından tehlikeye atıldı. Ama bunların hiçbiri, sınırsız araştırma ve yayınlama özgürlüğü olan Prof. Stock’un başına gelmedi. Peki, Stock’un diğer insanların cesaretine kendisi de sahipmiş gibi yapmaya bu kadar hevesli olması akademik özgürlükleri gerçekten tehdit altında olanlar -özellikle de Filistin ile ilgili araştırma yapanlar- için rahatsız edici değil mi?
(18 Ekim 2021 tarihinde saat 21.00’de eklendi: Zoom’un Prof. Abdulhadi’nin seminerini kapatmasının nedeninin Leila Khaled’in toplantıya dahil edilmesine karşı çıktıkları için olduğunu söylemeliydim. Khaled, 1969 ve 1970 yıllarında uçak kaçıran iki ekibin mensubuydu ve Zoom, onun katılımının bir teröriste “fiziksel destek” olduğunu iddia etti. Khaled, oldukça tartışmalı bir şahsiyet ve ben burada onunla ilgili bir taraf olmaya çalışmıyorum. Bununla sadece başarıya ulaşan akademik özgürlük şikayetlerinin her zaman şu ya da bu şekilde bir araştırmanın engellenmesi ile ilgili olduğunu belirtmek istiyorum.)
İfade özgürlüğü
Birileri bu olaylar ve Kathleen Stock vakası arasında çok küçük bir fark olduğunu düşünülebilir. Sonuçta öğrenciler Stock’un akademik özgürlüğünü ihlal etmek istemediler mi? Hayır, istemediler. Sussex Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin (SUSU) trans ve non-binary görevlisi Amelia Jones, BBC ile yakın tarihte yaptığı bir röportajda öğrencilerin şikayetleri ile ilgili konulara açıklık getirdi. İki önemli şikayet konusu mevcuttu: Birincisi, öğrenciler, LGBA (Lesbian Gay Bisexual Alliance) heyetinde olan Stock’un buradaki liderliğine karşıydı, ikincisi Stock’un Kadınların İnsan Hakları Kampanyası (Women’s Human Rights Campaign- WHRC) tarafından dağıtılan bir bildiri olan Kadının Cinsiyet Temelli Haklar Bildirisi’ndeki (Women’s Declaration of Sex-Based Rights- WDSR) imzasının Sussex kampüsündeki trans öğrenciler için güvensizlik ortamı yarattığını iddia ediyorlardı. Bunların ikisinin de Stock’un araştırmasıyla (ne de onun akademik özgürlüğüyle) hiçbir ilgisi yoktu.
Aksine, her ikisi de ifade özgürlüğünün işverenler tarafından disiplin cezası verilmesine gerekçe olabilecek boyutları. Bu görüş, Sussex’in kendi “Akademik Ünvanlara İlişkin Uygulama Kuralları” metninde (Code of Practice on Academic Titles- CPAT) “akademik ünvan sahipleri üniversitenin itibarını zedelememelidir” şeklinde vurgulanıyor ve sonrasında olası durum aşağıdaki şekilde tanımlanıyor:
(2010 yılında yürürlüğe giren Eşitlik Yasası’nda tanımlandığı şekliyle) İncinebilir bireylere veya birey topluluklarına karşı düşmanlık gösteren veya başkalarında düşmanlık oluşturmasına sebep olabilecek olanlar.
Bu noktada CPAT’ın bir akademisyenin, feministlerin farklı fikirlere sahip olduğu bir konu olan Eşitlik Yasası’nın sınırlarını ya da başka herhangi bir yönünü araştırma kapasitesini sınırlamadığını belirtmek önemlidir. Tek kısıtlama, fakültenin “incinebilir özellikleri nedeni ile” bir grup insana karşı “düşmanlık göstermemesi” veya “başkalarında düşmanlık oluşturmaması” gerektiği konusundadır. Hiç şüphe yok ki, 2010 Eşitlik Yasası transları veya en azından bazı transları korumaktadır, sadece yasanın dilini çözmek biraz zordur:
Bir kişi, biyolojik cinsiyetinin fizyolojik veya diğer niteliklerini değiştirerek cinsiyetini yeniden atamak amacıyla bir süreçten (veya sürecin bir parçasından) geçmeyi planlıyorsa, geçiyorsa veya halihazırda geçirmişse, incinebilir cinsiyet değişim özelliklerine sahiptir.
Öyleyse soru, Sussex öğrencilerinin, Prof. Stock’un LGBA liderliğinin ve WDSR’ye attığı imzanın, incinebilir cinsiyet değişim özelliğine sahip kişilere karşı “düşmanlık yarattığını veya başkalarında düşmanlık yaratabileceğini” iddia etmekte haksız olup olmadığıdır. Bu iki iddiayı, başka işlevlere sahip oldukları için ayrı ayrı ele almaya değer buluyorum.
LGBA translara karşı “düşmanlık gösteriyor” mu?
