Sati; kadınların, ölen kocalarının cenaze ateşinde yakıldıkları bir Hint geleneği. Hindistan’da suç olan bu “gelenek” hâlâ devam etmekte ve bazı yetkililer tarafından özellikle görülmemekte. Sati’nin çıkış noktası bir efsaneye dayanıyor. Romantize edilip insanların önüne serilen bu “trajik aşk” hikayesine göre; Ràvana tarafından kaçırılan ve eşi Ràma tarafından kurtarıldıktan sonra Sita, masumiyetini kanıtlamak için kendini ateşe atmış ve ateş kadına zarar vermemiş. Çünkü kadın “masum ve erdemli”ymiş. Zaten Sati’nin kelime anlamı Sanskritçe’de “erdemli kadın, adanmış ve iyi olan” demek. Buna benzer birkaç efsane daha var ancak temeller aynı; kadının adanmışlığı üzerinde yükseliyor. Kadına yüklenen “erdemli, iffetli” sıfatları, onları kontrol etme amacına hizmet ediyor. Böyle olunca kadın erdemli olabilmek adına kendinden eksiltip duruyor. Ta ki geriye hiçbir şey kalmayana kadar. Bu zihniyete göre kadın kocası öldükten sonra bir yaşam kuramaz. Çünkü kadın erkek ile var olmaktadır. Bu sosyal, psikolojik ve aynı zamanda dinî gerekçeler kadınları her alanda baskı altına alıp, yönlendiriyor. Eğer yakılmayı kabul etmezse bu barbarlığı zorla gerçekleştiriyorlar. Okuduğum bir örnekte; eşi ölen kadın, kaçıp ahıra saklanıyor ancak yedi kişilik bir erkek grubu onu buluyor ve kocasının cesedinin yanına sürükleyip zorla yakıyor. Yetkililer olay yerine varana kadar her şey bitmiş. Ve kadının kendi isteği ile bu eylemi gerçekleştirdiği yönünde birçok kişi ifade veriyor. Tabii ki kayıtlara intihar olarak geçiriliyor.

Sati geleneğinin günümüze uyarlanmış biçimini çeyiz cinayetlerinde (dowry deaths) görüyoruz. Çeyiz yakılmaları/cinayetleri şu şekilde gerçekleşiyor; gelinin ailesi tarafından damada ve ailesine verilen para ya da hediyeler olan drahomayı (çeyiz) gelin evlendiğinde beraberinde getiriyor. Drahomanın damat tarafından eksik bulunması ya da beğenilmemesi durumunda kadın yakılıyor ya da talep karşılanana kadar şiddet, taciz ve kötü muamele uygulanıyor. Ayrıca polis tutanaklarına bu yakılmaların çoğu intihar olarak geçiriliyor.

Bir kız çocuk annesi olan Sunita Bhargava kendisine uygulanan Sati’yi şöyle anlatıyor: “Kocamın ailesi sürekli benim kocamdan daha eğitimsiz olduğumu, onun yanına yakışmadığımı, bu nedenle evlenirken verdiğim drahomanın yetersiz olduğunu söylüyordu. Bu nedenle cezalandırılmalıydım. Sati’yi uygulamam için sözlü tacizleri yeterli olmayınca fiziksel tacize geçtiler. Bir sabah eşim ve annesi üzerime kaynar su döktü. Umutsuzluk ve acı içinde vücuduma gazyağı sürüp kendimi ateşe verdim. Vücudumun yüzde 40’ı yandı.” Bugün Yeni Delhi’nin kenar mahallelerinden birinde hayatını tek başına sürdürmeye çalışan Bhargava kızı için endişeli: “Kocam kızıma benim öldüğümü söyledi. Onu çok özlüyorum ve aynı uğursuzluğun onun da başına gelmesinden çok korkuyorum.”

Bir diğer örnekte; Rajvati adlı bir kadın, 2015’te Madhya Pradesh’teki bir köyde Ramesh Choudhary ile evlendi. Rajvati’nin engelli, işsiz babasının evlilik çeyizini ayarlaması zordu ama bir şekilde başardı. Evlendikten kısa bir süre sonra Rajvati’nin kocası ve kayınpederi bir motosiklet almak için kadından daha fazla çeyiz talep etmeye başladı. Bu talepleri karşılayamadığı için adam karısına baltayla saldırdı. Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Rajvati şu an konuşamıyor. Yapılan araştırmalara göre her yıl yaklaşık 2500 kadın benzer biçimde öldürülüyor.

