Rengârenk peruklar istiyorum. Manipülasyonsuz, savaşsız, covidsiz bir yıl arzuluyorum.
İnsanların umutsuzluğa büründüğü ve hayal edemediği birçok şeyin aslında imkânsız olmadığını ama mesela emekli olmanın (en başta kendi adıma) bir imkânsızlıktan ibaret olduğunu düşünüyorum. Gerçekçi bir insanım. Neyse… Diyorum ki, Patrick Watson Türkiye’ye gelsin konser versin ama Zorlu Center’da vermesin ve verdiği konser ücretsiz olsun. Biricik kankam, aşkım Phoebe Waller-Bridge, yönetmenliğini yaptığı Savior Complex klibini de çok sevdim. Bakışının güzelliğine kalbimi bırakıyorum. Bu vesileyle de diyorum, “kurtarıcı kompleksi”nin ne olduğuna bakarlar belki. Egemenler, beyazlar, falanlar özellikle… Anti-feministlik bitsin canım, nihayete erecek yola erken gelinsin; şu bir tanecik hayatımızda ne kendilerini yorsunlar ne bizi. Feminizmi bir araç olarak kullananlar, apolitik akıllar, “-mış gibi” yapanlar da bitsin elbet. Sosyal medyadan kendini parlatanlara bakma canım sen. Ohhooy… Her şey göründüğü gibi olsa. Fakat değil, ne yazık ki. Yalan yanlış ya da eksik bir tarih yazmayı bıraksınlar artık. Umarım diyorum, daha fazla asap bozmadan, rezillikleri görünür olmadan vazgeçerler ilkesiz tutumlardan, yollardan. Çapsızlıklardan. Popülizm denen illetten kurtulunsun. Görünenin ötesine bakmayı öğrenelim. Haset gibi, kıskançlık gibi olumsuz duygular kapı dışı edilsin. Ben duymadım bir faydasını gören olmuş mu hiç. Herkesin her şey olduğu, olmak istediği ve olduğunu düşündüğü bir yer. Açıkçası bu “hırs” ile aram pek iyi değil. Masa başına geçip hayatlarımız hakkında atıp tutmayı da bıraksınlar artık, zira can sıkıcı olmaya başladılar. Nasıl diyor siz; varsa şekliniz harekete bekleriz. Takdir etmeyi de öğrenmeye başladığımız bir yıl olsun. Olsun, ama bu birtakım erkeklerin boktan işleri olmasın. Bitsin artık bu erkekçilik. Pisliklerini; tacizi, tecavüzü, şiddeti örtmeler de bitsin. Keşke yolumuzdan çekilseniz siz de. Ezip geçmeyi de bilir insan, ama ne gerek var, değil mi… İyileşelim. Doğa iyileşsin. Kurtulalım önyargılardan. Nefretin kökünü kurutalım. Klişeler gömülsün. Cinsiyetçi iş bölümü azalarak değil hızlı hızlı hemen bitsin. Fobi de. Eller, diller, gözler insanların bedenlerinden çekilsin. Ellerimizi çekelim haddimiz olmayan yerlerden. Ey muhafazakârlık! Başımızın belalarından, gitsin. Sol muhafazakârlıktan ayrıca bıkanlar eklesin. İktidar alaşağı edilsin. Her yerde! Şili deyince aklıma “sanatla direniş” geliyor ve beni kafamdan ve kalbimden vuruyor; bana ilham olmaya devam etsin. Kimdir devrimci? Yeniden, yeniden düşünülsün. Eğer bir gelenekten bahsedeceksek o bizim geleneğimiz olsun, kendi geleneğimizi kendimiz yaratalım. Evde, işte, sokakta isyanımız daha da yükselsin. Evlilik kurumu yansın bitsin kül olsun. Benedict Cumberbatch böyle devam etsin. Bağır herkes duysun erkek şiddeti son bulsun. Bazı şeyler tartışmaya açık değildir; “eşit işe eşit ücret” diyoruz mesela, bitti bu kadar. Bir araya gelip dedikodu yapmayı arkadaşlık -bu da yetmiyor- “dostluk” sanıyorlar, ama bana yetti; at çöpe gitsin. Bakınız bu kısım çok önemli; sınır ihlali yapılmasın. Ne flört etmeyi bilirler ne arkadaşlık etmeyi ne sevgili olmayı; öğrenelim bunları. Dostluktan bahsedelim. Sahi neydi o? Güven olmadan olmuyor değil mi. Sevgi hakkında konuşalım. Sevme yetisinden. Ne kadar yanlış şeyler öğrendiğimizle, bilgisizliğimizle ve bizi saran sevgisizlikle yüzleşelim artık. Bağlar kurulsun, gerçek bağlar; kendimizle, insanlarla, bütün canlılarla. Aile dışında hayat var. Bekâr yaşayanlara ve/ya evlenmeden birlikte bir hayat kurmak isteyenlere neden “bir araya gelerek” maddi-manevi destek olunmadığını konuşalım.