LGBA’nın web sitesinde, topluluğun misyonu “biyolojik cinsiyeti, toplumsal cinsiyet kimliği kavramıyla birleştiren yeni ideolojilere” karşı çıkmak olarak tanımlanıyor. Onların görüşüne göre bu, “aynı cinsiyetten insanların birbirlerine ilgi duydukları cinsel yönelimi yok eden” bir kavramlaştırma. Web sitesi, anlaşılır bir şekilde, bu tür “ideolojilere” isim vermese de, Prof. Stock’un Quillette’de yayınlanan yakın tarihli bir makalesi bu temayı, “biyolojik cinsiyet kategorilerinin toplumsal olarak inşa edilmiş, tarihsel olarak rastlantısal ve kültürel olarak konumlandırılmış” olduğunu iddia ettiklerini düşündüğü “Fransız post-yapısalcı düşünür Michel Foucault” ve Judith Butler’a atıfta bulunarak detaylandırıyor. Hem Foucault hem de Butler üzerine çalışan biri olarak, bu açıklamaları daha çok yanlış bilgilendirme olarak gördüğümü söylemeliyim: Birincisi ben Foucault’ya post-yapısalcı demezdim (ancak öyle sanıyorum ki, Stock dışında bunu söyleyen kişiler de var). Ayrıca, “biyolojik cinsiyet kategorilerinin” (vurgu bana ait) tarihsel olarak rastlantısal olduğunu söylemek, kromozomun keşfinden önce de “biyolojik cinsiyetin” var olduğunu söylemek ile neredeyse aynı şey ve pek de tartışılacak bir yanı yok. Ancak açıkçası, bu özellikle nefret uyandıran veya sakıncalı bir düşünce tarzı değil. Ve birinin Kathleen Stock’un sırf bizi cinsel olarak çekici bulmadığını söyleyerek trans kadınlara düşmanlık yaptığını iddia etmesi -aşırı cinsiyetçi olmasının yanı sıra- gülünç olur.
Yine de LGBA, LGBT basınında düzenli olarak bir “nefret grubu” olarak anılıyor. Bu, Shooting Stars and Little Brain adlı televizyon dizilerinde oynayan, The Great British Bake-Off’un (gay) sunucusu Matt Lucas tarafından da yakın zamanda tekrarlanan bir düşünce idi:
The LGB Alliance is an anti-trans group. That’s all it is. It doesn’t represent me or any gay people I care to know.
— Matt Lucas (@RealMattLucas) September 30, 2021
[Matt Lucas: LGB Alliance trans karşıtı bir grup. Hepsi bu. Beni veya tanımayı umduğum herhangi bir eşcinseli temsil etmiyor.]
Aslında bu nitelendirmenin iki nedeni var. Fazlasıyla tahmin edilebilir olan ilk neden, LGBA’nın Twitter’daki tutumu. LGBA’nın Twitter hesabı, @ALLIANCELGB, düzenli olarak ya transları doğrudan pedofillerle (ya da “MAP’ler”le- Minor-Attracted Persons) veya transların hak taleplerini hayvanlarla cinsel ilişki ile karşılaştıran aşırı ve açıkça “düşmanca” tweetler yayınlıyor. Burada bunun örneklerinden birisi ve benim bir tweetime cevap mevcut:
[LGB Alliance: LGB’ye + eklemek, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek gibi cinsel sapkınlıklara (parafililer) ve daha fazlasına, büyük ve mutlu bir “gökkuşağı ailesinin” parçası olmaları için yeşil ışık yakıyor. Politika yapıcıları uyandırın. LGB’ler, hepimizin bir araya gelmesi gerektiğine dair sahte ve tehlikeli argümanınızda kullanılmayı reddediyor. #homofobiyehayır]
Ve burada da yukarıdaki tweetin “transfobi” ile suçlanmasına karşılık atılan bir savunma tweeti:
[12 Daisysaurus: Hayır, yapmıyorlar. T+’ya açılmanın hayvanlarla cinsel ilişkiye girenler ve MAP’ler daha az iştah açıcı cinsel grupları teşvik edebileceğini söylüyorlar. Elbette transfobi vardır; ama bunların hiçbiri transfobiye örnek değil.]
Toplumsal cinsiyet eleştirisi yapan aktivistler (GC’ler), daha geniş bir hareket olan LGBT’nin yeni moda “tek boynuzlu atlarından” farklı olarak kendilerine sıklıkla “dinozor” diyorlar. Düşmanlık burada çok ince bir tül ile perdeleniyor: Translar pedofiller gibidir demiyoruz, onları LGBT örgütlenmesine dahil etmekle pedofillere kapıların açıldığını söylüyoruz. Doğrusu, burada Antonin Scalia’nın sodomi karşıtı yasaların yasaklanmasının hayvanlarla cinsel ilişki kurmaya karşı yasal korumayı ortadan kaldırdığını savunduğu Lawrence vs. Teksas davasındaki meşhur muhalefetinin yankısını fark etmemek elde değil:
İki eşliliğe, eşcinsel evliliğe, enseste, fahişeliğe, mastürbasyona, eşini aldatmaya, zinaya, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmeye ve müstehcenliğe karşı eyalet yasaları da ancak ahlaki değerleri temel alarak Bowers’ın yasaları onaylamasıyla sürdürülebilir. Bu yasaların her biri bugünkü kararla sorgulanıyor; mahkeme, kapsamı daraltarak bu durumları dışarıda bırakmak için hiçbir çaba göstermiyor.
