“Benim adım Fatima Daas. Mazoziya, yani en küçük kızım. Gelişine hazırlanmadığınız. Cezayir kökenli Fransız. Müslümanım. Her gün üç saatten fazla vaktini ulaşım araçlarında geçiren bir Clichy’li. Parislilerin davranışlarını gözlemleyen banliyölü o kız. Ben bir yalancıyım, bir günahkar. Gençken düzensiz bir öğrenciydim. Yetişkin olaraksa aşırı uyumsuzum. Kendi hayatımı yaşamaktan kaçmak için hikayeler yazıyorum. Evimizde aşk da cinsellik de tabuydu. Nina hayatıma ilk girdiğinde, neye ihtiyacım olduğunu da neyin eksik olduğunu da hiç bilmiyordum.”
La Petite Dernière (Tekne Kazıntısı), 26 yaşındaki Fatima Daas’ın geçen yıl yayınlanan ilk romanı. Otobiyografik öğeler içeren kitap, parçalar halinde kurgulanmış bir iç döküşe benziyor.
Kitabın yazarla aynı ismi taşıyan baş kahramanı Fatima, Fransa’da yaşayan Mağrip kökenli bir ailenin en küçük kızı. Hayatının büyük bir bölümü, Paris’in doğusundaki Clichy-sous-Bois banliyösünde geçiyor. Çoğu göçmenlerden oluşan ve hatta 2005’teki meşhur banliyö isyanlarının yaşandığı yerlerden biri burası. Fatima, ailesi gibi inançlı bir Müslüman. Ailesinden gizli yaşadığı lezbiyenliğinin, inancıyla çelişip çelişmediğine kafa yoruyor. Bu arada kronik astım hastalığıyla boğuşuyor; okulda eskaza ödevini iyi yaparsa hocaların kendisini (başka öğrencileri değil, sadece kendisini ve kendisi gibi görünenleri) kopya çekmekle suçlayacağının bilgisiyle baş etme yolları arıyor; kendi dili saydığı ama aksanı yüzünden akrabaları arasında alay konusu olan Arapça’yı cümlelerinin içine serpiştiriyor.
Bir araya geldiklerinde şiir gibi okunan fragmanlardan oluşan bu küçücük kitapta bizi çarpan o kadar çok şey oldu ki. En başta, son zamanlarda okuduğumuz “derdi olan” kitapların pek çoğunun ötesine geçen çok boyutluluğu. Nitekim çeşitli kimliklerin dertlerini kendine dert edinen ama o kimlikleri taşıyan kişiler sadece o bir tek kimlikten ibaretmişçesine tek boyutlu karakterleri önümüze süren o kadar çok sanatsal ürünle karşılaşıyoruz ki. Daas’ın anlatısı hem bu eğilime meydan okuyor hem de bunun aynadaki aksi olan, kesişen kimlikleri üst üste yığılmış bir mağduriyetler silsilesi olarak yansıtma haline. Daas’ın çizdiği kişiliğe inanıyoruz, dertlerini anlıyoruz, kendi dertlerimizle onun dertlerini konuşturabiliyoruz. Hiçbir çevreye tam ait olamayışını; lezbiyen çevreler için çok Müslüman, Müslüman çevreler içinse bambaşka bir hayat yaşıyor oluşunu; annesi ve babasıyla, Cezayir’deki akrabalarıyla karmaşık ilişkilerini; sevgililik ilişkilerindeki ve kendi cinselliğine yönelik kafa karışıklıklarını yalın ama çok sahici bir şekilde okuyoruz.
Kitap bizim için içeriği kadar zamanlamasıyla da çarpıcı oldu, çünkü elimize tam Özgür Sevgi Göral’ın şu isabetli yazısını okuduktan sonra geçti. Annie Ernaux’nun muhteşem Seneler kitabına çok yerinde bir eleştiri getirerek, Seneler’in politik öznesinin “banliyölerden, siyah, Arap ya da göçmen kökenli Fransızlar’ın gündelik ve politik seslerinden, bedenlerinden, tecrübelerinden ve mücadelelerinden” süzülen sesi duyamıyor olduğuna işaret eden bu yazıya hemen verilmiş bir cevap gibi La Petite Dernière: Her fragmanın başında mantra gibi tekrarladığı “Benim adım Fatima Daas” cümlesinde; Cezayir kökenli, Müslüman, lezbiyen bir kadının kendi sesini edebiyata, Fransa’nın bugününe, politik özneliğe tekrar tekrar kazıyışını okuyoruz adeta. Edebiyat çevrelerinde Fatima Daas’ı Annie Ernaux’nun selefi olarak görenlerin de çok olduğunu not edelim.
Ayrıca kitabın yakında Türkçe’ye çevirileceği mutlu haberini aldık. Kitabın Türkçe baskısını beklerken, Fatima Daas’ın dünyasına dair fikir edinmek isteyenleri Alâra Kuset ve Siren İdemen’in Bir+Bir için çevirdiği söyleşiyi okumaya davet ediyoruz.