Gülayşe Koçak’ın ilk romanı Çifte Kapıların Ötesi 25 yıl önce yayımlandığında özellikle psikiyatrinin mahremine dokunması (yani “terapötik ortam”ı, “aktarım”ı, “bağlanma”yı büyük bir samimiyetle anlatması) bakımından dikkatleri çekmiş. Kitapta bir kadının iyileşme sürecini kırılgan bir neşeyle “kendini tanıma” sürecine, gönüllü bir iç yolculuğa çevirmesine tanık oluyoruz. İki çocuklu, çalışan bir kadının yaşadığı nefes darlığı, yutkunma zorluğu, “büyük bıkkınlık”, kafasındaki sis, erkek egemen toplumda bütün kadınlar için oldukça tanıdık. Eşitsizlikle beslenen adaletsizlikleri kadınların “yutmasının”, “uyum göstermesinin” beklenmesi başlı başına adaletsizlikken, hele bir de o ağır suçluluk duygusu? Aynı anda hem yetersiz hem fazlalık olduğunu hissetme hali… Psikiyatride vaka öykülerini sadece (ve genellikle de erkek) hekimlerin dilinden dinlemek istemeyenlerin sevebileceği romandan kısa bir alıntı:
“Sizi yaşatan, umut: Bu hoşgörüyse kaynağını buradan alıyor. Canınızdan bezmişsiniz, bir asalak gibi, hiç kimseye hiçbir şey vermeden, dünyaya hiçbir güzellik katmadan yaşıyorsunuz, bir fazlalıksınız burada, üstelik burada var olmaya layık olanların payından yiyor, içiyorsunuz. Umut olmasa, böyle bir ruh hali içinde burada bir dakika daha durulur mu? Evet, iyi kötü bir umut olmasa, insan kendine bir hekim arar mı?”
Çifte Kapıların Ötesi, roman, 184 sayfa. Birinci baskı: Oğlak Yayıncılık (1994). İletişim Yayınları (2002), Yapı Kredi Yayınları (2013 ve 2017).