Ah femihat, kim bilir nasıl güzelsindir en eşsizinden kalender kere kalender. Benim bir keyfi derdim var asıl beni kendimden, ailemden, çevremden uzaklaştıran. İlgisizlik bir yana tabii, ben tüm psikolojik problemleri anlayıp anlayıp; her derde deva olmaya çalışıp çalışıp kendi kelime el süremiyorum. Yaklaşık 2 buçuk yıldır hayatıma benden daha değerli olmadığını düşünüp kimseyi almadım. Hala da almamakta kararlıyım, aşık geliyor kanka gidiyorlar öyle delicesine bir inat benimki. Elbet arada bir hoş hoş kıpraşıyor, çalkalanıyor ayran gönlüm. Ama kendimi öyle net bir şekilde inandırmışım ki bu boşluğun aslında bir dayatma olduğuna. Düşüncem değişmiş değil, bu erkeğe ihtiyaç ürününü hala bir dayatma olarak görüyorum. Sorunum daha da öncesine dayanıyor. Bana zarar veren bir erkek. Sorunun temeli zarar vermesi değil. Benim birine körü körüne bağlanma arzum. Bu arkadaş olur, sevgili olur ne olursa olur. Femihat, ben bir kalemi bile sevsem ömür boyu benimle kalacak sanıyorum. Hatalar yapıyorum ve kendimi kötü biri olduğuma inandırıyorum. Bir ilişkiye girmeye cesaret edemedim. Ama bu kendimi kötü biri olduğuma ikna etmeye çalışan his bana kanımı akıttırdı. Yaptığımın yanlış olduğuna fırsat vermeden kendi cezamı kendi verme isteğim başladı. Nefret demeyelim her insanı az buçuk seviyorum ama bu erkek cinsi kendimi kötü hissettiriyor. Dedim ayşe 2 yıl olmuş gel sen de tut birinin elinden belki sana söylediği hoş şuh sözler biraz aynaya baktığında ”evet ya doğru mu söylüyor ki acaba?” dedirtsin. Ah soluklanayım çok haşinleştim. Sonra gittim bir tanesini beğendim, iyice süzdüm bir kaç gün. Yardımsevere, biraz da umursamaz, temiz birine benziyor. Parayı har vuruyor harman savuruyor falan. Dedim maddeye değer vermeyen manevi bir şeyler arıyordur belki. Günlerce bekledim takip ettim. Sonunda ısrarlara dayanamayıp bir internet sitesi üzerinden takip ettim. Kendimi açığa çıkardım baya baya. Fazla utanmıştım. Sonra öylesine pişman oldum ki, dedim ben yıllardır doğru insanı arıyorum belki? ya da saklıyorum kendimi? Niye ben ayağına gidiyorum, beni fark ederse fark eder etmezse sağ selamet yoluna baksın. Demeye kalmadı ve ne oldu biliyor musun? Önce o da beni takip etti, aradan 5 dakika geçti geçmedi (ki bu 5 tane fotoğrafıma bakmaya yeter) ve o mükemmel takip edilen listesine beni layık görmeyip geri aldı. Kendimi kanımca beğenilmeyen gaffur gibi hissediyorum. Bok gibi hissediyorum. Olmayan özgüvenime bir çare bulun. İnancım yine gitti. Aslında çarelik bir şey de yok. Yalnız anlatmak istedim. Teşekkür ederim.
Rumuz: rumuzsuz
Merhabalar sevgili rumuzsuz,
Bir kere kendini, sana kötü davranan biri yüzünden kötü hissetme. Bu herif yüzünden özgüveninin yerlerde sürünmesine izin verme. Ve aslında senin yazdıkların benim de yarama parmak bastı…
Kendimizden, yaşadığımız yerlerden, hayatımızda olan insanlardan bıktığımız oluyorsa da hepsi insanların ya da kendimizin kabahati mi? Sürüklendiğimiz hızın, bilgi bombardımanının hiç mi payı yok? diye sık sık ben de kendime soruyorum. Neredeyse uyanık olduğumuz zamanların tamamını online (çevrimiçi) ortamlarda geçiriyor, konuşmadığımız kişilerden bile haberler almaya devam ediyoruz. Huyunu suyunu bilmediğimiz, sesinin tonunu duymadığımız, pijamalı halini belki de hiç görmeyeceğimiz insanlar bir tıkla hayatımıza bağlanıyor, bir tıkla senelik bağlılıklar sona eriyor. Üstelik karnavalı andıran bir görsel cümbüşün içinde yalnız hissetmek handiyse rutin bir duygu halini alabiliyor. Seçeneklerimizin sınırsız olduğu, kendi seçimlerimize göre her şeye ulaşabileceğimiz vaadinin içinde bunca yalnızlık, ilgisizlik, özgüvensizlik, beğenilmeme kaygısı reva mı? Böyle böyle düşünürken sırf kendimize, çevremizdekilere değil zamanın getirdiklerine de daha iri gözlerle bakmak gereği duyuyorum. Yaşadığımız çağ kalender meşrepliler de dahil herkesi yoruyor galiba… Güzel olan şu ki yaprak döken yanlarımız yine de bahara hazırlanabiliyor. Bir tutam sabır ve çabayla ne yollar aşılıyor, ne maceralar yaşanıyor.
Bir sevgiliye, sevecek birine duyulan ihtiyaç, doğru insanın bir yerlerde olduğu inancı, bağlanma arzusu ile deneyimlerin arasındaki uçurum, kendimize cezalar yâr bildiklerimize elveda biletleri kesmelerimiz hiç eskimeyen meseleler… Bazen “biri olsun da kim olursa olsun” diye aşık olası geliyor, bazen uygun koşullar yokken vakitsiz açan meyve ağaçları gibi bir sevgililik burnunda bitiveriyor insanın; fakat yaygın olmayan bir fikir var: Yalnızlığın da sevgi ve bağlılıkla dolu olabileceği. Sevgilisiz yaşamanın ille de sevgisizlik olması gerekmediği. Sevmenin yollarının kişiler kadar çok, çeşit çeşit olduğu fikri giderek soluklaşıyor. Böylece bütün hayaller, hikayeler hep iki kişilik aşklı şeylere dönüşüyor, özellikle de er ve dişi kişi. Oysa hayat bunun aksini ispat eden tonlarca farklı hikayeyle örülü. Benim mahallemde, farklı farklı yollardan bir noktaya varmış, erkeksiz evlerinde kendileriyle kâh neşeli kâh hüzünlü tıngır mıngır yaşayan pek çok kadın var. Onların da yalnızlık çektikleri oluyordur belki. Yine de sığacak kap bulamamış, kaygı dolu bir hayatları varmış gibi durmuyorlar. Sık sık neşeli kahkahalarına, başlarına gelen sıkıntılarla boğuşurlarken nasıl hızlıca dayanışma kurduklarına şahit oluyorum. Hiç de bir başlarına kalmış, yapayalnız gözükmüyorlar, sadece kendileriyle yaşıyorlar o kadar. Ben, kendim, keyfim ve kahyası temasını gerçekte sahiplenen çok daha fazla sayıda kadın olduğuna eminim, her ne kadar aylaklık, tekillik erkeklerin tekelinde bir temaymış gibi tüm filmleri, romanları, hayatları kaplasa da.
Bu güzel dertleşme için ben de sana teşekkür eder, hüzünlü gözlerinden öperim.