Prof. Stock, Toronto Üniversitesi’nde bir psikiyatri profesörü olan ve Quillette’deki son röportajında transların bir kısmının (özellikle de kadınlara cinsel eğilimi olanların) “parafili” veya “fetiş” kurbanı olduğunu ve bunun da onları menstrüasyon, hamilelik ve kadın bedeniyle ilgili diğer şeylerle ilgili erotik bir şekilde takıntılı hale getirdiğini iddia eden Ray Blanchard’ın transların yaşamı ile ilgili beyanlarından etkilenmiş görünüyor. Blanchard cinsiyet geçişini şeytan girmesi ile karşılaştırıyor:
There is a popular narrative form that could fit desistance or detransition, namely demonic possession + successful exorcism. That needs a more complicated story, however, because there also exist real trans who would be happier with reassignment.
— Ray Blanchard (@BlanchardPhD) October 30, 2018
[Ray Blanchard: Vazgeçme ya da geçişin bozulmasıyla örtüşen yani şeytan girmesi + başarılı şeytan çıkarma olarak adlandırılan popüler bir anlatı var. Bununla birlikte, cinsiyet değiştirenlerle ilgili daha karmaşık bir anlatıya da ihtiyaç var; çünkü yeniden cinsiyet atamayla daha mutlu olacak gerçek translar da var.]
Kısacası Blanchard, trans kadınlara yönelik bariz düşmanlığını gizlemeye çalışmıyor gibi görünüyor. Prof. Stock, 2018’de yaşanan bir olayla ilgili “AGP [otojinefil] diye damgalamak istemiyorum” diyerek daha dikkatli davranıyor. Ancak onun da dili daha az düşmanca değil ve trans kadınların “parafilik” alt grubunun, açıkça kötü niyetli bir insan topluluğu olduğu fikrini Blanchard’dan almış gibi görünüyor.
[Kathleen Stock: Çağdaş trans aktivizmiyle ilgili en korkunç şeylerden biri de şudur: Yeterince anlaşılmayan, genellikle kız çocuklarına yönelik yaşam değiştiren tıbbi müdahaleler, otojinefilik yetişkin erkeklerin siyasi çıkarlarına hizmet etmek için kamu denetiminden muaf.]
[Kathleen Stock: Davranış için özür dileme. Çarpıcı kötü bir yorumda bulunmanın ve bilerek gözlerini devirmenin çok ötesinde, bunlar önemli ve siz buna dikkat çeken birkaç Amerikalıdan birisiniz. Çoğunlukla karmaşık koşullara sahip genç kadınlar için ergenliği engelleyicileri teşvik eden yetişkin erkeklerin görüntüsü tiksindiricidir.]
Açıklama: Bu son tweet gazeteci Jesse Singal’e yönelikti, ancak aslında benimle ilgiliydi. Prof. Stock’un “iğrenç” bir “gösteri” olarak adlandırdığı Bell vs. Tavistock davası hakkında bir makale yayınlamıştım. Çünkü hem erkek hem de kadınlara cinsel olarak ilgi duyuyorum.
(Saat 17.45’te eklendi: “Cinsel yönelim” nedeni ile ayrım yapılması 2010 Eşitlik Yasası uyarınca yasak ise ve “trans statüsü” de aynı yasa kapsamında korunuyorsa, bu durumda özellikle cinsel yönelimi kadınlara olan trans kadınları hedef alan bir düşmanlığın da yasak olması gerekir. “Sadece kadınları seven trans kadınlardan nefret ediyorum,” demek bir savunma değildir. Tıpkı “Yalnızca yaşlı Budistlerden nefret ediyorum,” demenin yaşa ve dine dayalı ayrımcılığı yasaklayan bir yasaya karşı savunma sayılamayacağı gibi.)
Çoğu aklı başında insanın bu tweet’leri “düşmanca” bulacağını zannediyorum ama sadece bunlar bir karara varmak için yeterli değil. LGBA ile ilgili öğrenci şikayetinin ikinci nedenini tahmin etmek daha zor. LGBA, Hıristiyan papazların eşcinsel insanları “eşcinsellikten vazgeçmesi için dua etmeye” teşvik ettiği son derece tartışmalı ve tehlikeli bir uygulama olan dönüşüm terapisini destekliyor. Şimdi, bazı trans karşıtı kampanyacılar, gençlere trans-olumlayıcı davranmanın kendisinin bir dönüşüm terapisi olduğunu savunuyorlar; çünkü (iddialarına göre) söz konusu gençlerin büyüyüp cisgender homoseksüeller olacaklar. Bu iddiaya çok sayıda sağlık kurumu itiraz etti. Zaten bunun hiçbir şekilde LGBA’nın desteklediği dönüşüm terapisiyle ilgisi yok. Web sitelerinde açıkça belirtildiği üzere LGBA, papazların özgürce cisgender eşcinsellerle eşcinsel arzularını bastırmalarına yardımcı olmayı amaçlayan “terapötik” ilişkiler yürütmesinin gerektiğine inanıyor:
[Birinin cinsel yönelimini değiştirmeye çalışan dini gruplara ne demeli?
