İfşa olan fail erkekler savunma yapmıyor, onlar aslında kadınlara saldırmaya çeşitli biçimlerde devam ediyorlar. Şimdi daha çok dayanışmanın ve taraf olmanın zamanı.

Erkeklerin saldırılarını farklı biçimlerde devam ettirdiklerini görmek için suçlamaya maruz kalan erkeklerin dilediği kuru özürlerden sonra (sonradan özür dilemediklerini ifade edecekler ki zaten bu özürlerin hepsi onarıcı adaletin tanımladığı özürlerden çok uzak), kadın düşmanı rüzgarı arkalarına alarak yaptıkları yeni “açıklamalara” bakılabilir. Bora Abdo, Hasan Ali Toptaş, Çağdaş Erdoğan, Biray Dalkıran gibi faillerin “Kendimi savunuyorum, itibar suikastine uğruyorum, linç ediliyorum, sosyal medya faşizmine uğruyorum,” türünden beyanları, failler tarafından kadın düşmanlığının hangi biçimlerde devam ettirilebildiğine ve faillerin kendilerini aklamak için içinde bulunduğunuz çok yönlü eşitsizlik ortamını ne şekilde kullanabildiklerine iyi birer örnek. Fail erkeklerin yalan atmaktan asla çekinmediklerini (Bora Abdo, Biray Dalkıran), kadınlara ait özel görüntüleri yaymakta beis görmediklerini (Çağdaş Erdoğan), “aslında kariyerini de bana borçlu” tarzı içi boş büyüklenmelerle; manipülatif, değersizleştirici ve son derece asap bozucu saptırmalara başvurabildiklerini (Hasan Ali Toptaş) görebiliyoruz. Bunların sıkça kullanılan taktikler olduğunu şimdiye kadarki deneyimlerden biliyoruz. Tacizlerinde hangi kaynaklardan cesaret aldıysalar, bu söylemlerindeki cesaretleri de aynı kaynaklardan ileri geliyor. Mesela, kadınların bana inanmazlar, hiçbir sonuç çıkmaz, dışlanırım korkusu ile başvurmadıkları hukuk mekanizmalarına, ifşa olunan erkeklerin koşa koşa “Yargı ve hukuka sığınıyorum, mahkemeler gerçeği ortaya çıkaracaktır,” söylemi ile gittikleri adliyeler.

Taciz bir suçtur, saldırıdır ve bir hak ihlalidir. Özür, bahane, af veya failin kimlerden/nelerden destek aldığı, bu gerçeği hafifletmez. Hangi davranışın taciz olduğunun genel geçer bir formülü de yok. Bir davranışın taciz olması için olaya özgü güç eşitsizliği dinamiklerinin yorumlanması, maruz kalan kadının hayatında oluşan etki, sınır ihlali, kişiler arasındaki ilişkinin mahiyeti, kadınların etkilenme biçimi vs. rol oynar. Bir kadını akşam yemeğine davet etmek, kadının istememesine rağmen ısrarla devam ediyorsa, erkek kadın ve kadının hayatı üzerinde çeşitli etkileme araçlarını kullanacak hakimiyet alanına sahipse, kadın bu dışsal faktörler nedeniyle bir köşeye sıkıştırılmışlık, mecburiyet hissediyorsa ve ısrar devam ediyorsa bu bir tacizdir.

Patriyarkanın yarattığı çok boyutlu eşitsizlik ve fail erkeklerin bu eşitsizliği hangi biçimlerde kullandığı, ifşalardan önce kadınların zaten bildiği ama aynı zamanda göze aldığı bir şey. Sonuçları itibariyle bir tacizciyi ifşa etmenin hem ifşa eden kadın için son derece ağır bir yük ve büyük bir cesaret olduğunu, hem de (kadınların kadınlara destek vermesiyle) bir özgürleşme biçimine dönüştüğünü, son bir haftadır çok iyi gözlemleyebiliyoruz.

