İğneada’da çekilen Longoz filmi, direniş alanlarındaki kadınların ağaçları, toprakları, dereleri savunurken aslında özgürlükleri için de mücadele ettiğini anlatıyor.

İçerisinde bulunduğumuz sistem; bizleri doğadan uzaklaştırıp, duygularımızdan arındırmaya çalışsa da, iç sesimize kulaklarımızı tıkamadan yaşamamız gerektiğini artık biliyoruz. O ses bize, kendi benliğimizi gerçekleştirebileceğimiz alanlarda var olmamızı ve bu alanlara sahip çıkmamızı söyleyip duruyor –ki bunu da bugün yaşam alanlarımıza saldıranlara karşın ortaya konan direniş alanlarıyla görüyoruz. Ve direnen öznelerin içerisinde de kadınların en ön saflarda olduğuna tanıklık ediyoruz. Çünkü erkek egemen sistemin saldırdığı alanların ilk hedefinde yıllardır kadınların ve kadınların bağlarının daha güçlü olduğu doğanın olduğunu görüyoruz.

Clarissa Pinkola Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında kadının içinde sınırsız bir gücün bulunduğunu, kadının doğa gibi üreten bir varlık olduğunu ve doğayla ilişkisinin erkeğe göre daha kuvvetli olduğunu belirtiyor. Ve bu nedenle erkeklerin; doğayı tahakküm altına alarak, kadınları da tahakküm altına alacağını düşündüğünü söylüyor.

Kirazlıyayla’dan Kaz Dağları’na, Kaz Dağları’ndan İkizdere’ye… son dönemde tanık olduğumuz direniş alanlarını düşünüyorum. Tıpkı Estes’in söylediği gibi bir saldırı söz konusu. Bu saldırılarda, hayatın her anında mücadele eden kadınlar ise; toprağı, suyu, yeşili ve aslında erkek egemen algıyla şekillenen kapitalist sistemin hedefi olan yaşamları için en önde direniyor. Kadınlar kimi zaman bir barikatın, kimi zaman bir kepçenin önünde, kimi zaman elinde sopasıyla, kimi zaman türküsüyle, sloganıyla, fotoğrafıyla mücadele ağlarını ördü ve örmeye devam ediyor. Bu ağ, yaşam alanlarını savunmalarıyla birlikte; kadınların birbirlerine dokunabilmelerini, kendi yolculuklarını oluşturabilmelerini de sağlıyor aynı zamanda. Bu ağı geliştirebilmek, boynumuzun borcu gibi…

Sanatçı Bahar Gökten İşcanlı’nın da, İğneada’daki Longoz (Subasar) Ormanları’nda çektiği ve kadın perspektifiyle oluşturduğu Longoz adlı filmi ile tam olarak bu mücadele ağına destek verdiğini düşünüyorum.

Bahar Gökten İşcanlı, yeni yayınlanan filmi ile son dönemde rant odaklı projelerin hedefleri arasında gösterilen İğneada’daki Longoz Ormanları’nın önemini, kadının doğa ile kurduğu ilişkiyi odağına alarak anlatıyor. Bir kadının ormanın içerisinde tüm benliğiyle var olabildiğini gördüğümüz Longoz filmi bana; direniş alanlarındaki kadınların ağaçları, toprakları, dereleri ile birlikte aslında o ormanlar içerisindeki özgürlükleri için de mücadele ettiğini anlatıyor. Bu değer ile birlikte, filmini yaşam alanlarımıza, doğa anaya ve tüm kadınlara ithaf eden Bahar’la Longoz üzerine konuştuk.

Öncelikle bize biraz kendinden bahsetsen?

Merhaba, ben Bahar Gökten İşcanlı. Aşk çocuğu olarak doğdum; yaşıyor, seviyor ve üretiyorum. Doğa anadan ilham alan, ona hep yakın durmuş, disiplinler arası çalışan bir sanatçı ve öğretmenim. Ana dalım fotoğraf ve video olsa da, son senelerde seramik ve heykel de çalışıyorum. Doğada yaşıyor, öğreniyor, yeni kurduğum sanat atölyemde üretim yapıyorum.

Peki Longoz Ormanları ile ilgili bir film yapma fikri nereden doğdu? Neden longozlar?

İğneada’da büyüdüm desem abartmış olmam sanırım ya da İğneada beni büyüttü demek daha doğru olur. Vahşi doğada yaşamanın güzelliğini, kudretini, zenginliğini ve büyüsünü çok küçükken tecrübe etme şansım oldu. Su yılanlarıyla yüzüp, gece ateş etrafında şarkı söylediğimiz, ormandaki ağaç evimizde kaldığımız günler; bana şehirde yaşadığımız hayattan başka bir hayatın da mümkün olduğunu öğretmişti.  O sebeple, longozlar benim hep cennetimdi.