Özgür bir toplumda, inanç grupları istediklerine inanmakta özgürdür; ancak eylemleri söz konusu olduğunda yasalara bağlı kalmalıdır. Birinin cinsel yönelimini dini bir inanç nedeniyle değiştirmeye veya “tedavi etmeye” yönelik zorlayıcı veya manipülatif girişimler hala dönüştürme ya da onarım terapisidir ve bu, yanlıştır. Bu, cinselliğiyle mücadele eden dindar bir kişinin, kendi inanç gruplarından veya dini liderlerinden rehberlik veya danışmanlık istemesine izin verilmemesi ya da aynı şekilde birisinin profesyonel terapi talep etmemesi gerektiği anlamına gelmez. Birinin cinsel yönelimini değiştirmeye yönelik zorlayıcı veya manipülatif bir girişim olmadığı sürece, bu tür rehberlik hizmetleri suç sayılmamalıdır.]
Neden gerçekten gay, lezbiyen ve biseksüel insanları savunan bir topluluk, bu insanları yobazların yağmacılığına maruz bıraksın ki? Çünkü, sıkça bildirildiği üzere LGBA üyelerinin ve müttefiklerinin çoğunun, translara karşı Hıristiyan ve muhafazakâr bir hareket örgütlemek için gay ve lezbiyen topluluğundaki transseksüel karşıtı aktivistleri kullanan Heritage Foundation, Alliance Defending Freedom ve Centre for Bioethics and Culture gibi muhafazakar ve dini örgütlerle derin bağları var.
Peki, LGBA translara düşman mı? Hala Sussex’te öğrenci olsaydım, bu konuda endişelenirdim.
(Saat 21.30’da eklendi: Bir arkadaşım, LGBA’nın bir nefret topluluğu olarak kazandığı şöhrete ilişkin yukarıda sunduğum taslaktan çok daha kapsamlı olan şu kanıtlara (https://grace.substack.com/p/the-uk-media-has-seriously-bungled) dikkatimi çekti).
WDSR translara karşı “düşmanlık gösteriyor” mu?
Kadın Hakları Bildirisi aleyhine delil bulmak daha kolay ve bu, öğrencilerin WDSR ve onu yazan grup hakkındaki endişeleri ile ilgili ve bence Stock ilk defa sözleşmesinin feshini hak edecek bir şey yaptı: BBC’de çıkan SUSU memuru Amelia Jones’a iftira atmak için Daily Mail ile ona komplo kurdu. Sorun, WDSR’nin 1c maddesinin “tasfiyeci” olup olmadığı, yani yasada trans kadınları saf dışı etmeyi hedefleyip hedeflemediği:
Kadın ‘cinsiyet kimliğine’ sahip olduğunu iddia eden erkeklerin kadın kategorisine dahil edilmesini içeren kadınlara karşı ayrımcılık yasa ve uygulamasının ortadan kaldırılması.
Burada konu, “ayrımcı” teriminin kullanımındaki bazı farklılıklar nedeniyle karmaşıklaşıyor. Bu terimle ilgili üç kullanım var gibi görünüyor:
- Transların yasal olarak tanınması ve korunması ile ilgili tüm uygulamaların kaldırılması;
- Transların cinsiyet geçişi ile ilgili olanaklara erişiminin engellenmesi;
- Transların öldürülmesi.
İlk olarak en dramatik olanı ele alacak olursak, açıkçası ne Prof. Stock ne de çevresindekiler, hiç kimseyi öldürmek istemiyor ama bunun en çarpıcı “tasfiye etme” biçimi olduğunu düşünen bazı destekçileri var. WDSR ile ilişkilendirilen ayrımcılık, 1 numaralı kullanıma daha çok uyuyor gibi görünüyor. Ama aslında bu, göründüğünden biraz daha karmaşık. WHRC kendi web sitesinde, politikalarının “herhangi bir kişinin var olmamasına neden olacağına” inanmadıklarını belirtiyor. Ben bununla, ölümü kastettiklerini varsayıyorum. Yine de WHRC’nin 27 Kasım 2020’de İngiltere Parlamentosu’na gönderdiği teklifte, -açıklığa kavuşturmak için söyleyeyim, Prof. Stock bunu imzalamadı- ayrımcılık daha çok, transların geçişle ilgili olanaklara erişiminin reddedilmesi olan 2 numara ile ilgili gibi gözüküyor:
Sözleşme, “cinsiyetlerden birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ve erkeğin kalıplaşmış rollerine dayanan önyargıların, geleneksel ve diğer tüm uygulamaların ortadan kaldırılmasını” talep eder (Madde 5). Transgenderizm pratiğinin açıkça bu makalenin kapsamına girdiğini düşünüyoruz, çünkü bu, erkekler ve kadınlar için klişeleşmiş rollere dayanıyor.
