Feminizm ve sürdürülebilirlik arasında doğal bir bağ var. Ancak kadınlar, tüketim kültürünün alışveriş tutkusunu yaşatmaya devam ettikleri sürece her iki hareket de zarar görecek.

Kat George

Kapitalizm ve feminizm birbiriyle her daim taban tabana zıt olmuştur. Feminizm, cinsiyetler arasında kapsamlı eşitliği hedefleyen kolektif bir harekettir. Kapitalizm ise bireysel ihtişama tapar. Ancak son yıllarda ana akım çağdaş feministler “eşitlik” kavramını kapitalist bakış açısıyla yeniden yorumlamaya çalışıyor. “Güçlenme” artık bir kadının para harcama kapasitesini tarifliyor. Kadınların ne kadar para kazanıp da kıyafet, aksesuar, güzellik ürünleri ve işlemlerine harcayabildiği, artık cinsiyet eşitliğinin kıstası haline geldi.

Monolitik ve maddiyat odaklı tüketici feminizmi, kadınları en tepeye çıkmak uğruna birbirini ezmeye teşvik ediyor. Şöhret kültürünün de katkısıyla, kadınların birey olarak maddi konumlarını iyileştirdikleri takdirde feminist hayalin bir bakıma gerçekleşmiş olacağı fikrini pompalıyor. Beyonce şarkılarında en iyi intikam kazandığınız paradır[1] diyor. Ariana Grande ise kirpikler ve elmaslar, ATM’ler / sevdiğim her şeyi kendim alırım[2] diye böbürleniyor. Bunlar ana akımda kadınları güçlendirici feminist söylemler olarak alkışlandığında, para bir kadının başarısının anahtarı olarak sunulmuş oluyor.

Bu kapitalist feminizm şenliğinde ne yazık ki unutulan bazı şeyler var: Kamu ve özel sektörde eşit cinsiyet temsili, cinsiyete dayalı ücret uçurumu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli şiddet, gelişmekte olan ülkelerde kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının ihlali, çocuk hakları, düşük sosyoekonomik seviyelerdeki kadınların durumları, doğum hakları, LGBTQI hakları, kürtaj hakları ve sıradan kadınların cinsiyet eşitliğine tam anlamıyla erişmesini engelleyen bir sürü farklı ama çok gerçek sorun gibi…

Beyonce’nin yakın zamanda baştan çıkarıcı bir edayla raflar dolusu Adidas ayakkabı arasında poz verdiği fotoğrafları ele alalım. (Bahsi geçen paylaşımlarda sponsorlu içerik uyarısı yoktu ve tüm ayakkabılar aynı numara kadın ayakkabısı gibi görünüyordu. Bu da ayakkabıların hepsinin Beyonce’ye ait olduğu izlenimi yaratıyor.) Destiny’s Child ile bağımsız kadın[3] şarkıları söylediği günden beri Beyonce’nin markası, hep bir kadının değerinin satın alabildikleriyle ölçüldüğü mesajını veriyor. Peki, tüm Beyonce hayranlarının bu kadar çok spor ayakkabısı olduğunu düşünebiliyor musunuz? Ayakkabıların mal olacağı kirliliği, dökülecek alın terini ve en nihayetinde bu aşırı tüketimin yol açacağı atık arazisinin hacmini bir düşünün.

Şimdi de tersine Beyonce gibi sanatçıların tüketim ile statüyü birbirinden ayırabildiği bir dünya hayal edin. Popüler kültürün kitlesel tüketimi arttırmayı amaçlayan kapitalist çarkın dişlilerinden biri değil de yalnızca sanat olduğu bir dünya… Beyonce ve diğerlerinin fotoğraflarda ve şarkı sözlerinde sattıkları bir arzu, tüketim ve yükselme arzusu. Tabii ki Beyonce de pek çok çelişki barındırıyor. Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Önemlidir) gibi hareketlerin duyulmasına ve ana akımda siyahi kadınların öykülerinin anlatılmasına alan açan güçlü kültürel çıkışlarını biliyoruz. Peki ya Beyonce ve diğer pop sanatçıları bu ikiliği reddetseydi? Kadınların güçlenmesini kendimiz için “kapabileceğimiz” şeylerin toplamı olarak sunmak yerine, feminizmi başkalarıyla paylaşımı temel alarak kavramsallaştırsaydı? Tüketici feminizmi, ayakkabı satın almayı teşvik etmek yerine tüm kadınların savunuculuğunu yapmayı en büyük güç ifadesi olarak “pazarlasa” nasıl olurdu?

