El ele tutuşup, dayanışma ile, örgütlü mücadelemiz ile, bizleri geri sokmaya çalıştıkları o dolapları belki de kırmak gerekiyor ki bizi bir daha içine sokmaya çalışamasınlar. Bunun da yalnız yapılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum bu nedenle bu yazıyı okuyan herkesi pazar günü yapılacak onur yürüyüşüne, yalnız olmadığını görmekten gelecek iyi hissetme halinin bir parçası olmaya çağırıyorum.
Bu yazı bir kişisel tarihtir. Bir geçmişi hatırlama çabası, biraz özlem, geleceğe dair bolca umut ve bir davet içerir. Yanlış hatırladığım şeyler varsa affola…
Yıl 2015, hava sıcak, 13. İstanbul Onur Yürüyüşü’ne birkaç saat kalmış, Boysan (Yakar)’ın sokağındaki bakkala bıraktığı bilgisayarını almış, Harbiye’de bir kafeye oturmuş onur yürüyüşünde okunacak basın metnine son halini vermeye çalışıyoruz. Telefon çaldı, Beyoğlu Emniyeti’nden daha önceki senelerden de tanıdığımız bir komiser yürüyüşle ilgili sıkıntı çıktığını, valilikten gelen emre göre yapılamayacağını söyledi. “Nasıl yani ya” şokumuzu ve ışık hızıyla toplanıp kendisiyle görüşmek üzere Taksim’e varışımızı hala unutmam. Bu kendi kişisel tarihimde gelen ve daha sonra bin bir bahane ile rutine bağlanacak yasakların ilki olmuştu. Bizim kadar komiser de gelen bu yasağa şaşırmış ve “sizin tanıdığınız milletvekilleri vardır, onlar arasın, belki fikir değiştirirler, yoksa ben de size müdahale etmek istemem” demiş, biz de tanıdığımız kim varsa aramaya başlamıştık. Valiliğin yasak konusunda öne sürdüğü gerekçe yürüyüşün Ramazan ayına denk gelmesiydi. Ancak bence gerçek neden 2014 senesinde 80 bin kişiyi etrafında toplayacak bir harekete dönüşmüş olmasının bazılarına fazla gelmesi ve diğer ‘büyük toplumsal hareketler’ gibi yasaklılar sınıfına alınmasıydı. Sonrası bol telefon trafiği, polis şiddeti, gaz bulutu ve plastik mermi doldu.
O gün aramızda olan ve adlarını özellikle belirtmek istediğim Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Beyza Üstün ve Sezai Temelli ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Selina Doğan, Mahmut Tanal ve Almanya Sol Parti Berlin Eyalet Meclisi Üyesi Hakan Taş’ın basın açıklaması yapmasına valiliğin izin vermesi ile, onlarla birlikte birkaç aktivistin gökkuşağı bayrağı açarak yürümeye başlaması sonrasında onlara sokaklar arasında bekleyen insanların katılması ile teoride yasak pratikte gerçeğe dönüşen yürüyüş, basın açıklaması esnasında polis saldırısı ile yarıda kesilmiş olsa da Tünel’e kadar sürdü. Polis, çoğu onur haftası komite üyesi için “şükür bu onur haftasını da atlattık” hissi veren onur haftası kapanış partisini de gazlamayı ihmal etmedi.
….
2016 senesi, Türkiye tarihinden hatta dünya tarihinden silsek, denebilecek bir seneydi. Patlayan bombalar, kaybettiğimiz dostlar, IŞİD saldırıları ve OHAL bahanesi ile engellenen kitlesel eylemler… Bu seneye dair civcivli geçen komite toplantılarından ya da iki dirhem bir çekirdek hallerimiz ile gittiğimiz vali yardımcısı ile görüşmede ilk ağızdan ‘IŞİD’den istesek koruruz ama istemiyoruz o nedenle yürüyüşü yapmayın’ temalı ‘devlet baba’ tavsiyelerinden bahsetmek yerine Türkiye toplumsal muhalefeti için bence bir devrim niteliğinde olan ‘dağılıyoruz’ stratejisine atlamayı tercih etmekteyim. Bunca sıkışmışlık içerisinde mücadele insanlar tarafından bir noktadan öte her yere, kendi evine, sokağına, mahallene, vapuruna, dernek binana, en sevdiğin bar içine, okuluna ve Taksim’in tüm sokaklarına taşınan bir hale dönüşmüş oldu. Bizim ‘her yürüyüşümüz aslında bir onur yürüyüşü’ ise neden her mekan aslında bir miting alanı olmasındı? Madem bize dağılın diyorlardı, biz de bir çok yere dağıldık, bir tane yerine onlarca onur yürüyüşü yaptık.
