Benim çok evim oldu. Nereden baksan 13-14 ayrı evde yaşadım. En son çantamda en az eşya ile evlerimin çok uzağındaki bu küçük odaya yerleştim. Tanıdık olmayanlara dokunarak yakınlaşmaya çalışıyorum. Musluğa, kahve bardaklarına, elektrik süpürgesine, ocağa. Dokunma ve kavrama egzersizlerinde ilk güne göre hayli yol kat ettim.
En son anne-babamın evine gittiğimde annemin çok sayıdaki ayakkabısını kendi eşyalarıma yer açmak için düzenlemem gerekti. Hepsi az giyildiği için tertemiz ve pürüzsüzdü. Aralarından biri çok hoşuma gitti, ihtiyacım da vardı. Annem, zaten pek giymediğini söyledi ve yağmurda giymememi tembihledi. Lekelenirmiş. Sarı, kırmızı, kahverengi, yeşil yaprakların üzerinden yürüyorum, yağmur var. Yürümekten yavaş yavaş deforme olmaya başladı ayakkabı, çizgiler belirginleşti. Annem bunu görünce ne der, bana vermeseydi bu ayakkabıyı ne zaman giyerdi ilk acaba diye düşündüm. Sonra giyer miydi acaba dedim. Orda durdum.
Kutularında bekliyor ayakkabılar. Sanki tam da kendileri için var olan gün gelecek, bej rengi ayakkabılar giyiliverip onlarla çok şık ve rahat bir gün geçirilecekti. Sonra belki soğuk kışta sıcacık tutacak kahverengi çizmelerin sırası gelecek, arkadaşlarla sinemaya gidilecek, ardından güzel bir yemek yenilecek ve dönüş yolunda otobüste kimse basmasın çamurlu ayaklarıyla diye korunacaklardı. Her bahar başlanacak olan spor için de kutusunda bekleyen bir çift ayakkabı vardı. Hepsi uzun uzun yürüyüşlere çıkacakları, şehri dolaşacakları o zamanı bekliyordu. Her bir yenisi geldiğinde içinde bir umut oldu altına giyileceği kıyafete ve gideceği yere dair. Oysa koca mevsim sadece bir kere giyildi çoğu, o da şanslılarsa. Yıllardır babamın kullandığı arabaya binip ondan indiler, alışveriş merkezleri ve aile dostlarının evinden başka çok az yer gördüler. Hepsi birer birer iç geçirirdi market ayakkabılarının gün aşırı dışarı çıkışlarına.
Evlenmek istemedim. Sabitlenmek beni ürküttü. Çünkü hetero bir evlilik bizim gezegende kadının sabitlenmesini, eser miktarda bile olsa, muhakkak içerir.
Üzerimde böyle beklentiler oluşmasın diye belki, ailenin çalışkan çocuklarından biri oldum ve önümde hep yapacaklarım vardı. Neyse ki, sevgililerimin hiçbiri ‘ideal koca’ ölçeklerinde değildi. Beni arabasıyla alan bir adam hiç olmadı. Belki bu yüzden çok yürüdüm. Annemden almış olduğum bütün ayakkabılar başka şehirler ve ülkeler gördüler. Yağmura hazırlıksız yakalanıp lekelendiler, soğuktan taş kesildiler, içlerinde kedi tüyleri birikti, görece hayatın tozuna bulaştılar. Tam da zamanın geçişi beni kaygılandırdığından, kalakalmamak için kendime hep bir yol verdim.
Ev ise annemin ve arda kalan ayakkabılarının yavaş yavaş üzerine kapandı ve onları yuttu. Ben çocukken annem Kızılay’a gider ve saatlerce dönmezdi. Hatta bazen evde babamla kaygılanır, kızardık. Arkadaşları ile buluştuğunu da hatırlıyorum. Kısa sürelerde çalıştığını da. Sonrasında gezmeler, aile ziyaretleri ve komşuya gitmelerle sınırlandı. Annemin hayatındaki bu geçiş yavaş yavaş oldu. Ayakkabılar her sene çoğaldı, annem bir o kadar içerde kaldı; evde olmanın bir kadın için gereklilik olduğu ev kadınlığı mesleğinde üstün başarılar gösterdi. Ama kimse onun ne kadar iyi bir ev kadını olduğundan bahsetmedi, yeni bir iş teklifi de gelmedi. Çünkü bu meslek birçok kadın gibi onun için de o görünmez üniformayı giymek demekti. Kendini çalışan biri gibi görmemeliydi ev kadını. Bu yüzden işten yorgun gelen koca için her gün yemek yapılır, ev temizlenir ve bunlar kocaya duyulan minnetin bir göstergesi olarak her akşam sunulurdu. Ev kadını kocanın düşünme ihtimalinin olmayacağı her ayrıntıyı düşünmekle yükümlüydü. Klozet temizleme, yerleri en az fire ile silme, çöp kutusuna akıtır diye iki kat poşet koyma, nevresimlerin değiştirilme zamanları, ekonomik alışverişin püf noktaları, televizyonun tozu, apartman görevlisi ile halledilecek mevzular, çamaşırların çekmecelere yerleştirilmesi, perdelerin kirlendiğini anlamak, ‘genç kız’ hayatını özlemek, kendini ertelemek, arzularını imha etmek…
Ayakkabılar şimdi sessizce kutularında duruyor. Ben hâlâ annemin bir kış günü otobüse binip sevdiği biriyle şehrin merkezinde buluşmasının, hoş bir film izlemesinin, güzel bir yemeği bira ile taçlandırıp babamdan sonra eve gelmesinin umudu içindeyim çünkü ayakkabılar hâlâ ordalar.