Ana akım tüketicilikte “gücünü kanıtlama amacıyla para harcama” zihniyetinin sonucu hızla değişen moda, daha ucuz ürünler ve çevre ve insan haklarını hiçe saymak oldu. Hızlı moda mağazası Boohoo, 2019’un ilk iki ayında yüzde 48’lik (neredeyse 856.9 milyon avroluk) gelir artışı sağladı. Markanın cirosu Birleşik Krallık’ta yüzde 37, uluslararası piyasalarda ise yüzde 64 arttı. Endişe verici bir şekilde kullan-at moda markası PrettyLittleThing yüzde 107, Nasty Girl ise yüzde 96 büyüdü. Görünüşe bakılırsa hızlı modanın yavaşlamaya hiç niyeti yok.

Feminizm, bu kapitalist piyasa ile sağlıklı bir biçimde birlikte var olamaz. Birleşik Krallık’ta cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği 2017 ve 2018 yıllarında neredeyse hiç azalmadı. Kamu hizmeti alanındaki işlerin dörtte birinde de aynı iş için erkeklere kadınlardan en az yüzde 20 daha fazla ücret veriliyor. Para harcamanın kadınların güçlenmesi anlamına geldiği düşüncesi bu rakamlara tamamen ters düşüyor. Görünen o ki gereksiz alışverişin, erkeklerden kayda değer ölçüde daha az para kazanan kadınlar açısından ciddi bir dezavantaj yaratması çok daha olası.

Bir yandan da giyimde seri üretim yapılabilmesine olanak sağlayan tek şey (kıyafetlerin büyük bir kısmının fikir aşamasından perakende aşamasına geçmesi yaklaşık iki ila dört hafta sürüyor) tekstil sanayisinin yüzde 80’ini oluşturan kadınların da kitlesel olarak sömürülmesi. Moda tedarik zincirlerinde çalışan tekstil işçileri çoğu zaman suistimale uğruyor, sakatlanıyor, hak ettiğinden daha az ücret alıyor, yetersiz besleniyor ve olmayacak ölümlere yol açan insanlık dışı koşullarda çalışıyor. Rana Plaza fabrikası çökünce hayatını kaybeden 1134 tekstil işçisi bunun bir örneği. Bangladeş’te aylık asgari ücret yaklaşık 67 dolar olarak hesaplandı – ki bu, bırakın gıda ve barınma ihtiyaçlarını, “hızlı moda” giysilerini koyacak dolabı dahi karşılamaya yetmeyecek bir miktar.

Ayrıca çevresel maliyet konusu da var. Her yıl 140 milyon avroluk kıyafet atık arazisine gönderiliyor. Üretim döngüsü aracılığıyla bir sürü zararlı kimyasal madde ekosisteme giriyor ve su atığı oluşuyor. Dünyadaki karbon salınımının yüzde 10’una moda endüstrisinin sebep olması da cabası.

Kadınların bitmek bilmeyen bir harcamayla “güçlerini” göstermeleri için ödediğimiz bedel bu. Tüketici feminizmi, bireysel özerklik açısından harika bir şey. Ancak feminizm bireysel bir hareket değil, hiçbir zaman da olmadı. Özellikle de söz konusu bireyler, diğerlerinin ezilmesi ve sömürüsüyle zenginleşip güçleniyorsa.

Moda endüstrisi birçok kadının – ve çevrenin –  kaderini işte böyle cebinde, hatta cüzdanında tutuyor. Eşitliği savunmanın tek yolunun patronaja dayalı ulus-aşırı endüstrilerle mücadele olduğunu görmek zorundayız. Tüketici feministler ve kredi kartları büyük bir güce sahip. Patriyarkanın aracısı mı yoksa bir ürünü her “sepete attıklarında” sömürülen milyonlarca kadın için değişimin aracısı mı olmak istediklerine karar verme sırası şimdi onlarda.

Kadınlar, tüketim kültürünün “ölene kadar alışveriş” tutkusunu yaşatmaya devam ettikleri sürece hem feminizm hem de sürdürülebilirlik zarar görecek. Her iki hareket de hızlı modanın zarar verdiklerini korumak için onu yavaşlatmaya çabalıyor. Birlikte çalışmanın sonuçlarından da birlikte faydalanmak mümkün. Aşırı üretimin durdurulması hem çevre hem de küresel tedarik zincirinde sömürülen işçiler açısından iyi. Ayrıca bu, tüketici feministler açısından da iyi olacak. Çünkü tüketim döngüsünün prangalarından kurtulmak, artık onun kurallarına uymak zorunda olmadığımız ve kendi kurallarımızı koyabileceğimiz anlamına geliyor.

Çeviri: Esin Aksoy

Bu yazı 13 Mayıs 2019 tarihinde Huckmag.com sitesinde yayınlandı.

[1] Orijinali: “The best revenge is your paper”

[2] Orijinali: “Lashes and diamonds, ATM machines / buy myself all of my favourite things”

[3] Ç.N. Yazar Destiny’s Child’ın Independent Woman şarkısına gönderme yapıyor.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.