Merhaba Femihat,

Ben kendini neredeyse doğduğundan beri feminist olarak tanımlayan heteroseksüel bir kadınım. Yıllardır hayatımın her alanında her çevreye karşı kadın mücadelesi verdim diyebilirim. Aynı zamanda da kendi kadınlık mücadelemi. Kendim kalmak, özgür yaşamak, kendimi sevmek ve sevdiğim bir ben inşa etmek için çok okudum çok gezdim çok savaştım. Bu yolculuğun hiç bitmeyeceğini bilmekle birlikte şu an olduğum noktadan, bugünkü kendimden çok memnunum. Seviyorum onu baya. Yaralı yarasız pek çok gönül macerasından sonra bir gün ansızın beni olduğum gibi seven (en feminist halimle) biri girdi hayatıma. Fakat bu erkeklerin en cinsiyetçi olmayanı bile bir yerde cinsiyetçi sanki. Bir yerde bir duvarını yakalayıveriyorsun. Öyle bir nokta geliyor ki ‘ben bunca yıl neyin mücadelesini verdim’ hissine kapılıyorsun. Peki biz feministler ne yapacağız o halde? Hiç mi aşık olmayacağız? Zira ben aşkımdan ölsem bile emek emek ördüğüm kendimden vazgeçmeyeceğim. Ama aşk da güzel hem de bunca yıl sonra onu bulduğuna inanmışken.

Rumuz: Aşık Feminist

Merhaba Aşık Feminist,

Bana yazdığın için teşekkür ederim. Kendinle, hayatla ve toplumla verdiğin özgür yaşam mücadeleni selamlıyor, sana güç ve sabır diliyorum 🙂

Ne demiş canım Bergen; “Tanrım cinsiyetçi kullarını sen affetsen, ben affetmem!”

O zaman buradan tüm cinsiyetçilere seslenelim mi? Hellooooo! Cinsiyetçiliğin, evet içine doğduğunuz, ama sonra da konforundan yararlanmaya devam ettiğiniz bir şey olduğunu biliyoruz. Hadi itiraf edin, 21. yüzyılın her derde deva Google arama motorunun iyi yanlarını almamayı ve cinsiyetçi davranışlarınızın ardından aldığınız her uyarıya “Amaan, sen de feminist!” demek suretiyle birazdan da devam edeceğiniz yeni rüsva davranışlarınızın sorumluluğundan kaçmayı tercih ediyorsunuz ve bunun için de müdahalelerimizin itici olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz bizi. Ama yo dostum, itici olan biz değiliz, cinsiyetçiliğiniz! Kıpsss 😉

Erkeklerin her gün vazgeçmeleri gereken bir ayrıcalıklar toplamından, hele ki gönüllü olarak çekilmelerini beklemek, esasında bana naif geliyor biraz. Oysa ki patriyarka, erkeklere de çok sınırlı varoluş biçimleri dayatıyor. Dolayısıyla cinsiyete dayalı ayrıcalıkları reddetmek, erkeklerin kendi özgürlükleri için de vermeleri gereken bir mücadele bence. Ancak buradan bir davet anlamı da çıkmasın ha, azıcık ötede veriversinler mücadelelerini 😉

Öte yandan erkeklerin, çabalarına rağmen cinsiyetçilikten tamamen sıyrılabileceğini söylemek de çok ciddi bir iddia olur. Yani yalnızca fiziksel varlıkları ile hiç kıpırdamadan, üstelik doğrudan kendilerine ya da niyetlerine de bağlı olmaksızın yeniden ürettikleri bir sürecin, aynı zamanda yararlanıcısı olmaları sonsuz bir döngü (loop) tabii. Ay valla işleri zor, çok kolay gelsin diyelim 🙂

Peki sen bunca yıl neyin mücadelesini verdin? En başında ne güzel söylemişsin; sen bunca yıl var olmak, kendini tanımak, sevmek kadar kıymetli bir süreç için mücadele vermişsin.

Neredeyse kaçınılmaz olarak aşık olacağız elbette. Ama aşkın bize öğretilenin aksine rahatsız ve mutsuz etmeyen bir şey olması gerekiyor en azından.

Heteroseksüel aşk/ilişkilerdeki sorunlara dair her mektup alışımda, hepimizi saran ve bize dayatılan hetero-patriyarkal kalıplarla örülmüş bir “aşk” dışında başka bir aşk mümkün mü sorusunu düşünmeden edemiyorum. Beraber düşünmeden edemeyelim diyerek sonlandırıyorum mektubumu 🙂

Sevgiyle,

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.