Kadın emeği ile kapitalist üretim tarzı arasındaki ilişkinin anlaşılabilmesi patriyarka ve kapitalizmin aynı ağırlıkta birlikte ele alındığı ikili sistem teorisi ile mümkündür. Kadınların konumunun ve karşılıksız ev emeğinin eksiksiz bir tahlili de, ancak bu iki sistemin birbiri ile kurduğu ilişkide açığa çıkabilir.

Toplum hizmetlerini toplumdaki “yaşatan”ların ihtiyaçlarına dayandırırsan ve onların başkaları için gerekli gördüğü şeyleri gündemine alırsan, işte o zaman “yaşatan ekonomi”ye benzeyen bir ekonomi ortaya çıkar[1]

Selma James

Dünyanın rayından çıkmış bir avuç tehlikeli muktedirin güç ve kâr hırsı uğruna her gün daha fazla uçurumdan sürüklendiğine şahit olurken Küresel Kadın Grevi, İspanya’da, İtalya’da, Güney Amerika’da kitlesel halde kadınları harekete geçirerek hepimiz için yeniden kurulması mümkün olan bir geleceğe rehberlik ediyor. Tabii bu gelecek, temelde patriyarkanın alt edildiği, kadınların, lgbti+’lerin, göçmenlerin, mülksüzlerin ve beraberinde tüm ezilenlerin özgürleşmesine olanak sağlayacak bir gelecek. Bu nedenle hareketin tarihsel politik izleğini ortaya koymak ve ortaya çıkardığı tartışmaları yeniden gündeme getirmek önemli.

2018 1 Mayıs’ına yaklaşırken bu yazının, patriyarkal-kapitalist sistem ile kadın emeğinin ilişkisini yeniden hatırlamaya ve Küresel Kadın Grevi gündemi ile geçmişte sosyalist feministler tarafından önerilmiş ev içi emeğin ücretlendirilmesi tartışmasına bir giriş yaparak bugünün feminist mücadelesi için yeni sorular türetmeye aracı olmasını umuyoruz.

Eviçi emeğin ücretlendirilmesi ve Küresel Kadın Grevi

Emek gücünün üretimi ve yeniden üretimini gerçekleştirmesi nedeniyle, eviçi emeğin ücretlendirilmesi önermesi 1970’lerde başta İngiltere, Amerika ve İtalya’daki sosyalist feministler tarafından dillendirilmiş, daha sonra, Almanya, İsviçre ve Fransa’da destekleyicilerini bulmuştur. Kırk yılı aşkın süredir hakim iktisadın rasyonellik iddiasının temelde patriyarkal çıkarlar etrafında nasıl hegemonik bir güce ve söyleme dönüştüğünün feminist iktisatçılar tarafından açığa çıkartılmasıyla beraber, emek ve eviçi emek süreçlerinin ekonomi politikalarına yansıması etrafında şekillenen tartışmalarda feministler, eviçi emeğin ücretlendirilmesinden, eviçi emeğin değişik kademelerde kamusallaştırılmasına, ve dahası üretim ve yeniden üretim süreçlerinin parçalanarak cinsiyetsizleştirilmesine kadar farklı politik önermelerde bulunmuşlardır.

1972 yılında Silvia Federici, Selma James, Brigitte Galtier ve Mariarosa Dalla Costa başta olmak üzere bir grup feminist tarafından başlatılan “Evişlerinin Ücretlendirilmesi için Ulusal Kampanya (International Wages for Housework Campaign)” bu yeniden üretim meselesini temel bir sorun haline getiren en önemli hareketlerden biridir. Kadınlar tarafından üretilen ücretsiz emeğin hakkını arama girişimi olarak başlayan bu hareket kısa sürede çok sayıda ülkeye yayılmıştır. Hareket üçüncü dünya ülkelerindeki kentli kadınlar, siyah kadınlar, lezbiyenler, seks işçileri, görünen ve görünmeyen engelleri olan kadınlar arasında ağ oluşturmayı hedeflemiş, aynı zamanda eviçi emeğin ücretlendirilmesi tartışmalarının daha geniş bir perspektiften ele alınmasını sağlayarak cinsiyetin sınıf ve ırk tartışmalarıyla birlikte ele alınmasını önermiştir. Bu seyirde, 1975 yılında İzlandalı kadınlar ilk defa ücretli ve ücretsiz emeği gündeme aldıkları, ulusal çapta bir grev çağrısı yapmışlar ve “kadınlar durduğunda dünya durur” sloganı bu grevle birlikte yaygınlaşmıştır.