Dolayısıyla (Ayşe Hür, Mine Söğüt ve Levent Gültekin’in yaptığı gibi) eşitsizliği besleyen bir yerden kadınlara akıl vermek, beyanda bulunan kadınlara sınır çizmek, güvenilirliklerini sorgulamak; “masumiyet karinesi”, “sosyal medya linci” gibi kavramları çarpıtarak kadınları, tek amaçları zavallı erkekleri linç etmekmiş gibi hedefe koymak yerine, meseleye kararlılıkla dahil olmak, net bir biçimde ifşa eden kadınlardan taraf olmak, ifşa eden kadınların bundan sonraki süreçte yaşayabilecekleri muhtemel hak ihlallerine karşı onlarla dayanışmak gerekiyor.

İfşa hareketine bir diğer saldırı, aktrollerin Leyla Salinger’ın kimliğini açıklaması ve kurguladıkları FETÖ suçlamasıyla onu hedef göstermesiyle gerçekleşti. Bu ani gece baskını trol operasyonunun perde arkasını, nedenlerini kestirmek zor değil. Muhtemelen ifşaların çığ gibi büyüyeceği, muhafazakar kültür çevresinden, şimdiye dek ismi ifşa olanlara ek olarak birçok başka erkeğin failliğinin de ortaya çıkabileceği tehlikesine karşı, iktidar çevresinin aldığı bir önlem olduğu anlaşılabiliyor. Leyla’nın yanındayız.

Ve yukarıda birkaç örnekle saydığımız, bazıları kendine “muhalif” diyen isimlerin yanı sıra, bizzat tacizcilerin ve empatiyi ilk olarak tacizcilerle kurmayı başaranların (tebrikler size de) aslında eşitsizliği büyüten bir koalisyona eklemlendiğini; “kanıtı neredeymiş”, “edebiyat eserleri kutsaldır”, “ifade özgürlüğü mü boğulacak”, “linç mi ediliyorlar”, “hani masumiyet karinesi” gibi sorgulamaların tacizcilere nasıl alan açtığını da görebiliyoruz.

#MeToo

Harvey Weinstein ile ilgili cinsel saldırı ifşalarının akabinde, aktris Alyssa Milano, attığı tweet’in altına cinsel tacize maruz kalan kadınların #MeToo hashtagi ile yazmasını istedi. Çok kısa bir süre içinde, on binlerce kadın, işyerinde ve işyeri dışında maruz kaldıkları ayrımcılık, şiddet, taciz, saldırı, zorbalık ve ayrımcılıklara ilişkin paylaşımlarda bulunmaya başladı. 24 saat içinde #MeToo etiketi ile yarım milyon tweet atıldı.

MeToo hareketi özellikle Hollywood, teknoloji, kültür sanat endüstrisi gibi alanlarda ifşalar ile başladığında, kampanyanın etiketlerinden biri de #IBelieveYou (Sana İnanıyorum) etiketi oldu. Kampanyanın aktivistleri, kadınların tacize uğrama biçimleri ve deneyimlerindeki ortaklığa dair iletişim kurmayı, yalnız olmadıklarını hissettirmeyi, seslerini duyurma imkanı yaratmayı ve kadınları cesaretlendirmeyi hedefledi. Hareketin en büyük amacı kadınların konuşmasını sağlamak.

Kampanyanın aktivistlerinden Tarana Burke, siyah kadınlar arasında başlayan hareket ile ilgili #MeToo etiketinin sadece bir sosyal medya aktivizmi olmadığını, aslında ötekileştirilen topluluklar açısından da bu hareketi radikal bir iyileşme hareketi olarak gördüklerini, amacın ihlallere maruz kalan kadınlar arasında köprüler oluşturmak, kadınlara bu şiddeti yaşatan ve susmalarına neden olan sistem ve yapılara dikkat çekmek olduğunu ifade ediyor. Tarana özellikle, ırkçı bir toplumda siyah kadınların konuşmalarının daha zor olduğuna, inanılırlıklarının daha çok sorgulandığına ve siyah kadınların daha yaygın bir biçimde “taciz edilebilir” olarak görüldüğüne de işaret ederek, hareketin şiddet meselesinde gözettiği kesişimselliği vurguluyor.

Türkiye’de buna benzer bir kesişimsellik, muhafazakar kadınların yaşadıkları taciz hikayelerini anlattıktan sonra, diğer birçok baskının yanı sıra karşı karşıya kaldığı “İslami yaşam tarzıyla bağdaşmayan yaşam tarzına sahip olma” suçlamasına maruz kalmalarında görülebiliyor. Bu durum, muhafazakar kadınların ve Müslüman feministlerin tacize karşı başka biçim ve yoğunluklarda kırılganlaşmasına neden oluyor.

