Saçlarım, kendimce bireysel özgürlüğümün ilk adımlarından neredeyse on yıl sonra, gün be gün uzarken hep bir yeni biçimini gördüm ataerkinin.
Kestim kara saçlarımı*
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön
Ben ise tam tersi saçlarımı uzatmakla başladım. Saçlarım uzasın uzasın ta belime kadar insin istedim. Çok bir anlam yüklemedim saçlarımın uzamasına ilk bu kararı verdiğimde. Hiç saçlarımı o kadar uzun görmemiştim. Hiç saçlarımı rüzgarda savurmadım daha önce. Saçlarımı uzattıkça her gün bir yeni yüzünü gördüm ataerkinin. Bir yeni yüzü ile tanıştım. İlk defa saçlarımı açtığımda kamusal alanda, her şey burada bitmeyecekti, farkındaydım. Biliyordum daha mücadele edecek çok şey vardı. Sadece içinde büyüdüğün dindar ataerki değildi beni ve benim gibileri baskılayan. Ama gerçekten de bilmiyordum beni bu hayatta nelerin beklediğini. Derken sokaktaki, evdeki, yoldaki ataerkiyle artık seküler görünümlü bir kadın olarak, hatta sadece seküler değil anarşist bir kadın olarak karşılaşmalar yaşadım (Yanlış anlaşılmasın; karşılaşmalarım sadece ataerki ile olmadı, aynı zamanda feminizm ve kız kardeşlerimle de tanıştım kaynaştım, aynı sokaklarda aynı yollarda mücadele ettik, ediyoruz da).
Saçlarım, kendimce bireysel özgürlüğümün ilk adımlarından neredeyse on yıl sonra, gün be gün uzarken hep bir yeni biçimini gördüm ataerkinin. Sokaklarda çalışan kadınlar için tuvaletin ne demek olduğunu öğrendim, göçmen kadınlar için sağlık sigortasının ne demek olduğunu öğrendim, dayanışmanın neden tercih değil zorunluluk olduğunu öğrendim, bir yaştan sonra sözüm ona “yalnız” kadın olmanın ne demek olduğunu öğrendim, adamların ne kadar da konuşulmayan bir erkek dayanışması içerisinde olduğunu öğrendim, bugüne kadar yazılan onlarca “solcu erkek” eleştirisinin neden yapıldığını öğrendim, ataerki ile riyakarlığın ne kadar kol kola yürüdüğünü öğrendim, adamların kendilerini tehlikede görmemek için her türlü inkar-ikna-baskı ve manipülasyonu yapabileceğini öğrendim, çuvaldızı bırak iğneyi ne kadar da kendilerine batırmak istemediklerini gördüm.
Muhafazakar cemaatlerde kartlar bir nebze daha açık oynanıyor; kim kimden ne bekliyor, baskı hangi koşullarda kimin için mubah kimin için hak, saflar daha net. Sözüm ona seküler kesimde ise kaygan zeminde bir o yana bir bu yana kaya kaya ilerledim (ya da ben çok fazla şey bekledim). Sözüm ona bu mücadeleci, özgürlükçü ve devrimci adamlar konu kadınlara geldiğinde nasıl da sus pus oluyor, nasıl da bıyık altıdan gülüyor, nasıl da dost sohbetlerinde dillerine çok dikkat ediyorlar da mevzu pratiğe geldiğinde her şey birden unutuluveriyor. Örneğin, bir kadının mücadele verebileceğine asla inanmıyorlar. Bir kadın özgürlük mücadelesi veremez. En fazla sistem içerisinde hak kazanmak ister. Özgürlük mü dediniz? Eğer çok fazla özgürlük derseniz sizi hedonist safına hemen şöyle bir yerleştirirler. Ha yok arada devrim falan mı diyorsunuz? O zaman mutlaka erkeklerin de olduğu bir yerde örgütlenmeniz gerekir çünkü diğer türlü ya yoksunuzdur ya da sizin için başka kategoriler bulunur. Ha baktılar ki çok ikna edici ve mantıklı konuşuyorsunuz o zaman size hemen elit sıfatını yapıştırırlar. Çünkü haşa bir kadın eğer bir erkekten daha iyi, daha mantıklı konuşabiliyorsa mutlaka o erkekten/erkeklerden daha ayrıcalıklı bir pozisyondan geliyordur. Aksi hiç düşünülemez. Çünkü neden: Asıl kavgayı hep erkekler veriyordur. Bunun haricinde eğer tanınmak istiyorsan ya erkeklerin kavgasının bir parçası olacaksın ya da iletişim halinde olduğun erkeklerin uzağındaki bir mücadelenin. Yani o gıpta ettikleri, hayranlık duydukları, kendilerine yoldaş gördükleri kadınların da aslında onlara karşı, bu erkeklikle mücadele ettiklerini hatırlatmayacaksın. Çünkü resim azıcık bu çok devrimci, bedel ödeyen ve ödemiş adamlara döndüğünde…
Dönmüyor işte bir türlü döndüremiyorum.
Çünkü aslında biz kadınların hep aynı erkeklikle mücadele ettiğini görmek istemiyorlar. Çünkü şehirdeki tacizciyle sıcak savaş alanındaki tecavüzcünün, bir kadına yönelik eylediği şiddeti etrafına gösterdiği “cömertlikle” kapatan patronla hakim karşısına takım elbiseli-tıraşlı çıktığı için indirim alan kadın katilinin beslendiği, ürediği yerin aynı olduğunu görmek istemiyorlar. Duymak dahi istemiyorlar. Çünkü duyduklarında ne kadar da boş ve ne kadar da ikiyüzlü olduklarını, aslında kendilerinin de bütün bu adı çıkmış adamlardan bir farklarının olmadığını ve ne kadar da ellerinin boş kalacağını biliyorlar.
Bütün bunların ötesinde, en çok dokunan, kendileriyle öyle gururlu öyle gözleri dönmüş ki kendilerinden başka mücadele verenlerin olduğunu, mücadelenin onlarca yolunun olduğunu, eğer gerçekten özgürlük ve eşitlik kavgasına inanmışsan her yolu her şekilde zorlaman gerektiğini görmüyorlar. Sadece yüz çeviriyorlar. Bıyık altından gülüyorlar.
Oysaki kimse onaylanma da beklemiyor zaten.
Oysaki beklediğim korku. Korksunlar istiyorum. Kadınların öfkesinden korksunlar. Bu mücadelenin solcu-sağcı artık ne ise bütün erkeklere, erkekliğe ve bütün baskılara karşı olduğunu bilsinler. Kadınların yüz yıllardır mücadele verdiğini, bedel ödediğini, korkmadığını, yılmadığını ve mücadelemizi tam da yanı başımızdaki erkeklere karşı verdiğimizi bilsinler.
Hayat bana nasıl her gün ataerkinin yeni bir yüzünü gösteriyorsa onlara da kadınların güçlü olduğunu ve feminizmden korkmaları gerektiğini göstersin.
Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi
Bir şeycik olmadı – Deneyin lütfen –
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın
*Gülten Akın şiiri