Ben, Isadora Duncan. Dansın devrimci kraliçesi. Yeryüzü ve gökyüzünün gayrimeşru çocuğu. Doğanın ta kendisi. Güneş, benim bedenim. Ufuklar, bakışım. Deniz köpüğü, tenim. Rüzgarlar, saçlarımdır.”

Kadınların toplumdaki yeri ve yaşama biçimiyle ilgili devrimci adımlar atan, kendi hayatında toplumsal tabuları çiğneyen ve özgürlüğünden taviz vermeden yaşayan Isadora Duncan, 27 Mayıs 1877’de İrlandalı bir ailenin çocuğu olarak San Fransisco’da doğdu. Anne ve babası boşanınca annesi çocuklarıyla birlikte Avrupa’ya döndü. Annesi müzik öğretmeniydi. Isadora yaşamının ilk yıllarını yoksul, ancak müzikle dolu geçirdi. 16 yaşında klasik balenin katı kurallarını reddederek, yeteneğine rağmen bale eğitimi almadı. Çıplak ayaklarıyla ve çıplak bedeniyle, içinden geldiği tarzda kendine has bir dans ve koreografi geliştirerek modern dansın temellerini attı. Isadora’nın itirazı sadece dansın kurallarıyla sınırlı değildi. O ataerkil dünyanın işleyişine ve kadının edilgen biçimde hapsedildiği cam fanusa da karşı çıkıyordu. Dans etmek ise onun için kadın özgürlüğünü savunmanın en anlamlı yoluydu.

“Sanatımın simgelediği bir şey varsa, o da kadın özgürlüğüdür. Ve bu özgürlüğün meşru hale gelmesidir. Kadınlar kendilerini yeni kıtadaki Püritanizmin entrikalarından ve dar kalıplarından kurtarmalıdır. Bugün birçok Amerikalı kadının yaptığı gibi o tahrik edici giysiler içinde kasılmaktansa, tümüyle çıplak dans etmeyi yeğlerim. Çıplaklık gerçek olandır. Gerçek güzelliktir. Sanattır. Ve bunun için de asla ve asla bayağı olamaz. Benim bedenim sanatımın tapınağıdır.”

1904 yılında kardeşi Elizabeth ile birlikte Berlin’de bir dans okulu açtılar. Yatılı ve ücretsiz olan bu okulda öğrencilere dans eğitimiyle birlikte gelişimleri için ruhsal destek de veriyorlardı. Berlin’de yaşadığı dönemde Edward Gordon Craig ile aşk yaşamaya başladı. Bu ilişkiden Deirdre isimli bir kızı oldu. Ancak bu ilişki Gordon’un öfke problemi ve dengesiz davranışları nedeniyle uzun sürmedi.

Isadora ilk dans gösterilerini Chicago ve New York’ta sahneye koydu, ancak çok fazla kabul görmedi. Kendine has dans tarzının başarıyla izlendiği ilk yer Londra oldu. Doğadan ve ruhundan ilham alan ritimlerle sunduğu dansını, Eski Yunan giysileri içinde ve dönem kadınlarının vazgeçilmezi olan korseyi giymeden sergiliyordu. Londra’dan sonra Paris, Almanya, Avusturya, Macaristan, Yunanistan ve Rusya gibi birçok ülkede sahneye çıktı.

Isadora evlilik kurumuna tamamen karşı bir kadındı. Craig’den sonra yollarının kesiştiği Singer dikiş makinalarının sahibi Paris Singer’in evlilik teklifini “Benim yaşamım özgürlüktür,” diyerek reddetti. Paris S. ile birlikteliği sırasında 1911’de oğlu Patrick dünyaya geldi. 1913 yılında hayatının trajedisini yaşadı: Bir virajda bozulan motoru tamir etmek için arabadan inen şoförü, el frenini çekmeyi unuttuğu için araba, içindeki çocuklar ve bakıcıyla birlikte Sen Nehri’ne gömüldü… Bu olaydan sonra Duncan içmeye başladı ve kilo aldı. Bir süre sonra üçüncü bir çocuğunu da kaybetti.

1. Dünya savaşı nedeniyle Avrupa sanata olan ilgisini kaybetmişti. Bu dönemde Rusya’dan kendisine ait bir dans okulu teklifi alan Duncan, teklifi kabul etti. Bu durum dünyanın tepkisini çekmesine neden oldu.

Rusya’da yirmili yaşlarında ve yetenekli bir şair olan Sergey Aleksandrovich Yesenin ile tanıştı. Çalkantılı ve şiddet dolu bir ilişki sürdüren Duncan ve Yesenin, Yesenin’in Rusya’dan çıkabilmesi için 1922 yılında evlendiler. Duncan gittiği her yerde kırmızı ipek şalını takıyor, Sovyetler’e övgüler düzüyordu. Bir gazetecinin “Bolşevik mi oldunuz?” sorusunu; “Bolşevik olup olmadığımı bilemem. Bildiğim tek şey şu ki; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, insanlığın iki bin yıldır tanık olduğu en büyük mucizedir. Platon’un ve Nietzsche’nin kehanetleri artık gerçekleşmek üzere,” diye yanıtlıyordu. Duncan’ın Sovyetler yanlısı söylemleri ve bir Rus’la evli olması tepki çekiyordu. Avrupa ve Amerika’da birlikte sahne alan çift, Yesenin’in sınırdışı edilmesinden sonra Rusya’ya döndü. 1925 yılında Duncan Paris’teyken Yesenin bir otel odasında kendini asarak yaşamına son verdi.

Bu son acıdan sonra 14 Eylül 1927 akşamı boynundan hiç ayırmadığı kırmızı şalıyla araba seyahati sırasında, rüzgarın esintisiyle uçuşan şalı arabanın tekerleğine sıkıştı. Bu sırada boynu kırılan Isadora 50 yaşında hayata veda etti.

Isadora Duncan’ın feminist ve devrimci yaşamı 1968 yılında Karel Reisz yönetmenliğinde Isadora isimli biyografik filme konu olup izleyiciyle buluştu. Ayrıca Maurice Lewer’in Isadora kitabı da, hayatını anlatan önemli eserler arasındadır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.