Söz konusu kesişimselliği detaylı olarak tespit eden tweet dizisi şuradan okunabilir.

Peki Türkiye’de ne oldu? Kadınları konuşmaya cesaretlendirmek bir tarafa, anlık olarak onları konuşmaktan soğutmaya yönelik onlarca argüman üretildi. Sosyal medyada, bu süreçte, özellikle masumiyet karinesi üzerinden bolca tartışma yürüyor (Aşağıda bu argümana ilişkin detaylı açıklamaya yer vereceğiz.) Bugüne kadar “Bu ülkede taciz, cinsel suç neden siyah sayılar olarak suç istatistiklerine yansımıyor?” diye hayatlarında tek bir soru bile sormamış insanlar aniden masumiyet karinesinin ateşli savunucuları oldu. Bu tutum, kadınların beyanlarına şüphe ile yaklaşılmasını cesaretlendirirken, özellikle kadınların seslerinin kısılmasından başka bir amaca hizmet etmiyor.

Zeynep Direk, “masum erkeklerin bedel ödemesine razı olmayanlar” olarak hangi biz’i temsil ettiği belli olmayan tweet’inde şöyle buyuruyor:

Hareket, faydacı bir hesap yapmadığı gibi, iddia düzeyinde beyanlar ile kurunun yanında yaş da yansın şiarı da gütmüyor. Bir değişimi örgütlüyor. Kadınları konuşmaya cesaretlendiriyor, konuştuklarında toplumun dinlemesi çağrısı yapıyor; kişi ve kurumlara tacizi, ayrımcılığı, şiddeti önlemek, gerektiğinde soruşturmak için taraf olmalarını, mekanizma üretmelerini istiyor. Sistemsel bir değişiklik talep ediyor. Yüzde yüz haklı bir talebin neresinde faydacılık olabilir?

Ayrıca sosyal medyada başlayan itirazlar/ifşalar toplamının, feminist mücadeleyi besleyen bir platformlaşmaya, bir örgütlenmeye dönüşmeyeceğini nereden biliyorsunuz? Nasıl ve neden bu kadar eminsiniz? Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü sonrasında daha da büyüyen feminist mücadelenin sonuçlarını, kazanımlarını Türkiye’de bugün yaşamıyor muyuz? Eşitliğe hizmet eden şiddet karşıtı yasalar kadınların böyle kıvılcımlarla başlayan mücadeleleri sonucunda, kadınların dahliyle yapıldı, yapılmaya devam edilecek. Geçmişin yanı sıra geleceğe de kadın dayanışması, “Sana İnanıyorum” perspektifinden bakanlarımız böyle şüphelere düşmüyor. Mesele tam da bu zaten. Mesele feminist hareketin biriktirdiği örgütlenme deneyiminin, praksisin, yöntemlerin, dayanışmanın bizlere bir sistematik, deneyim ve gelecek perspektifi sunması.

Tekrar altını çizelim, bedel ödemeyen ve yıllarca kadınların konuş(a)mayacakları, konuşsalar da kendilerine itimat edilmeyeceği düşüncesinden beslenen erkek davranış kodlarından bahsediyoruz.

Mine Söğüt, linç girişiminden bahsediyor. Birçok hukukçu, avukat masumiyet karinesini bugüne kadar hiç savunmadıkları bir hırsla savunuyorlar (mesela iktidarın başat baskı aracı olan terör suçları konusunda kendilerini ortalarda göremiyoruz). Oysa bu tartışmanın kalbinde kadınları köşeye sıkıştıran, susturan, taciz eden, şiddet uygulayan bir sisteme karşı çıkış var. Bugün kadınların konuşmaları, daha çok konuşmaları için çaba sarf etmeyenler, kadınların konuşmasını değil bir erkeğin suçsuz olma ihtimalini öne alıyor (üstelik suçsuz bir erkeğin gözaltına alınması, tutuklanması, malvarlığından alıkonması gibi hak ve özgürlük kısıtlamaları yaşanmıyor; aksine erkekler büyük bir cesaretle kadınlara karşı davalar açmanın peşine düşüyor). Bunlar, kadınlara karşı bu sistemi güçlendirmenin yanında feminizmin tarihine (pek matah olmayan şekilde) geçerken, umarız akıl ve vicdanları ile baş başa kalırlar. Bu, iklim krizinin ortasında, fosil endüstrisini ve kalkınmayı savunmaya benziyor.