Sunuş, “transgenderizmin” bir “pratik” olarak “ortadan kaldırılması” gerektiğini açıkça belirtiyor. Bundan çıkarılan sonuç da “transgenderizm”in “cinsiyetlerden birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ve erkeğin kalıplaşmış rollerine dayanan uygulamalardan” biri olduğudur. WHRC, bu tür uygulamaların “ortadan kaldırılması” gerektiğini savunuyor.
Ancak önemli olan şu ki, WHRC’nin teklifini, söz konusu “ortadan kaldırma” yalnızca translar için herhangi bir yasal tanınmanın kaldırılması olarak değil, tıbbi geçişin, hatta toplumsal geçişin topyekün yasaklanması olarak anlamak gerekiyor. Bu anlamda, WHRC, Janice Raymond’un meşhur ve tartışma konusu ifadesini tekrar etmiş görünüyor: “Transseksüalizmle, onu ahlaken tamamen yasaklayarak en iyi şekilde mücadele edileceğini ileri sürüyorum.” Olayın kurnazca bir boyutu da mevcut. WHRC’nin tıpkı “Tabii ki trans kadınları öldürmek istemiyoruz, sadece yasal varlıklarını ortadan kaldırmak istiyoruz,” dediği gibi; Raymond şöyle bir şey söylüyor: “Tabii ki trans kadınları öldürmek istemiyorum, sadece geçişlerini engellemek istiyorum.”
Roz Kaveney ve Morgan Page gibi bazı trans feministler, ayrımcılığı soykırıma benzetiyorlar. Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi -ve bu madde kadın, trans veya başka bir şekilde değil “ulusal, etnik, ırksal veya dini” gruplarla sınırlıdır- şöyle:
…ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle işlenen aşağıdaki suçlardan herhangi biri:
- Grubun üyelerini öldürmek;
- Grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek;
- Grubu fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok edecek yaşam koşullarını kasıtlı olarak gruba dayatmak;
- Grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirleri dayatmak;
- Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.
“Soykırım”ın cinsel azınlıkları kapsayacak şekilde genişletilmemesi, Kaveney ve Page’e (ve bana; çünkü ben de bunu söyledim) haklı bir uyarı olurdu. Ama LGBT bireyler sıklıkla devlet destekli terör eylemlerinde hedef alınmaya devam ediyor. Uyarı haklı, ancak bence işe yarar değil. Çünkü esas ifade “grubu fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok edecek yaşam koşullarını kasıtlı olarak gruba dayatmak”tır. Bu Janet Raymond’un ve WHRC’nin aleni, WDSR’nin örtük hedefidir. Başka bir ifadeyle, WDSR, WHRC’nin görüşünü onayladığı ölçüde, bu bir soykırımın manifestosu olarak düşünülebilir.
Anladığım kadarıyla, soykırım hukukunda ispatlanması en zor kısım, söz konusu politikaların grubun dağıtılmasından çok yok edilmesini amaçladığının kanıtlanmasıdır. WHRC’nin, “transgenderizm pratiğinin […] ortadan kaldırılması” ifadesi de bunun bir göstergesidir. Lütfen, şu kilit noktayı yani Soykırım Sözleşmesi’nin soykırıma karar vermek için herhangi bir sınıfa mensup insanı öldürmeyi (2a) veya hatta ona saldırmayı (2b) gerektirmediğini unutmayın. Bunun için “fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok edecek yaşam koşullarının” (2c) dayatılması yeterlidir.
Birileri, böyle bir ayrımcılığın insani olup olmadığını sorabilir: Cinsiyet geçişi arzusunu ortadan kaldırmak, “yoksulluğu tarihe gömme” vaadinden daha fazla soykırımla ilişkilendirilmeyebilir. Bu konunun önemi, cinsiyet geçişinin mümkün olmasını isteyen bizleri, onun yararını savunmaya zorlamasıdır. Dezavantajı da açıktır: transların büyük bir çoğunluğu, mecbur kalmadıkça cinsiyet geçişinden geri dönüş yapmayacaktır.
Kathleen Stock ve Kadın Hakları Bildirisi (WDSR)
Bildiğim kadarıyla Kathleen Stock, ne Bildiri’yi imzaladığını inkar etti ne de yukarıdaki açıklamaya itiraz etti. Ancak GRA’nın (Gender Recognition Act- Cinsiyet Tanıma Yasası) sürdürülmesini desteklediğini söyledi:
People are entitled to argue differently, but that is my actual position. It would be good if critics stopped trying to manipulate small ambiguous actions into big definite meanings and *actually read the considered words I have put out into the world in the form of a book*.
— Kathleen Stock (@Docstockk) October 14, 2021
[Kathleen Stock: İnsanlar farklı şekillerde tartışma hakkına sahip; ancak benim mevcut duruşum bu. Eleştirmenler, küçük belirsiz eylemlere büyük, kesin anlamlar vermeye çalışmaktan vazgeçse ve *aslında bu konuda yazdığım kitabı okusa* daha iyi olurdu.]
