Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun farklı coğrafyalardan, farklı zamanlardan, her yaştan ve her sınıftan kadına yer verdiği kitabı Kadınlar, okurlarına alışılmışın dışında, değişik bir atmosfer sunuyor.
Bir dünya canlandırın zihninizde. Orada sömürgeciler, faşistler, birbirlerinin eti için sıraya girmiş insanlar, katiller, din tacirleri, diktatörler, engizisyoncular, devlet başkanları, zehirli siyasetçiler, krallar, kadın tüccarları ve kadın emeğini, kadın bedenini sömüren hırsızlar var. Bir de onlara iradeleriyle karşı çıkarak hem kendi kaderini, hem hayatın akışını kökten değiştirebilen kadınlar var.
Yazar, şair, şarkıcı, devrimci, rahibe, masalcı; kimi zaman bir cadı, kimi zamansa kudretli bir şifacı; köle, işçi, kayıp evlatlarını arayan anne; dansçı, öğretmen, felsefeci, gazeteci, köylü, mühendis, sanatçı, lider, kraliçe…
Hepsi, farklı ve hepsi tek…
Hepsi çığlık atıyor hayata; kimisi sessizce, kimisi avazı çıktığı kadar. Düşlediğimiz dünya ne kadar da benziyor değil mi, mevcut olana?
Kadınlar, Galeano’nun satırlarında, dünyanın bütün köşelerini dolaşarak yarattığı kadın karakterler aracılığıyla, aslında farklı bir insanlık tarihi sunuyor biz okurlara. Erkeklerin tarihinin gerisinde kalan, görmezden gelinen kadınların tarihini…
Yüzyıllardan beri var olan bu dünyada, bir diğer öznenin de var olduğunu gösteriyor, bu özneye de ‘kadın’ diyor Galeano ve ekliyor: “Ben kimseye bir şey öğretmek istemiyorum. Tek istediğim, anlatılmayı hak eden hikâyeler anlatmak. Hepsi bu.”
Kitaba karakter olan kadınlar, kimi büyük kimi küçük eylemlerle; kimi konuşarak kimi yalnızca susarak; yaparak ya da yapmayarak tarihin akışına yön vermiş kadınlar…
Kimi zaman bir Kleopatra çıkıyor karşımıza, ‘yüce’ Sezar’a kafa tutan, güzel ve küstah; kimi zamansa hayatta kalmak için, Pers Şehinşahı Şehriyar’a bin bir gece bin bir hikâye anlatan, hayatını zekâsına borçlu Şehrazat’ı görüyoruz satırlarda. Meryem’e çeviriyoruz sonra yüzümüzü. Kutsal kitaplara konu olan Meryem’i, özne olarak okuyoruz bu kez. Meryem’i okuyor, Meryem’i dinliyoruz. Kucağında bir bebek olan Meryem değil üstelik burada anlatılan. Tek ve kendi başına bir Meryem. Dimdik ve hırslı. Odak noktası kadın olan bir mercekten bakıyoruz dünyaya aslında bu kitapla. Adını duyduğumuz, duymadığımız nice kadınlara dokunuyor ellerimiz. Tarihin yaz(a)madığı kadınlara da ulaşabiliyoruz bu sayede.
Galeano, her satırıyla bizi etkileyen, öfkelendiren ve ümit veren bir derleme sunuyor bizlere, ölümünden sonra bile. Bir perde aralanıyor sanki kitabın ilk sayfasından itibaren ve bu kez biz bakıyoruz pencerenin kenarından kadınlara. Bazen öfkemize öfke katıyor sessiz çığlıkları kadınların. Günlerce evinden çıkmayan, tek uğraşı kapı komşusuna mektuplar yazmak olan bir kadınla tanışıyoruz mesela. Bir zamanlarda, bir yerlerde, bir genç kadının başka bir kadına yazdığı mektuplarda okuyoruz isyanı. Biriktiriyoruz parçaları, o kadının şu’su, bu kadının bu’su derken kendi zihnimizde bir puzzle çıkartıyoruz ortaya. Rengarenk bir puzzle bu. Sonra yeniden düşünüyoruz. Kadınlar, hepsi farklı ve hepsi tek…
Her kadına yaklaşık bir sayfa düşüyor metinde. Klasiğin ötesine giderek, bir kadını sayfalarca anlatmaktansa, birçok kadına pay ediyor Galeano, kitabının sayfalarını. Mücadeleden yılmayan, yaptıkları işlerde başarısız olsa dahi umudu kırılmayan kadınlar, ‘başarılı’ olan kadınlarla kol kola yürüyor bu kitapta.
Çünkü kadınlar bu sirke girenin bir daha çıkmak istemeyeceğini çok iyi biliyorlar.
… Luz Marina o gün akrobat olmaya karar verdi. Gerçekten atladı, hem de çok yüksekten ve altı yaşındaki o ilk akrobasisinde kaburgalarını kırdı. Sonrasında hayatı aynı şekilde devam etti. Savaşta, Somoza Diktatörlüğü’ne karşı verilen uzun savaşta ve aşklarında sürekli uçtu ve sürekli kaburgalarını kırdı. Çünkü sirke giren bir daha asla çıkamazdı.[1]
[1] Eduardo Galeano, Kadınlar, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2016. S. 109.