Biz de taciz konusunda, herhangi bir kavramsal muğlaklığın, bir sorgulamanın mümkün olmadığı fikrinde ısrar etmeye devam edeceğiz. Sizlerin failin failliğini, ifşa edenin güvenilirliğini sorgularken yaptığınız şey pozitif bir şüphecilik değil, bilimsel bir sorgulama yöntemi değil, bir “linç kültürü”, bir “devr-i sosyal medya” eleştirisi filan değil. Hukuk teorisyenliği hiç değil! Öncelikle sizleri bu acı gerçeğin farkına varmaya davet etmek isteriz. Sizin yaptığınız tek şey, eşitsizliği, ifşanın önündeki baskıları çoğaltmak, faillerin elini güçlendirmek, kadınların hak arama mücadelesine köstek olmak (başaramayacaksınız).

Böyle bir ortamda kadınların beyanına bakmadan onlardan kanıt talep eden, son derece haklı tepkiler karşısında egomani krizleri geçiren bazı hezeyan sahiplerine, onlar çarpıttıkça yanlış kullandıkları kavramların doğrusunu hatırlatmaya devam ediyoruz. Çünkü kolektif hak mücadelesi sizin anladığınızdan farklı; kapsamlı, sistematik ve evrensel bir şey.

Erkek egemen dünyaya karşı mücadelemiz de dün başlamadı. Her mecrada ve alanda çeşitli yöntemlerle tacize ve şiddetin her biçimine ses çıkarabiliyoruz ve hiçbir mücadele biçimimizi bağlamından koparmanıza izin vermeyeceğiz.

Bu nedenle, bu yazının konusu da kadınların özellikle taciz ve cinsel saldırı konusunda hukuk sistemi içindeki eşitsiz konumunu ve bunun erkeğin lehine nasıl işlediğini çarpıtılarak kullanılan kavramları açarak ortaya koymak olacak.

Masumiyet karinesinin yanlış anlaşılması meselesi

Kadınların şiddet, taciz, tecavüz, ayrımcılık ifşaları söz konusu olduğunda, kadınlara inanmamanın, dinlemeye bile tahammül edememenin alamet-i farikası masumiyet karinesi ilkesinin savunusu. Sosyal medyada özellikle hukukçular tarafından dillendirildiğini görüyor, üzülüyoruz.

Bu mücadelenin bir hukuk mücadelesi olmadığını, mücadelenin sonunda muhtemel bir hukuk kazanımının olsa olsa kadınların adalete ulaşmasında bir araç olabileceğinin altını çizelim. Bir yasayı değiştirmeye çalışmıyoruz. Kadınlara karşı suç işleyebilmenin kolay olduğu; erkeklerin güç, itibar, tanınırlık ve hatta yeteneklerini kullanarak sınır bilmeden davranma, kadınların hayatlarını ihlal edebilme özgürlüğünün ellerinden alınması için çaba gösteriyoruz. Bu çabanın içinde mahkeme salonları sadece bir boyut. Bu erkeklerin itibarlarına itibar kattıkları alanlarda kınanması, cezalandırılması, kadınların zararlarının tamir edilmesi için sistemlerin ve yapıların dönüştürülmesi gerekiyor.

Çünkü Hasan Ali Toptaş ve ifşa edilen diğer birkaç erkek toplumumuzdaki çürük elmalar değil. Onlar gündelik yaşamın, kadın erkek ilişkilerinin kuralı haline gelmiş pratiklerin sahiplenicisi, uygulayıcısı.

Kadınların başlattıkları ifşa hareketine karşı ilk savunma sosyal medyada, ekseriyetle hukukçulardan, masumiyet karinesi savunması olarak geldi. Hasan Ali Toptaş da avukatından tavsiyeler almış olacak ki, Milliyet gazetesine verdiği röportajda da “masumiyet karinesi diye bir şey var, hukuk önünde gerçekler ortaya çıkacak” diyor. Erkeklerin hukuk önünde gerçeklerin ortaya çıkacağına olan bu %100 inancına ve güvenine aşağıda değineceğiz.