O zaman Stock neden bunu imzalıyor? Aklıma sadece üç ihtimal geliyor: Ya bildirinin GRA’nın yerini alacağını anlamadı, ya fikrini değiştirdi, ya da kendi düşünceleriyle çelişiyor. Bunlardan herhangi biri öğrenciler için endişe sebebi. Gel gelelim Prof. Stock’un bu hafta öğrencilere verdiği cevap, bugüne kadar yaptıklarından çok daha rahatsız ediciydi.
13 Ekim 2021’de, Amelia Jones BBC’de Prof. Stock’un trans kadınların hukuken varlığını tasfiye edecek bir Bildiri’yi imzaladığını söyledi. Jones sadece doğru bir ifade ortaya koymakla kalmadı, aynı zamanda Jones, Bildiri’nin aslında transların genel olarak bakıma erişimini engellemeyi amaçladığı yönündeki daha kritik bir iddia karşısında kararsız kaldı. Oysa ne Prof. Stock’un Bildiri’yi imzaladığına, ne de Bildiri’nin trans kadınların şu anda hukuken sahip olduğu tek varlık olan GRA’yı kaldıracağını söylediğine şüphe yok.
14 Ekim 2021 tarihinde Prof. Stock, Jones’un açıklamasını asılsız bir “yalan” olarak nitelendirdi ve bir “düzeltme” yapılmasını umduğunu söyledi:
[Kathleen Stock: Bu yalan, bir BBC programında tekrarlandı ama umarım bir düzeltme yapılır; çünkü bu öğrenci gerçekten yazdıklarımı okumuş olsaydı, Cinsiyet Tanıma Yasası’nın olduğu gibi KORUNMASINI desteklediğimi bilirdi.
Oxiraptor: Biraz bilginin doğruluğunu kontrol edebilir miyiz? Bugün, Politics Live’da Sussex’ten bir öğrenci, Kathleen Stock ile ilgili asıl sorunun Kadının Cinsiyet Temelli Haklar Bildirisi’ni imzalaması olduğunu söyledi ve Madde 1c’nin “transları hukuken tasfiye etmek” istediğini iddia etti.]
Daha sonra yine Ekim ayının 14’ünde, görünüşe bakılırsa Prof. Stock’un ısrarı üzerine BBC şu aşağıdaki açıklamayı yaptı:
“Dün Politics Live’da, üniversitelerde ifade özgürlüğü konusunu tartıştık. Sussex Üniversitesi’nde transfobiyle suçlanan akademisyen Prof. Kathleen Stock vakasını konuştuk. Üniversiteden bir öğrenci birliği yetkilisi ile görüştük ve Prof. Stock’un transları hukuken tasfiye etmek isteyen bir bildiriye imza attığını söyledi. Daha sonra Stock, bildiri metninin transların yasada dikkate alınmaması gerektiği anlamına gelmediğini söyleyerek cinsiyet geçişinin korunmasını desteklediğini belirtmek için bizimle iletişime geçti. Stock, ‘Argümanlarım, translar için gerekli yasal koruma biçimleri ve diğer kırılgan gruplar ile nasıl etkileşime girmeleri gerektiğiyle de ilgili. İngiliz okullarında trans hakları veya trans kimlikleri ile ilgili eğitim verilmesini engellemek istemiyorum. Hiçbir zaman böyle bir şey söylemedim’ diyor.”
Argüman, WDSR’nin pratikte GRA’nın yerini almak üzere tasarlandığını kabul ediyor gibi görünse de, transların hukuken görünür olmasının başka olanakları olabileceğini iddia ediyor. Prof. Stock’un -imzaladığı Bildiri’yi yazanların görüşleriyle tamamen çelişse de- bunu savunmaya hakkı var elbette; Prof. Stock’un Amelia Jones’un “yalan” söylediği yönündeki karalayıcı iddiasını desteklemek şöyle dursun, BBC’nin açıklamasına “düzeltme” bile denilemez. Aslında, Prof. Stock’un BBC’ye verdiği yanıtın, Jones’un WDSR’nin trans kadınlar için fiilen var olan tüm yasal korumaların kalkmasına yol açacağı yönündeki temel iddiasından çok az farkı var. Prof. Stock’un Twitter’da konuyla ilgili yaptığı ajitasyon ise Sussex Üniversitesi Öğrenci Birliği’nden bir memurun karalamasından başka bir şey değil.
Akademi tarihinde bir öğrenciye bu şekilde iftira atan bir bilim insanı vakasının olduğunu hiç sanmıyorum. Aklınıza gelen başka örnek varsa duymak isterim.