Kampanyanın rüzgarıyla aynı yıllarda İngiltere’de Selma James’in de dahil olduğu “Küresel Kadın Grevi” kurulacaktır. Selma James sınıfın cinsiyet ve ırk meselesinden ayrı düşünülemeyeceğini siyah kadınlar bağlamında ele alır ve İtalyan feminist Mariarosa Dalla Costa ile birlikte “Kadınların Gücü ve Toplumun Altüst Edilmesi[2]adlı bir kitapçık çıkartarak ücretsiz-emek tartışmalarını geliştirir. Kitapçık, yazarların deyişiyle “kızkardeşliğe maddi bir temel bulma” girişimidir aynı zamanda.

Emeğin ücretlendirilmesini savunan feministler, kadınların emeğinin toplumsal görünürlük kazanmasının bir “işçi” olarak statü edinmeleriyle, yani ücretlendirilerek endüstri ilişkileri sisteminin bir tarafı olmalarıyla mümkün kılınacağına dikkat çekmişlerdir. Ücretlendirilmeyen herhangi bir işin “görünmediği”, ve bunun da politika üretme alanı dışında kaldığı argümanını savunmuşlardır. Buna mukabil ev içi emeğin ücretlendirilmesinin kadınların geleneksel cinsiyet rolünün kurumsallaşmasını sağlayacağı ve bu nedenle cinsiyet rejiminin toptan ilgasına dair mücadelenin başat olduğu, karşıt tez olarak tartışmaya dahil edilmiştir. Kadınların sadece ev emeğinin ücretlendirilmesini ön plana alan bir feminist siyaset tarzının patriyarkanın toplamda yarattığı etkiyi ortaya çıkarmakta yetersiz kaldığı yine bu mücadele hattına gelen eleştirilerden biridir.

Türkiye’de bu tartışmalar uluslararası seyrine benzer olarak ev içi-ev dışı, ücretli-ücretsiz, kurumsallaşma-özgürleşme eksenlerinden yürütülmüştür. Sosyal Haklar için Kadın Platformu’nun 2007 yılında yürüttüğü “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı  (SSGSS)’ye esastan itirazımız var” kampanyası, Sosyalist Feminist Kolektif’in “Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyası, “ev kadınları” için, baba veya koca üzerinden olmayan sağlık ve sosyal güvenlik hakkı, emeklilik hakkı, ev dışında ücretli işlerde çalışan kadınlar için ise eviçi emek yüklerinden dolayı erken emeklilik ve yıpranma payı gibi konularda kapsamlı politika önerileri sunmuştur.[3]

Bugün Küresel Kadın Grevi 1970’lerin dünyasından çok farklı bir dünyada ve yeni içerikler kazanarak kadınları isyana çağırıyor. Bu hareketin içinde sadece ev emeğinin ücretlendirilmesini ön plana alan emek eksenli talepler yok. Bu “yeni” kadın grevi şiddetin son bulmasından, üreme adaletine, çalışma ve sosyal güvenlik haklarından, çevre adaletine, anti-ırkçı, anti-emperyalist ve anti-kolonyalist bir çok farklı söylemin ve talebin aynı anda dillendirilmesini sağlayacak geniş bir spektruma sahip[4]. Bununla birlikte evin içinin birçok asimetrik ilişkiyi aynı anda barındıran bir sarmala dönmesiyle beraber ev içi emek tekrar ama bu sefer yeni dinamiklerle birlikte karşımızda uğraşmamız gereken bir sorun olarak duruyor.

Sermayenin genişleyen yeniden üretimi ve kadın emeği

Kadın emeğinin, kapitalizmin temeli olan sermayenin genişleyen yeniden üretimi ile ilişkisine geçmeden önce şunu belirtmek isteriz ki; burada Hülya Osmanağaoğlu’nun sendika.org sitesinde yayınlanan yazısında sosyalist sola yönelik haklı eleştirisinde de ifade ettiği gibi; feminist hareketi, kendilerini kadın emekçilere bağlayacak volan kayışı olarak gören sosyalist solun[5] yaptığı şekilde kadın özgürlüğünü, sadece kapitalizmin ihtiyaçları ile biçimlenen ev içi emeklerinin sömürüsüne son verilmesi bağlamında kapitalizme karşı verilecek makul bir mücadeleye indirgemiyoruz. Bu yazının sınırlı hedefi, patriyarkanın üretim – yeniden üretim süreçlerindeki işlevini güncel gelişmeler bağlamında analiz ederek tartışmayı zenginleştirmektir.