Yılın en sevdiğim günlerinden biri olan yılbaşına hak ettiği değeri vermek istiyorum artık. Bu kadar ara yeter gerçekten. Zaten bir yıl zorunlu uzattık, uzatıyoruz. Verdim yeterliliği… Yetti canım. Işıklar istiyorum; süsler, hediyeler, kahkahalar, şarkılar ve danslar; eğlenmekler, öpücükler, sarılmaklar ve sıcaklıklar. Güzel anılar istiyorum. Neşe, ben ve biz. Hesap soralım; ama kederi buyruk haline getirmeden yapalım bunu. Bazı şeyleri bırakalım. Bizi güçsüz, hareketsiz, mutsuz, nefessiz kılan şeyleri. Hayatımıza değmeyen boş beleş gündemleri bırakalım artık. Aileden konuşalım, bu minik görünen dev sorunu çözmek bile bambaşka bir dünya yaratmak demek. Bazı şeylere başlayalım. Kendimizden bahsedelim. Büyük laflar etmeden önce biz neredeyiz diye durup bir bakalım. Mücadele ettiğimiz şeylere dönüşmeyelim ve açalım aklımızı, kalbimizi. Değişim korkutmasın bizi, kendimizi yeniden doğuralım. Omuzlar baş yaslanacak hale gelsin. Sanat yapılabilir ve ulaşılabilir olsun. Her dizinin ikinci sezonu çekilmek zorundaymış gibi davranılmasın. Keanu Reeves gibi erkeklerin, yaşıtları kadınlarla beraber olmasına şaşırmanın anormalliği konuşulsun. Güç ilişkilerini gözetmeyi unutmasak yani. Yetişkinlik sıkıcı bir şey değil, olmak zorunda da değil diye biri şunlara söylesin. Tek başınalığın tadından yenmez olduğu da öğrenilsin. Kendisiyle başbaşa kalamayan insan? Bunun ne anlama geldiğini bir düşünelim. Rengârenk peruklar istiyorum. Manipülasyonsuz, savaşsız, covidsiz bir yıl arzuluyorum. Politik kimlikler kıyafet gibi taşınmasın, zahmet olacak ama artık içselleşsin. Kuraklık geldi, geliyor mesela ne yapacağız? Boş verelim gitsin mi diyeceğiz? Ayrıca kalite seviyoruz diye, zekâ seviyoruz diye kimse kusura bakmasın. Dayanışma diye bir şey var, çok değerli, geliştirelim onu. Rekabetçilik sınır tanımıyor bıktım usandım yani. Harika bir çalışma odası istiyorum. Bilmiyorum, kale de istiyorum bazı bazı. Bazı erkekler hikâyelerimize de yapıştı. Bıraksınlar, onları da biz anlatalım. Her insan biricik olduğunu bilsin ama dünyanın merkezi olmadığını da rica ederim görsün. Yanlışa yanlış denilsin. Hatalar yapılsın, fakat aynı hatalar olmasın. Özür dilemeyi öğrenmekte çok geç kaldık sanki, yine de geç olsun güç olmasın. Geçmişe takılıp kalmasak, deneyimler o kadar kıymetli şeyler ki, onlardan dersler alsak ve vedalaşsak. Türklük damarları kabarmasa. Egemenlik sevilecek bir şey değil ve olmasa. Sağımız solumuz ırkçılar ve ırkçı reflekslerle dolu. Göz ardı etmesek bunları. Hizipçilik ölsün, arkadaşçılık da; yoksa nasıl adil olmaktan bahsedebiliriz. Herkesin hakkı herkese verilsin ama önce herkes hakkına sahip çıkmayı öğrensin. Özerklik de önemli bir konu, arada kaynamasın. Özgürlük deyince akla saçma sapan şeyler gelmesin; özgürlük sorumluluktur ve kendini gerçekleştiren her insan bunu bilir. Yoksulluğu romantize etmeyi bıraksınlar, taşra güzellemeyi de. Versinler paralarını. Dağıtsınlar mallarını, mülklerini. Sonra da gidip yaşasınlar o yere göğe sığdıramadıkları evlerde, o uydurdukları “ne kavga ne gürültü, ne de stres…” halleriyle. Nasıl oluyormuş bir bakalım, görelim ya. Güzellemeyi güzel şeyler için yapalım, cahillik onlardan biri olmasın mesela. Bilmişlik de nasıl çirkin bir