Polis kayıtlarına göre, Hindistan’da, Yeni Delhi’de 1979 ve 1983 yılları arasında 2755 çeyiz sebebiyle yakma, Karnakata Eyaletinde 1987 yılında 792, 1988 yılında 922 adet çeyiz sebebiyle öldürme olayı yaşandı. Çeyiz yakmalarının coğrafi yayılımı ve yoğunluğu bölgelere göre değişiyor olsa da sayılar can yakıcı. Hindistan’da çeyiz yükümlülüğünü yerine getiremediği için her gün yirminin üzerinde, gayri resmi kaynaklara göre ise yetmiş civarında kadın yakılarak öldürülmekte. Kız çocukları, aile için ekonomik külfet olarak görüldüğünden, Hindistan’da doğan kız bebeklerin her yıl bir buçuk milyonunun ölüme terk edildiği tahmin ediliyor. Sağlık nedeniyle kız çocukların ölümü, erkek çocuklarınkinden yüzde 60 daha fazla. Bunun sebebi, kız çocukla erkek çocuk arasındaki biyolojik fark değil, gıdanın, bakımın, ilginin kızla erkek arasında eşit dağılmaması.[1]

Sati, başta Hindistan olmak üzere dünyadaki insan hakları ve kadın hakları savunucularından tepki topluyor ve çeyiz cinayetlerinin kamusal alanda gündeme getirilmesinde kadın gruplarının ve feministlerin etkisi büyük. Bağımsızlık sonrası çeyizlere karşı ilk feminist protestolar, 1975’te Haydarabad’daki İlerici Kadın Örgütü tarafından yapıldı ve gösterilere 2000 kişi katıldı. Çeyizin ortadan kaldırılması, 1972’deki Shahada Hareketi gibi diğer kadın hareketlerinin de gündemindeydi. 1977’de Delhi’de, cinayet ve intihara yataklık gibi çeyiz için işlenen suçlara karşı da cezalandırıcı talepler gündeme geldiğinde, hareket hız kazandı. Pradesh ve Bengal dahil olmak üzere diğer bölgelerde protestolar yapıldı. Uzun soluklu bir mücadele sürecinin ardından yasalarda olumlu birkaç değişiklik oldu.[2] Sati’yi önleme yasası ise resmî olarak ancak 3 Ocak 1988’de parlamentoda kabul edilerek, 21 Mart 1988’de yürürlüğe girdi.[3]

Hindistan örneğinde diğer toplumlarda da görüldüğü üzere; kadınlara ataerkil normlar dayatılmakta ve iffetli kadın olmak, kocaya bağımlılığı ifade etmekte. Bu kültürel normlar içerisinde yetişen kadınlar yaşadıkları şiddeti normal olarak algılıyor ve kendi haklarının farkına bile varamıyorlar. Sati uygulamasının olmadığı bölgelerde işin içine Sati’nin devamı niteliğindeki çeyiz yakılmaları giriyor. Kısacası şiddet yapısal olarak yani süreklilik kazanmış bir biçimde tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Sati’nin şekil değiştirmiş diğer hali de “dul kadın”a getirilen yasaklar. Dul kadın mutlu olamaz, renkli kıyafetler giyemez, bakım yapamaz, saçlarını hep kesmelidir ve ölene kadar mutsuz olmak zorundadır. Yaşam boyu işkence hali, ömür boyu yas tutma zorunluluğu… Eğer herhangi bir mutluluk belirtisi gösterirse iffet yoksunu olarak nitelendirilir. Ayrıca kadın ölen eşinin ailesinin ya da büyük oğlunun himayesi altına alınıyor. Hindu inancında “dul kadın”, ama tabii ki özünde sadece kadın, toplumsal baskı ve kötü muamele ile yaşamak zorunda. Yani ataerkil normlar ile itaat etmeye zorlanan kadınlar toplumsal hiyerarşinin en alt tabakası olarak görülüyor.

[1] Ayşe Seymen Çakar, “Kadının İnsan Haklarından Sapma Örneği: Hindistan’da Sati Geleneği” http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-120-1509; Gülay Arıkan, “Kırsal Kesimde Kadın Olmak”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1998.

[2] https://feminisminindia.com/2017/06/21/historical-journey-anti-dowry-laws/

[3] https://feminisminindia.com/2020/08/07/roop-kanwar-last-known-case-sati-india-relevance-today/

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.