Neyi nasıl anladığımızı konuşmak için yazının bu kısmında soru cevap şeklinde devam edeceğiz;

Bir: Masumiyet karinesi nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır?

Masumiyet karinesi, ceza hukuku adaleti sisteminin yüzyıllara dayanan ilkesidir ve evet ceza hukukunun bel kemiği ilkelerindendir. Yüzyıllar önce, hakim iktidar olan devletin, bireyleri soruşturma açmaksızın keyfilikle özgürlüklerinden alıkoyma, hatta idam etme, mal varlıklarına el koyma, tutuklama gibi eylemleri gerçekleştirememesi için ceza hukuku adaleti ilkesi olarak ortaya çıkmıştır. Yani masumiyet karinesi ilkesinin iki aktörü, hakim iktidar olan devlet ve karşısında bireydir. Dolayısıyla bu ilkenin temeli, bireyi tutuklama, özgürlüğünden mahrum bırakma hatta idam ederek yaşama hakkını elinden alan devlet ve birey arasındaki azami güç eşitsizliğine dayanır.

Dolayısıyla masumiyet karinesi, bireyin evine polis gönderme, tutuklama, malvarlığına el koyma yetkisi de kudreti olan devletin bireye karşı bu sınırsız güç kullanımını sınırlandırmak için devletin üzerinde bir yükümlülüktür.

Merak etmeyin, bir kadının taciz beyanını dinlediğimiz, bir kadının beyanına inandığımız ve kadınları bir kez daha mağdur etmeyecek bir soruşturma sürecinin açılmasını istediğimiz, tüm kurum ve kuruluşlardan da tacize, şiddete, ayrımcılığa karşı mücadele etmek için önleyici ve koruyucu politika oluşturmalarını, mekanizma kurmalarını talep ediyoruz diye masumiyet karinesine aykırı davranmış olmuyoruz.

İki: İfşa etmek masumiyet karinesine aykırı mıdır?

Kadınların taciz, tecavüz, şiddet ve ayrımcılık olaylarına maruz kaldıklarında, anında mahkemeye, savcılıklara başvuramamasının nedenleri var. Kadınlar on yıllardır bu nedenleri anlatıyor. Özellikle taciz ve tecavüzün kapalı alan suçları olması, erkeklerin “rızaya dayalı ilişki” savunmalarının yargı mercileri tarafından koşulsuz kabul edilmesi, delillerin muhafazasının mümkün olmaması, kadınların dışlanmaktan, kendilerine inanılmamasından korkmaları… Upuzun bir nedenler listesi.

Mesela cinsel saldırı suçuna maruz kalan kadınların, yaşadığı travmanın etkisiyle hemen banyo yapmak ve temizlenmek isteği ile travma etkisi altında delilleri yok etmesinin oldukça sık görülen bir durum olduğunu biliyor musunuz?

Hırsızlığın tespit edilmesi için başvurulan kamera kayıtları yok cinsel suçlarda. Cinayetin tespiti için parmak izi, cinayet aleti yok cinsel suçlarda, tanık yok, ses kaydı yok.

Ne var? Kadının ve erkeğin beyanları var. Bir tarafta cinsel saldırıya maruz kaldığında bir sürü bedel ile karşılaşacak bir kadının beyanı; diğer tarafta kendisine her koşulda inanılan ve ortada tanık, ses kaydı, kamera kaydı falan yoksa masum kabul edilmesi %100 güvence altında olan erkeğin beyanı.

İşte bu yüzden kadınlar tacize, şiddete maruz kaldıklarında hukuk mekanizmalarına başvurmaktan çekiniyor. Seslerinin duyulmamasından, dinlenmemekten korkuyorlar. Bu yüzden, sosyal medyada bir kadının fitili ateşlemesi ile birbirlerinden güç alıp, cesaret toplayıp, yalnız olmadıklarını fark ettiklerinde konuştuklarını görüyoruz. Mahkeme, hakim, savcı, sistem önünde yalnız kalan bir kadın, bugün kamusal iletişimin kalbindeki sosyal medyada diğer kadınlardan destek gördükçe ve yalnız kalmayacağından emin olduğunda başından geçen olayları anlatabiliyor. MeToo hareketinin çıkış noktası da, kadınların birbirlerinin sesini duymaları, hikayelerinin arasında ortaklık ve köprüler kurulması.