Kadın emeği ile kapitalist üretim tarzı arasındaki ilişkinin anlaşılabilmesi patriyarka ve kapitalizmin aynı ağırlıkta birlikte ele alındığı ikili sistem teorisi ile mümkündür. Patriyarka, kadınların bugün hala büyük çoğunluğunun ‘hane’ içindeki rolleriyle tanımlanmasına, toplum hayatında yaşam deneyimlerinin ikincil statüde kalmasına, emeklerinin ucuz ve değersiz görülmesine, beden, cinsiyet ve cinselliklerinin verili sınırlar içerisinde sürekli denetim altında tutulmasına, kadınlar olarak kimliklerinin görünmezleştirilmesine, kendi hayatları ile ilgili kararlarında dahi iradelerinin yok sayılmasına, temsili demokrasinin bütün kurumlarında erkeklerden az oranlarda temsil edilmelerine neden olan kuşatıcı ve denetleyici bir sistemdir. Öyle ki, hukukun, ekonominin ve siyasetin kurallarının bu doğrultuda şekillendiği ve eğer kadınlar kendilerine tanınan sınırın ötesine geçmek isterlerse karşılığında bazen canlarına mal olacak “meşru erkek şiddeti”ni tadacakları, bir mutlak erkek hâkimiyeti anlamına gelmektedir. Dahil olan her birey, öznel fikir ve tutumlarından bağımsız olarak patriyarkadan etkilenmekte, onun tarafından belirlenmekte ve dönüşmektedir. Kapitalizm ise, öncelikle bir üretim tarzıdır. Ancak kapitalizme özgü üretim ilişkileri dolayısıyla oluşan sosyal ilişkiler ağı içinde de, toplumsal yaşam, bireyin yaşam deneyimleri ve varoluşu belirlenmektedir. Kadınların konumunun ve karşılıksız ev emeğinin eksiksiz bir tahlili de, ancak bu iki sistemin birbiri ile kurduğu ilişkide açığa çıkabilir.

Marx, para-meta-meta’-para’ çevrimsel döngüsü ile soyutlayarak ifade ettiği sermayenin genişleyen yeniden üretiminde, artı değeri ortaya çıkaranın, üretim sürecine katılan diğer metalara yaptığı müdahale ile onları başka bir metaya dönüştüren emek gücü olduğunu belirtmiştir. Buna göre emek dışında hiçbir girdi unsuru, çıktıya kendi değerinden daha fazla bir ek değer geçiremez. Peki kapitalist sistemin varoluş koşulu olan artı değer yaratımını sağlayan böyle bir “meta”nın değeri neye göre belirlenir? Emeğin “hakkını ödemek” mümkün müdür? Marx, emek gücünün değerini ise; toplumsal olarak gerekli emek zamanı yani emek gücünün kendini yeniden üretmesi için düzenli olarak tükettiği malların değerini üretmeye yetecek kadar zaman ile ifade eder. Ancak Marx’ın burada gözden kaçırdığı emek gücünün verili olmadığı ve birileri tarafından üretilmesi ve yeniden üretilmesi gerekliliğidir. Yani emek gücünün kendini yeniden üretmesi için gerekli emek zamanının bu kadar düşük olması, bu fonksiyonun kadınların ev içi karşılıksız-ücretsiz emekleri sayesinde gerçekleştiriliyor olmasından kaynaklanmaktadır. Sorulmayan temel soru şudur, bu emek neden kadınlar tarafından üretilmektedir? Marx’ın görmediği önemli bir nokta, bundan sermayenin olduğu kadar erkeklerin de doğrudan çıkarlarının olmasıdır.