Bundan sonra olanları odağı Istanbul’dan Türkiye’ye çıkartarak özetleyecek olursak, 2017 senesinde Kuirfest’in yasaklanması ile başlayan yasak dalgası 2018’de Ankara’da LGBTİ+ etkinliklerin ilk defa ve süresiz olarak valilik tarafından yasaklanmasıyla devam etti. 2018 senesinde Adana LGBTİ+ Dayanışması’nın Adana’da ilk kez yapmayı planladığı yürüyüş valilik tarafından “kamu güvenliği” ve “toplumsal duyarlılıklar” gerekçe gösterilerek yasaklandı. Son 4 sene Antalya, İzmir ve Mersin onur haftalarına gelen benzer gerekçeli yasaklar ve yasaklara rağmen süren mücadele ve dayanışma ile geçti.
Bu süreçlerin detaylarına dair bilgiyi basit bir Google araması ile rahatlıkla bulabilirsiniz. Ben bu noktada detaylara girmek yerine 16 yaşıma geri dönerek ilk onur yürüyüşü deneyimime atlamayı tercih ediyorum. Onur yürüyüşüne ilk defa 16 yaşında İngiltere’de katıldım. O güne dair bir çok detay hala hafızama kazılı bir şekilde duruyor. Daha sonra Lambdaistanbul ile tanışmam ve LGBTİ+ hareketinin bir öznesi haline geldiğim süreçte hem Türkiye’de hem yurtdışında birçok onur haftasına ve onur yürüyüşüne katılma şansı buldum. Kendini kabul etmek ile kendi varoluş şeklinle mutlu olmayı kutlamak arasında gerçekten büyük bir fark olduğunu onur yürüyüşleri sayesinde fark ettim. Kendinin farkına varmak, kendini kabullenmek, kendini sevmeye başlamak, bunlar farklı süreçler. Bazılarımız için daha kolay, bazılarımız için ise zaman alan süreçler ve benim için katıldığım o ilk onur yürüyüşü kendini tanımak, kabul etmekten kim olduğumu sevmeye ve bundan onur/gurur duymaya geçişimi sağlayan bir deneyim olmuştu. Bir arada, nasıl olmak istersen öyle var olabildiğin bir kitle içerisinde olmanın inanılmaz bir güçlenme yarattığını ve kişiye çok iyi geldiğini tam da bu nedenle umutsuzluk, korku siyaseti yürüterek hayatımıza zulmetmeye çalışanlar tarafından tehlikeli bulunduğunu ve yasaklanmaya çalışıldığını düşünüyorum. Onur yürüyüşüne her saldırılarında, her etkinlik yasağında, bizden, iyi olma halimizi, birbirimize iyi gelme halimizi çalmak, bizi yalnızlaştırmak, çıktığımız, çıkmaya çalıştığımız dolaplara bizleri yeniden sokmak istiyorlar.
El ele tutuşup, dayanışma ile, örgütlü mücadelemiz ile, bizleri geri sokmaya çalıştıkları o dolapları belki de kırmak gerekiyor ki bizi bir daha içine sokmaya çalışamasınlar. Bunun da yalnız yapılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum bu nedenle bu yazıyı okuyan herkesi pazar günü yapılacak onur yürüyüşüne, yalnız olmadığını görmekten gelecek iyi hissetme halinin bir parçası olmaya çağırıyorum. Ve lütfen pazar günü sonuç ne olursa olsun umutsuzluğa kapılmayın. Bugün ya da yarın bu düzen elbette değişecek çünkü bunu birlikte değiştireceğiz.