Hızla büyüyen talan politikaları, yaşam alanlarımızı işgal ederken hissettiğim üzüntüyü hatırlıyorum. Longozlara nükleer santral yapma planları beni dehşete düşürmüştü, Subasar Ormanı’nın suyunu çekip santrali soğutmak için kullanacaklardı. Dahası ormanı yok edip, tarım ve yerleşim alanları oluşturmaya başlamışlardı. Longozun suyunu şehir suyu ya da içme suyu olarak satma ihtimalleri de konuşuluyordu. Endemik türlerin yaşadığı, hassas ekosistemleri barındıran, çok zengin faunaları ve floraları bulunan longozlar böyle müdahalelerle canlı kalamazdı. Ben de bu süreçte Subasar Ormanları’nı onurlandırmak ve longozlar için yaptığımız mücadeleyi büyütmek için bir film yapmak istedim.

Filminde bir kadının hayat içerisinde gerçekleştirdiği birçok şeyi ormanların içerisinde yaptığını, hatta çok daha özgür olduğu hissini görüyoruz. Yürümek, koşmak, dans etmek, yüzmek, uyumak, kızmak, sakinleşmek… İzleyicilere ne anlatmak istedin?

Karavanla yaptığım yolculuklarda en çok şaşırdığım; doğa ananın bize ihtiyacımız olan her şeyi cömertce veriyor olmasıydı. Yiyeceğimizi, suyumuzu ve barınağımızı bulmak çok besleyiciydi elbette fakat asıl iyileştirici olan; doğanın koşulsuz şefkat ve destek vermesi, yargısız sevgisini hiçbir şeyden esirgememesiydi. Orman kızgınlığımı ya da umutsuzluğumu, çığlıklarımı ya da çıplaklığımı yargılamıyordu.

Longoz filminde yola çıktığım yer burasıydı. Bir kadının özünü bulma ve hayatı sevme yolculuğunun en olası mekanı ormandı. Film, lineer bir hikayeden çok bir hal anlatmaya çalışıyor. Çekimlerde oyuncu arkadaşım Esra’ya birebir direktifler vermememin sebebi de; onun hali hazırda ormanla kurduğu bağa şahit olmak istememdi. Sadece ona eşlik ettim ve birlikte özgürleştik diyebilirim.

Filmin, Longoz Ormanları’nın önemine dikkat çekerken diğer taraftan kadının doğa ile kurduğu ilişkiye de dikkat çekmeye odaklanıyor diyebilir miyiz?  Sen kadının doğa ile ilişkisini nasıl tanımlarsın?

Özellikle endüstriyelleşmeyle birlikte, insanın tek başına var olabildiği ve dünyayı yönettiği düşüncesi yaygınlaşmaya başladığından beri; bizim doğanın çocuklarından biri olduğumuz ve ona muhtaç olduğumuz unutuldu. Hatırlamak ve hatırlatmak istediğim; bir bütün olduğumuz.

Kadın, varlığı ve asırlardır aktarılan içsel bilgeliği sayesinde bu öğretilen safsatalara daha şüpheci yaklaşıyor bence. O sebeple içindeki vahşi sesi duymaya daha yatkın. Doğa anayla kadının ilişkisi, sistemlerin tüm aksi çabalarına rağmen sımsıkı bağlı.

Filmini tüm yaşam alanlarımıza, doğa anaya ve kadınlara ithaf etmenin önemine değinmek ister misin?

Sesimizi çıkarmaktan korkmadığımız, gücümüzü ve dünyayla bağlarımızı geri kazanmaya başladığımız zamanlardayız. Hem gezegenin, hem de gezegende varlığını sürdürmeye çalışan tüm canlıların sağlığı ve huzuru için tek çaremiz, kolektif hareket etmek. Sınıflarla ve sınırlarla bölünen hayatlarımızı özgürleştirmemizin, küresel iklim krizini durdurmamızın tek yolu, birbirimize daha sıkı sarılmak, daha çok sevmek.

Herkesi dayanışma ve sevgiyle kucaklıyorum.

Yaşam alanlarımıza sahip çıkarken; birimiz bir kalkanın arkasından, birimiz bir ağacın tepesinden, birimiz dans ederken, bir diğerimiz bir film çekerken el sallıyoruz birbirimize. Her birine ihtiyacımız var… Kendi benliklerimizle, özgürlüğümüz için oluşturduğumuz birlikteliğimiz var olsun.

Longoz filmini bu bağlantıdan izleyebilir, Bahar Gökten İşcanlı’nın diğer çalışmalarına ise bu adresten ulaşabilirsiniz.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.