Pazar yeri kalabalık, gürültülü, bağırış çağırış, şenlikli bir yer çağrıştırır ya insanda, buradaki sessizlik ve boşluktan ürperiyorum. Tezgahların başında olması gereken kadınlar, onların eteklerini çekiştiren zırlayan çocuklar nerede?
Pazar sabahı. Zihnim uyanır gibi ama bedenim uyanmak istemiyor. Bacağım tanıdık bir sıcaklığa değiyor. Gülümsüyorum gözlerimi açmadan. O da ne? Burnuma kahve kokusu mu geldi? Gözümü açıyorum. Başucumda mis gibi kokan bir kahve.
Böyle bir pazar sabahına uyanmak şahanedir elbette, kim istemez ki?
Ama öyle olmadı o sabah.
Kulaklarımı zorlayan bir gürültüyle uyandım sabahın beşinde. Uçak gürültüsü gibiydi ama havaalanlarının yakınında duymaya alıştıklarımdan daha güçlüydüler. Bir iki üç dört beş. Biri bitiyor biri başlıyor. Sersemliğim geçince anladım savaş uçakları olduğunu. Peş peşe kalktılar. Nereyi vuracaklar acaba diye düşündüm. Aklıma geleni kovalamaya çalıştım. Başaramadım.
Jiyan Semt Pazarı’nı görmeye kararlıyım bugün. Diyarbakır Bağlar Belediyesi’nin 2013’te kurduğu ve sadece oradaki değil, bu haberi duyan tüm kadınlar arasında heyecan yaratan bir kadın pazarı, feminist bir pazar. Hakkında pek çok haber okudum ama son okuduklarım kaygı vericiydi.
Kasım 2017’de Bağlar Belediyesi Jiyan Semt Pazarı’nda, haftanın bir gününü erkek pazarcılara açmak istemişti. Kadın pazarcılar şaşkın ve öfkeliydi. 2013’te şiddet mağduru ve çalışmak isteyen kadınların istihdam edilmesi amacıyla kurulmuştu. Pazardaki 83 tezgahın tamamını kadınlar çalıştırıyordu. Ancak, Bağlar Belediyesi erkek pazarcıların mağdur edildiğini ileri sürerek, haftanın bir günü karma pazar yapma kararı almıştı. Buna karşı üç bine yakın imza toplamış pazarcı kadınlar. Bu konuda belediyeden bir söz almışlar.
Bir de sabit pazar yerinde umdukları işi yapamadıklarını, buna çözüm olarak Gezici Kadın Pazarı kurduklarını okudum. Jiyan Semt Pazarı, haftanın iki günü sabit yerinde, diğer günler başka semtlerde kurulmaya başlanmış.
Epey bir dolanarak ve sora sora buluyorum sabit pazarın yerini. Diyarbakır’ın bahar güneşi bile iflahınızı kesebilir bilesiniz. Dışardan bakınca sanki içerde kimseler yok gibi bir hisse kapıldım. Kapısı olduğunu düşündüğüm yerden kimse girip çıkmıyor. İçerdeki tezgahlarda daha çok kıyafetler var. Ayakkabılar, çoraplar, eşarplar ve de asılı elbiseler.
Pazar yeri kalabalık, gürültülü, bağırış çağırış, şenlikli bir yer çağrıştırır ya insanda, buradaki sessizlik ve boşluktan ürperiyorum. Tezgahların başında olması gereken kadınlar, onların eteklerini çekiştiren zırlayan çocuklar nerede? Kimisi gür kimisi kulakları tırmalayan tiz sesiyle seslenen pazarcı kadınlar nereye gitmiş? Terk edilmiş bir ev gibi sanki. Eşyalar yerli yerinde, kımıldamaktan korkar gibi duruyor.
Bu boşluk ve sessizlikle baş etmeye çalışırken, sol tarafta tezgahların arasında birkaç kadın gördüm. Biri dikiş makinasının başında bir şeyler dikiyordu. Dikiş makinasını konfeksiyon atölyelerinde kullanılanlara benzettim. Yeni duruyordu. Evde annemin kullandığına benzemiyordu. Kocaman sanayi tipi iki beyaz makarası vardı. Ne diktiğini görmeye çalıştım göz ucuyla. İşini yaparken rahatsızlık vermekten çekindim sanırım. Uzun etekli bir elbiseye benzettim. Hemen yanında oturan ve dikkatli bir şekilde onu seyreden kadın için diktiğine kanaat getirdim. İkisi de konuşmuyordu. Biri dikiyordu, diğeri seyrediyordu.
Arkalarında da plastik sandalyelerde oturan iki kadın vardı. Yanlarına doğru yürürken, her halimden buraların yabancısı olduğumu anlayacaklarını ve tedirgin olabileceklerini düşündüm, tedirgin olan benim oysa.
Dikiş diken hiç istifini bozmadan işine devam ediyor. Yanındaki kadın da ona bakmayı sürdürüyor. Arkada oturan kadınlardan gülümsememe gülümsemesiyle cevap verene yaklaştım. Selam verip kendimi tanıttım ve sordum; “Burası hep böyle boş mu?”
Anadilinde değil de benim dilimde cevap vermesinden mahcubiyetle karışık mutluyum. Konuşabileceğiz. İlk açıldığı günlerde çok ilgi gördüklerini ama bunun kısa sürede tersine döndüğünü anlatıyor.
Açıldıktan bir yıl sonra Kobane savaşı, sonra Sur’daki çatışmalar, en son da bölgedeki belediyelere kayyum atanması her şeyi değiştirmiş. “Bir rahat yüzü görmedik, nefes alamadık ki” dedi.
Çevrede yaşayanların, pazar yerine marketleri tercih etmesinin de etkili olduğunu düşünüyordu. Bu arada pazarcı kadınların da hataları olduğunu söyledi. “Nasıl hatalı?” diye sordum.
“Biz hiç çalışmamıştık, ev işi yapmaktan başka bir şey bilmiyorduk. Pazarcılık nedir bilmiyorduk ki. Bir malı kaça satıcan, müşteriyle nasıl konuşucan? Bazı kadınlar pahalıya satmak istedi. Müşteriyle kavga edenler oldu. Bu işi öğrenmek lazımdı yani. Öğreten olmadı, öğrenmeye de fırsatınız oldunuz mu desen, olmadı valla. Azıcık huzur bulduk sanmıştık ki, savaş, bombalar, ölümler. Uyku bile uyuyamazken sabah kalkıp nasıl pazarcılık yapasın? Zaten bir şey bilmiyorsun, öğrenmeye de ne hevesin kalıyor ne imkanın.”
O gün sebze satan kadın pazarcıların başka semte gittiğini de öğrendim bu arada. Hiç sebze tezgahı olmamasının nedeni buymuş meğer.
Dikiş makinasının başındaki genç kadın, diğeriyle sohbetimiz sona erince bir ara başını kaldırdı; “Çalışmak güzel bir şey. N’olursa olsun çalışmak istiyoruz. Bugünlerin geçeceğine umudum var” dedi.
Teşekkür edip, birkaç da fotoğraf çekip ayrıldım yanlarından.
Zamanında ne güzel bir şey yapmış belediye diye düşündüm. Güzel şeyleri nasıl mahvediyoruz diye düşündüm. Dikiş makinasının başındaki genç kadını düşündüm. O umutluyken sana da n’oluyo, var mı öyle enseyi karartmak diye düşündüm. Dışarda zalim bir güneş beni bekliyordu, korkma yürü diye düşündüm. Alt tarafı kızarırsın, derin soyulur, yenisi gelir…