Masumiyet karinesinin iki tarafında elinde büyük bir gücü tutan devletin ve onun karşısındaki bireyin olduğunu ve güç eşitsizliğine dayalı olarak ortaya çıktığını yukarıda açıklamıştık.

Zaten kendini güçsüz hissettiği için yıllarca şiddet hikayesini saklamak zorunda kalan kadın ile itibarlı ve konumunu kullanarak kendisine şiddet uygulayan erkek arasında bir güç eşitsizliği söz konusuyken, o cümle içinde kullana kullana bitiremediğiniz “kantarın topuzunun” erkeğin değil kadının aleyhine olduğunu görmek bu kadar zor olmamalı.

Kadınlar ifşa etti diye, şu ana kadar hiçbir savcının ifşayı ihbar kabul edip, soruşturma başlattığına, şiddet uygulayanın evine polislerin gittiğine, tutuklandığına, göz altına alındığına, herhangi bir sorgulamaya maruz kaldığına tanık olmadık. Üstelik cinsel taciz suçları şikayete bağlı suçlardır. Taciz, şiddet, sınır ihlali, ayrımcılık davranışları çok geniş bir spektrumda karşımıza çıkar. Şikayet beyanla olur. Bu şikayet, hukuk mekanizmalarının cinsiyetçi pratikleri yüzünden savcılıklara değil sosyal medyada hayata geçiyorsa şunu görmek lazım: Meselemiz sadece hukuk değil. İfşa ve #MeToo demek sadece bir hukuk mekanizmasını harekete geçirmek değil, toplumsal bir değişim sürecini örgütlemek. Üstelik bu hareket kapsamında, onarıcı adalet mekanizması talebi de en çok gündeme gelen konulardan biri ve onarıcı adalet bakımından şu gerekliliklere dikkat çekilebilir;

  • Kişiye özgü, maruz kalana ithaf edilen, spesifik olarak yaptığı davranışın doğru olmadığını ve ihlal olduğunu kabul eden bir özür (Yani Hasan Ali Toptaş’ın ne olduğu belli belirsiz özrü bir özür değildir)
  • İhlal davranışının sorumluluğunu almak
  • Maruz kalınan zararın tazmin edilmesi
  • Fail tarafından bir daha aynı davranışın gösterilmeyeceğine ilişkin kuvvetli bir taahhüt

Endişe etmeyin. Savcılar, mahkemeler, kadınlara değil erkeklere inandıkları için, delil araştırma zahmetine girmedikleri için, erkeklere karşı masumiyet karinesini fazladan fazladan uyguluyor. Erkeklerin masumiyet karinesinden yararlanma hakları ihlal falan edilmiyor. Aksine masumiyet karinesinin cinsiyetçi yorumu yüzünden erkekler yaptıklarının bedelini hukuk karşısında asla ödemiyorlar.

Taciz ifşaları başladığı günden bu yana kavramların yanlış kullanılması, çarpıtılması ve eşitsizliğin erkekler ve failler lehine devam ettirilmeye çalışılmasına rağmen, kadınların taciz hikayelerini paylaşma cesaretini göstermeleri yeni bir dönemin, dönüşümün ve bir dalganın başlangıcı aslında. Burada bir paradigma değişimi görmek de, erkek egemen alanlarda kadınların bundan sonra daha az baskı göreceğine dair umutlanmak da, kadınların birbirleriyle dayanışma göstermeye devam etme kararlılığıyla birlikte daha geniş kapsamlı, sistematik bir mücadelenin başlayacağını öngörmek de son derece mümkün. Bu yazıyı tüm bunlara dair bir tanıklık olarak düşünebiliriz. Bu tanıklık çerçevesinde, ifşa hareketini başlatan Leyla’nın ve ifşa eden kadınların yanındayız.

Yaşasın kadın dayanışması!

* Amerika Birleşik Devletleri’nde #MeToo hareketinin ortaya çıkmasından yaklaşık bir yıl sonra, erkeklerin yargı süreci işletilmeden ifşa edilmelerine karşı başlayan online kampanya.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.