Yeniden üretim ilişkisine döner ve Türkiye üzerinden ve güncel bir örnekle akıl yürütürsek, asgari ücretin net 1.603 lira olduğu düşünüldüğünde (enformel alanda bu ücretin çok daha altında çalışan işçiler olduğunu da akılda tutarak), ücretli emeğin yarattığı artı değere rağmen 1.603 liraya rıza göstermesi, 1.603 liranın satın alabileceği malların bir başka emekçi; yani ücretsiz hane içi kadın emeği tarafından, herhangi bir parasal karşılık beklemeden, tüketilebilir-kullanılabilir gıda, giyim vb. malzemeye dönüşmesi sayesinde mümkün olabileceğini görürüz. Kadınları bu emeğe mecbur bırakan ise çoğu zaman heteroseksüel evlilik/ ilişki adı altında tabii oldukları patriyarkal ilişkiler sistemidir. Erkek evlenmekle, kadının ev emeğine el koymakta, bedenini denetlemekte ve kadının hane kaynaklarının bölüşümü veya hane üyelerini etkileyecek bir durumla ilgili karar verme ehliyetlerini kısıtlamaktadır. Buraya kadar özetlediğimiz ilişkiler sistemi aslında kapitalistler tarafından hayli farkında olunan bir durumdur. Örneğin Chevrolet Motor Company’nin 1940’da, o dönemde kadınların “zayıf cins” olarak görülmelerinden dolayı, kendilerine uygun görülmeyen araba kullanmaya elverişli olduklarını ispat için bir reklam filmi[6] çektiğini görüyoruz. Belli ki o dönemde reklam maliyetleri şimdiki kadar yüksek değil ki, sekiz dakikalık (!) bu reklam filmi baştan sona, kadınların ne kadar güçlü kaslara sahip olduğunu, çok fazla efor ve güç gerektiren ev işlerini yapabilen kadınların pek tabii ki araba da kullanabileceklerini anlatmaya adanmış. Reklam, kapitalistlerin “işlerine geldiğinde” kadınların ev içi emeğini nasıl da “gördüklerini” ortaya çıkarması açısından önemlidir. Kapitalistlerin kadınların ev içi ücretsiz emeğinin, ücretli emeğin dahil olduğu üretim süreci için nasıl değerli olduğunun idrakinde olduklarını göstermesi açısından bir başka örnek de; Tuzla tersaneler bölgesinde sıkça yaşanan iş cinayetleridir. O dönemde tersanelerde yaşanan ölümlü iş kazalarının nedenlerini araştırmak üzere bölgeye giden ve aileler, işçiler, sendika temsilcileri ve işverenlerle görüşmeler yapan Nevra Akdemir ve Aslı Odman’ın aktardığı şu hikaye tüyler ürperticidir: Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) sözcüsü işveren, “Sizce kazaların nedeni nedir?” sorusuna verdiği cevapta “Dikkat edilirse en çok ölümlü kaza bekar işçiler tarafından gerçekleştirilmektedir. Bekar işçiler çok kötü koşullarda, bir göz odada sekiz kişi yaşayarak, tek bir piknik tüpünde yemek yapmaya çalışarak, kimi zaman aç, üstleri başları bakımsız, belki uykularını dahi almadan işe gelmekte ve dikkatsizliklerinin sonucunda böyle kazalar yaşamaktayız. Oysa evli işçiler öyle mi? Her gün temiz, dinlenmiş, karınları doymuş bir biçimde işe gelirler ve kazasız işlerini yerine getirirler” minvalinde bir açıklama yapmıştır. İşverenler işçi olan erkeğin yeniden üretiminin, yani karnının tok, sırtının pek tutulmasının o işçinin verimi için ne kadar önemli olduğunun sarih bir şekilde farkındadır.

Aynı zamanda, bugün kadınların artan oranda istihdam piyasasına girmesiyle birlikte Türkiye’de ev içi yeniden üretim ve bakım emeğinin kimi unsurları devlet tarafından kısmi olarak ücretlendirildiği de son gelişmelerle birlikte görülmektedir. Evde engelli bakımı ve “büyükanne maaşı” uygulamaları bu kapsamda değerlendirilebilir. Buna göre evde engelli yakınlarına bakan kadınlar için hane geliri 967 TL’yi geçmiyorsa ayda 1.085 TL ödenmektedir. “Büyükaane maaşı” 2017 Nisan ayında başlayan ve özel sektör ve sendikaların da katkı sağladığı, hane geliri üç asgari ücret toplamını geçmeyen hanelerde ücretli bir işte çalışan kadınları desteklemek üzere, torununa bakmayı kabul eden büyükannelere bir yıl boyunca 425 TL ödenmesini öngören pilot bir uygulama olarak başlamıştır. Uygulama ilk açıklandığında altı bin kadının yararlanacağı biliniyordu ancak 105 bin başvuru olmuştu. Proje geçtiğimiz Mart ayında sonlandı ve 2018’de yeni başvuru alınıp alınmayacağı hala açıklanmış değil.