şeydir. Bozulsun konforlar artık. Her insanın bir onuru var, unutulmasın. İnce yerlerle oynanmasın. Kadınlara “mal” muamelesi yapamayacak hale gelsinler. Bozulsun ezberler. Toplumsal normlara uyum sağlamanın anormalliği konuşulsun. Bütün siyasi tutuklular serbest bırakılsın. Adalet yerini bulsun, bulsun, bulsun… Peki ya azınlıkların hakları? Güya ezilenlerin yanındaydık. Laf! Eşitlik için mücadele ettiğini düşünenler üzerimizde iktidar kurmaya kalkmasın. Bize gerek kalmadan otorite sevdalarından vazgeçtikleri bir yıl olsun. Ne kadar meraklılar hiyerarşi kurmaya. Zorunlu din dersi kaldırılsın. Emek hırsızlığı da biter mi dersin? Bitsin çünkü. Sözde emek emek diye kendini paralayanlar en önde koşup emeğimizin üzerine konuyorlar. Karşılıksız emek, sen de sesini yükselt. AH be! İnadına ya da değil, yaşayacağız bu hayatı. Masalar kurulsun masalar. Rakılar içilsin, biralar. Kim ne istiyorsa içsin işte ya. İçebilsin… Eleştirmeyi de bilmiyoruz. Ya yere batırıyoruz ya göğe çıkarıyoruz ya hiçbir şey demiyoruz ya hiç susmuyoruz. Eleştiri nedir? Nasıl yapılır? Eleştiri için neler gerekiyor? Öğrenmek ve geliştirmek için önümüzde duran bir mesele. Eleştiriye negatif bir anlam yüklemeyi bırakalım artık ve eleştiri kültürünü de inşa edelim diyorum. Seküler düzenin de ne demek olduğu pek bilinmiyor bence, keşke öğrenilse ve çarpıtılmasa. Fazlalıklar paylaşılsın. “Hep bana” demekten vazgeçilsin. Bilgiye değer verilsin ama kutsallaştırılmasın. Kutsal aile masalına son veriyoruz zaten söylemeye gerek yok. Serendipity, çok seviyorum bu kelimeyi. Hayatımın eksik kalan yerlerinde de mutlu tesadüfler yaşadığım bir yıl olsun. Küçük hesaplarla işimiz olmasın istiyorum. Yazık oluyor. Şefkati kendimizden de kendimiz dışındakilerden de esirgemeyelim. Diğer yandan, bayılıyorlar kabadayılığa. Bazı ezik erkekler. Böyle zamanlarda Villanelle’i çağırıyorlar. Bir gün Villanelle tarafımı tadacaklar, hiç merak etmesinler ve bilsinler (Carolyn de olabilir). Aklına, kalbine, duruşuna güveneceğim insanlar nadir bulunan türler olmasın, referanslar çoğalsın. Hayat yenmek ve yenilmekten ibaret değil. Sığlıklardan çıkıp derinleşelim artık. Farklı bakışlara, düşünüşlere, eylemliliğe ihtiyacımız var. Yüzleşmeden olmuyor. Umarım böyle bir yıl olur: kendimizden başladığımız bir yıl. Ben tam kendime göre, ama sen de tam bana göre, ben tam da sana göre; böyle denklikler istiyorum 2021’den, denk-lik-ler, istiyorum. Evet. Eşitlik, özgürlük, bağımsızlık; yaz bu üç kelimeyi bir kenara canım. Yıkılsın hetero-patriyarka. Yaşasın tam bağımsız feminist mücadele! Geliyor gelmekte olan, FEMİNİST DEVRİM. İsteseler de istemeseler de. Buraya nokta konulsun.
Açıkçası 2021 için temizlikler yapıyorum. Kalan son birkaç şey, birkaç soru. Ağır basan çok acayip bir düşünce var ama, şöyle ki; bu zamana kadar olan biten, yaşanan, yaşadığım her şey ömrümün bundan sonraki zamanı için-miş. Sanki. Hazırlık mı denir? Belki. İşte hayat benim için en sağlam, biricik öğretmen olmuş. Ee buraya varana kadar da olanlar oldu, ama şimdi kulağa güzel geliyor, duygusu da öyle. Bir süredir böyle bir düşünüş içindeydim zaten, artık k e s k i n l e ş t i diyeyim. Daha bir aşmalar, aşmalar, aşmalar vakti…
Kökler salınsın <3
Mutlu yıllar!