Sonrasında durum daha da kötüye gitti. Prof. Stock, Twitter takipçilerini BBC’nin Amelia Jones’un açıklamasına “düzeltme yaptığına” ikna ettikten sonra, Stock’un İngiltere medyasındaki destekçileri yalanı daha da kızıştırdı, Daily Mail 16 Ekim 2021’de “BBC, canlı yayın sırasında öğrenci birliğinin ‘transları hukuken ortadan kaldırmak için bir bildiri’ imzaladığı yalanına izin verdiği için feminist profesörden özür dilemek zorunda kaldı” başlıklı bir haber yayınladı:
[Aktivistler bu hafta sonu bir protesto planlarken, BBC, öğrenci birliği yetkilisinin canlı yayın sırasında yanlışlıkla Kathleen Stock’un “transları hukuken tasfiye etmek için bir bildiri” imzaladığını söylemesine izin verdiği için feminist profesörden özür dilemek zorunda kaldı
- Politics Live, Sussex Üniversitesi öğrenci birliği yetkilisi Amelia Jones ile röportaj yaptı
- Birliğin seçilmiş transgender ve non-binary öğrencisi temsilcisi, Kathleen Stock’un “transları hukuken tasfiye eden bir bildiri” imzaladığını söyledi
- Ancak P Stock, televizyonda canlı yayın sırasında düzeltme yapan BBC ile iletişime geçti
- Bu hafta sonu için Prof. Stock aleyhine daha fazla eylem yapılması planlanıyor]
Tabii ki, Stock’tan hiçbir özür dilenmedi, zaten gerekli de değildi. Jacob Thorburn’a Twitter’da bu ifadenin iftira niteliğinde ve muhtemelen yasa dışı olduğunu bildirmek için yazdım, ama bir cevap gelmedi. Bu noktada söyleyebileceğim tek şey, Kathleen Stock, Amelia Jones’a yönelik iftira niteliğindeki davranışını düzeltmek istiyorsa, bunu bir an önce yapmalı.
(18 Ekim 2021’de saat 20.30’da eklendi: Bu hikâyeyi dün yayınladığımda, Prof. Stock’un GRA ile ilgili duruşuna ilişkin açıklamasını kendi üslubuna göre yapmasından mutlu oldum. Zaten Material Girls adlı kitabını okumuştum ve GRA’nın muhafaza edilmesi veya yürürlükten kaldırılması için özel bir istemi olduğunu hatırlayamıyorum. Christa Peterson’ın ısrarı üzerine bugün kitaba yeniden baktım ve Stock’un, GRA’nın yürürlükten kaldırılması gerektiğini açıkça söylemese de, onu korumak için kesinlikle herhangi bir şey yapmadığını gördüm. Stock, kitabın altıncı bölümünde GRA’yı kapsamlı bir şekilde tanımlıyor ve ilgili tarafların hiçbirinin kelimenin tam anlamıyla doğru olmadığı bir sözleşmeyi kastederek bunu “hukuki bir kurgu” olarak adlandırıyor. Sanırım Material Girls‘ü okuyan naif bir okuyucu Stock’un GRA’nın onaylanmaması, eğer onaylandıysa zorla uygulanmaması ve GRA’nın geçiş yapan kişi dışında hiç kimseye hiçbir sorumluluk yükleyememesinin daha iyi olacağına inandığını düşünürdü. Bu görüş, trans kadınların hukuken tamamen tasfiye edilmesi anlamına geleceği için WDSR ile tamamen tutarlıdır.
İlgili paragraflar aşağıdaki gibidir:
Dediğim gibi eğer insanlar kelimenin tam anlamıyla biyolojik cinsiyetlerini değiştiremiyorlarsa, 2004 Cinsiyet Tanıma Yasası insanlara daha önce tam olarak sahip olmadığı neyi sağladı? Bana göre, GRA ve onunla birlikte gelen Cinsiyet Tanıma Sertifikaları (Gender Recognition Certificates- CRC), biyolojik cinsiyet değişikliği olasılığı hakkında yasal bir kurgu ortaya koydu. […] Tartışma metinlerine bakarsak yasa koyucuların bu tasarıyı yasa haline getirerek tam olarak ne yaptıklarını düşündüklerini sormak gerek
Ve
İkinci bir sorun, ifade özgürlüğünün bedelidir. Bireyin bir kurguya kendini kaptırıp kaptırmamaya kararı şudur: özerklik ve bireysel vicdanı ile ilgili bir seçim. Bazen kendimizi kurgulara kaptırsak bile, doğru yönlendirme veya destek aldığımızda genellikle kendimizi onlardan kurtarmayı seçebiliriz. Nefret içermeyen konuşmalar zorla yaptırılmamalı. Kendinizi belirli bir kurguya kaptırmayı reddetmek ve bunun yerine gerçeklere atıfta bulunmayı seçmek, nefret dolu olmak demek değildir. Tıpkı birinin kilosu, saçlarına beyazlar düşmesi ya da yaşlı görünmesi hakkındaki gerçekleri belirtmenin kaba olabileceği gibi bazı durumlarda reddetmek de kabalık olabilir, ama bu, “nefret dolu” olmak demek değildir. Ve DebbieHayton, Miranda Yardley ve Fionne Orlander gibi trans kadınlar, kadın oldukları kurgusuna katılmayı reddettiklerinde ve erkek olduklarını belirttiklerinde, “kendilerinden nefret etmiyorlar.”
Başka bir ifadeyle, Kathleen Stock sadece Amelia Jones hakkında değil, kendi kitabıyla ilgili de yalan söyledi. Bunu neden yapmış olabileceğine dair makul bir açıklamam yok.