Eviçi emeğin ikili durumu

Ev içi emek tartışmaları geçmişten günümüzü ve hala çoğunlukla kadınların ev içinde ürettiği ücretsiz emeğe odaklanırken, çok daha az sayıda çalışma ev içindeki ücretli emekten ve bu emeğe dair geliştirilmesi gereken feminist politikalardan bahsetmektedir. Oysa bugün tüm dünyada bakım zincirlerinde milyonlarca kadın çalışmaktadır. Bakım emeği başta olmak üzere ev içi hizmetlerinin önemli bir kısmı küresel iş bölümünün cinsiyetçi bir sonucu olarak göçmen kadınların üzerindedir. Nüfusu giderek yaşlanan ülkelerde yaşlı bakımı önemli bir mesele haline gelirken bu emek türü yakın gelecekte istihdam alanında artan önemde bir paya sahip olacaktır. Bu işler genellikle en “istenmeyen” işler olarak göçmen kadın emeğinin en yoğun istihdam edildiği alanlardan biridir ve görünen o ki öyle olmaya da devam edecektir. Kadınların eviçi yeniden üretim ve bakım emeğini ücretli olarak gerçekleştirmek üzere kendi ülkelerinden başka ülkelere göç etmelerinin arkasında yatan nedenlerin başlıcaları arasında  ülke içi ve ülkeler arası gelir farklılıkları, göçmen ev işçisi kadınların kendi ülkelerindeki gelir adaletsizliği ve yoksulluk, gittikleri ülkelerde nüfusun giderek yaşlanması ve kurumsallaşmış kamusal bakım emeği hizmetinin yokluğunda bakım emeğine duyulan ihtiyaç, yine göç edilen ülkelerde ücretli işlerde çalışan kadınlar sayıca artarken ev içi yeniden üretim ve bakım emeğinin kadınla erkek arasında paylaşılmaması yani cinsiyetçi işbölümünün değişmemesini sayabiliriz. Tüm bu ve daha başka sebeplerden dolayı kendi ülkelerinden ayrılarak başka ülkelerde ev içi yeniden üretim ve bakım emeği işçisi olan kadınların ücretleri her ne kadar gittikleri ülkedeki ekonomik koşullara göre değişse ve düşük olsa da, kendi ülkelerindeki ekonomik durumla kıyaslandığında dolar olarak kazandıklarını geri gönderdiklerinde, bunun ülke ekonomileri için kurtarıcı işlev bile gördüğü söylenebilir. 2010 verisine göre yurtdışında ücretli ev işçisi olarak çalışan 117 bin Filipinli kadının ülkeye gönderdiği döviz girdisi, 2010 yılı Filipin GSMH’sının %13’üne tekabül etmektedir.[7] Ayrıca bugün Türkiye’de ücretli evişçisi olarak çalışan çoğu Özbek göçmen kadın işçinin bu işler için ortalama 500-600 dolar arasında ücretlendirildiği bilinmektedir. Özbekistan’da bugün bir öğretmen maaşının aylık 50-100 dolar olduğu hesaba katıldığında, bu durumun her gün gittikçe artan sayıda Özbek kadını Türkiye’deki eviçi işlerde çalışmak için göçe zorlayan bir yanı olduğu da ortadadır. Hal böyle olunca göçmen evişçisi kadınlar için çalıştıkları evlerde maruz kalabilecekleri, aç bırakılma, uygunsuz barınma koşulları, şiddet ve taciz tehlikesi ve hatta realitesinden kaçma-kurtulma ve ülkelerine geri dönme ihtimalinin evde onları bekleyen “erkek” baskısı ve omuzlarındaki aile geçindirme yükü ile imkansızlaştığı, onları adeta bir kapana kıstırdığı da görülmektedir.

Bununla birlikte kadınlar ücretli-ücretsiz her iki durumda da ev içi işlerini üstlenen temel aktördür. Ücretli evişçisi kadınlar geleneksel rollerinin çizdiği sınırlar içerisinde kalan yemek, temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı gibi işleri çoğunlukla enformel, örgütsüz ve düşük ücretlere razı olarak yerine getirmek durumunda kalırlar. Ev işlerini başka kadınlara ücretli olarak devreden kadınlar için evişi -ki bu işlerin karmaşık yapısı göz önüne alındığında hala önemli bir bölümü devredilememektedir- organizasyon, iletişim, birlikte yapma gibi farklı süreçleri kapsar. Aynı zamanda eğer kadın ev dışında ücretli bir işte çalışıyorsa, patriyarkal sistemin onun omuzlarına yüklediği eviçi sorumluluklarını başka bir kadına yaptırmayı “tercih” ettiği için ücretli evişçisinin ödeme yükümlülüğü de erkek hane üyesi tarafından kolayca ona bırakılmaktadır. Buraya kadar farklı yönleriyle tartıştığımız bu ikili durum sadece piyasada değil ev içinde de ücretli-ücretsiz emeği birlikte gözetmemiz gereken bir feminist politikayı gerektirir.

Sonuç yerine

Selma James’lerin önermesine geri dönersek; eviçi ücretsiz emeğin ücretlendirilmesi tartışması, kim tarafından ve nasıl ücretlendirileceği sorularını beraberinde getirir. Aynı şekilde eviçi ücretli emeğin de enformel niteliği onu görünmezleştirmekte ve değersizleştirmektedir.

Erkeğin eve gelir getirdiği kadının ise eviçi yeniden üretim ve bakım emeğinden sorumlu tutulduğu proleter bir işçi “ailesi” için yaptığımız tartışma, her ikisi de gelir getirici bir işte çalışan heteroseksüel beyaz yakalı veya kendi işinin sahibi çiftler için ne ifade eder? Ya da LGBTİ+ çiftler için, veya ev paylaşan aynı cins ev arkadaşları, tek başına yaşayan bireyler söz konusu olduğunda ücretsiz ev emeğinin mahiyeti ve karşılığı tartışması nasıl bir içerik alır? Eğer yukarıda değindiğimiz Küresel Kadın Grevi gerçekleşecekse ve ev emeği ücretlendirilecekse bu hangi aktöre karşı ve ne düzeyde bir talep ile içeriklendirilecektir? Tüm bu sorulara Türkiye’de feminist hareketin 2010-11 yıllarından örgütlediği “Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyasını yeniden hatırlayarak ve yanına sermayeden ve devletten de alacaklı olduğumuz konuları da ekleyerek, Küresel Kadın Grevi’ne Türkiye’den verilecek katkının mümkünlüğünü konuşmaya, örgütlemeye başlamak için çok geç olmasa gerek.

 

[1] James, S. (2007), Öldürmeye Değil Yaşatmaya Yatırım: Küresel Kadın Grevi’nden Selma James ile Söyleşi, Feminist Yaklaşımlar, Sayı 2.

[2] Costa, M., James, S. (1972): The power of women and the subversion of the community.

[3]http://www.sosyalistfeministkolektif.org/kampanyalar/tarihimizden-kampanyalar/kad-nlar-icin-sosyal-haklar-ssgss-ye-esastan-itiraz-m-z-var/

‘Erkeklerden Alacaklıyız’ Kampanyası genel bilgilendirme (2010-2011)

[4] https://www.womenstrikeus.org/

[5] Osmanağaoğlu, H. Sevgi Emektir ama Patriyarka Sadece Karşılıksız Kadın Emeği Değildir, 3 Nisan 2018, Çevrimiçi: http://sendika62.org/2018/04/sevgi-emektir-ama-patriyarka-sadece-karsiliksiz-kadin-emegi-degildir-hulya-osmanagaoglu-483971/

[6] Women’s Work-House Work: “Easy Does it!”, https://www.youtube.com/watch?v=4hSUskjv_TU

[7] O’Brien, R. & Marc Williams (2016). ¨Chapter 10. Gender¨ in Global Political Economy, Evolution and Dynamics, Palgrave MacMillan. pages: 198-216.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.