Sonuç
Bu hikâyenin gelişimini izlemek gerçeküstü bir deneyim oldu. Sağcısından solcusuna pek çok gazeteci Prof. Stock hakkında övgü dolu yazılar yazdı, onu akademik özgürlüğü sadece kanaat belirtmeye indirgeyen ve soykırım mazeretini örtmek için kullanmaya çalışan ve eleştirileri tahammül edilemez gören bir kişi yerine cesur bir akademik özgürlük savaşçısı olarak göstermeyi tercih etti. Kimse Prof. Stock’a açıkça onun yerine geçmesi için yazıldığı halde WDSR’nin neden GRA ile uyumlu olduğunu düşündüğünü sormayı akıl etmedi. Kimse Amelia Jones gerçeği söylemekten başka bir şey yapmadığını söylediği halde sistematik bir şekilde yok edilmeye çalışılmasına ve Prof. Stock’un ayrımcı bir bildiriye imza atmış olmasına ses çıkarmadı, kimse Jones’un itibarını yok etmeye yönelik sistematik girişimin takipçisi olmadı. Kimse Brighton ve Hove Albion’un dediği gibi, bunu tarif etmenin en iyi yolunun bir “sis bombası” olup olmadığını sorgulamadı:
“Maskeli” prostestocular hakkındaki tüm paniğe rağmen kimse bu öğrencilerin üniversitelerinin Rektör Yardımcısı şöyle bir şey söylüyorsa, soykırım ideolojisine karşı çıkmak için ne gibi adımlar atabileceklerini düşünmedi:
In response to issues on our campus, our VC Adam Tickell has said: We are investigating activity on our campus which appears to have been designed to attack Professor Kathleen Stock for exercising her academic freedoms. [1/3]
— University of Sussex (@SussexUni) October 7, 2021
(Sussex Üniversitesi: Rektör yardımcısı Adam Tickell kampüsümüzdeki sorunlarla ilgili şunu söyledi: Akademik özgürlüğünü kullandığı için Profesör Kathleen Stock’a saldırmak üzere tasarlanmış gibi görünen kampüsümüzdeki faaliyetleri araştırıyoruz. [1/3])
Veya bunu:
Disturbingly, this has included pressuring the University to terminate her employment. Everyone at the University has the right to be free from harassment and intimidation. [2/3]
— University of Sussex (@SussexUni) October 7, 2021
(Sussex Üniversitesi: Bu, rahatsız edici bir şekilde, Üniversite’ye Kathleen Stock’un işten atılması için yapılan baskıyı da içeriyordu. Üniversite’deki herkesin kendini taciz ve yıldırmaya karşı koruma hakkı var. [2/3])
Veya bunu:
We cannot and will not tolerate threats to cherished academic freedoms and will take any action necessary to protect the rights of our community. [3/3]
— University of Sussex (@SussexUni) October 7, 2021
(Sussex Üniversitesi: Sıkı sıkıya bağlı olduğumuz akademik özgürlüğe yönelik tehditlere tahammül edemeyiz, etmeyeceğiz de. Üniversite topluluğumuzun haklarını korumak için gereken neyse yapılacaktır. [3/3])
“Üniversiteye [Prof. Stock’un] işine son vermesi konusunda baskı yapmak rahatsız edici mi? Hadi ama. Siz Sussex Üniversitesi’siniz, öğrenciler, 1959 yılında açıldığınızdan beri zaten hoşlanmadıkları öğretim üyesinin işine son vermeniz için size baskı yapıyorlar.
(Saat 17.45’te eklendi: Bu tweet’ler, üniversite yönetimi açıkça “rahatsız olduklarını” belirttiğinden ve Prof. Stock’un görevden alınmasına yönelik eleştiri yapanlara -posterler asanlar gibi- karşı misilleme yapmayı ve “gerekli her türlü işlemi yapmayı” planladığından beri gerçekten de öğrencilerin akademik özgürlüklerinin ihlali anlamına geliyor.)
Sussex Üniversitesi’nin yeniden bir üniversite gibi davranmaya başlaması gerekiyor. Akademik özgürlüğü yanlış anlayan ve protesto eden öğrencilere karşı üstü kapalı tehditler savuran Adam Tickell’in işine son verilmesi gerekiyor. Tickell’in Birmingham Üniversitesi’nde rektör yardımcısı olarak yeni bir işe başlamak üzere olduğunun da farkındayım ama o işi de kaybetmeli. Üniversite yönetimi, Amelia Jones’a atılan iftiralarda oynadığı rol nedeniyle Kathleen Stock aleyhine disiplin soruşturması başlatmalı (tahmin edileceği üzere kendisi Prof. Stock’un destekçilerinin saldırılarından sonra sosyal medya hesaplarını kapatmak zorunda kaldı). Ayrıca İngiliz basınının cesaret kazanması, gururunu bir kenara bırakması ve bu gibi olayların önceden yaşanacağını öngörebilecek bir grup trans editörü işe alması gerekiyor.
Çeviren: Merve Çeltikci
Bu yazının orijinali 17 Ekim 2021 tarihinde The Wazzock’s Review’de yayınlanmıştır.