Analist ile hastası arasında geçen seansta gerçekten çalışabilmek için dinlemeye, düşünmeye ve hissetmeye ihtiyacımız var.
Susie Orbach
Görüşme odasında olup bitenler son zamanlarda daha şeffaf bir hal aldı. Çok şükür. Terapistin her şeyi bildiği ve kendisine danışan, koltuğa uzanmış kişiye bilgelik ihsan ettiği filmlerden beslenen beylik klişelerden daha fazlasını biliyoruz.
Terapistler bireyin, çiftin ya da ailenin zorluklarını nasıl yaşadığı ve anladığıyla ilgilenirler. İşin başlangıç noktası bu olmalı. İlk başvuru kaynağımız dinlemek, yavaş yavaş kendimizi ötekinin ayakkabılarının içinde hissetmek, iletilen duyguları özümsemek ve düşünmek ve daha sonra bir şeyler söylemek olursa eğer, o zaman bir kıymetimiz olabilir.
Muayene odasının içinde nasıl düşündüğüm ve konuştuğum, sıradan sohbetlere kıyasla çok farklıdır. Gizemli olduğu için değil ama basmakalıp paylaşma, tanışma yollarının dışında bir şey bu. Terapist, kalıplar çıkarır ve teori üretir. Aynı zamanda, konuşulan sözler, kelimelerin nasıl iletildikleri (kesik kesik, düz şekilde ya duraklayarak) ve kelimelerin bir kez söylendikten sonra konuşmacıyı ve terapistin kendisini nasıl etkilediği üzerine de kafa yorar.
Kelimeler daha önce bilinmeyen duygulara ve düşüncelere ses verebilir. Kelimeler aydınlatabilir. Bu nedenle konuşma tedavisi (talking cure) ismi verilmiş. Fakat kelimeler ortaya çıkarabildiği gibi saklayabilir de ve bu bizi terapinin dinleme ve hissetme kısmına getirir. Söylenen şey ne ve nasıl söylenmiş olursa olsun, terapist olarak benim üzerimde bir etkisi olacaktır. Umutsuz hissedebilirim, enerjik hissedebilirim, itilmiş hissedebilirim, istenmiş hissedebilirim, çözüm bulmak üzere çekiştirilmiş hissedebilirim.
Ötekinin etkisi, herhangi bir ilişkiyi mümkün ya da namümkün kılan şeydir. Terapist, danışanların kendilerine nasıl hissettirdiğini yansıtmak konusunda eğitilmiştir. Kendimi analizanın – yani analiz edilen kişinin – yerine koyar ve sonra dışına çıkarken çabam, her iki deneyimi de kapsamak, artı olarak, ilişkide karşılaştığım kolaylık ya da rahatsızlığım hakkında farkındalık kazanmaktır.
Tabii ki terapistin duygularının ayırıcı özelliği merak ve ilgi olacaktır, ama duygularımın içine bana yabancı tat veren hisler karıştığında, bunun analizanın zihnine dair etkili bir fikir verip vermediğini merak ederim. Duygu düzeyinde iletilen şey, bireysel yardım aramayı kuşatan zorlukların bir işareti midir?
Başkasının yerine ve hikayesinin içine adım atmayı ancak yaklaşık bir biçimde yapabilirken, üzerimize gelen duygularla, içimizde daha ziyade cerrahi bir tartışma yapıyoruz. Bir keresinde bir seansta kepekle kaplandığımı hissetmiştim, seansın öncesinde ve sonrasında öyle bir sorunum yoktu. Başka bir zaman, depresyonla ağırlaşmış fakat kişi ayrıldıktan beş dakika sonra canlanmıştım. Birkaç seans sonra da hırıldayan bir kedicik gibi hissettim ki bu kişiyle yaşadığım ve başka hiç kimseyle yaşamadığım bir duyguydu. Bu duygular, kişinin sırtına yüklendiği ya da elde etmek için can attığı şeyler hakkında beni uyarması açısından inanılmaz yardımcı uyarılardı. Arzular ve zorluklar kelimelere dökülmüyordu fakat duygular aracılığıyla, kelimeleri kendim için bulabildiğimde, paylaşılabiliyor ve anlam ifade ediyordu.
Duygular, hisler bizim görüşme odasındaki işimizin temeli, can damarıdır. Fikirlerimizin içini doldurur veya bunları değiştirirler ve tedavi için birlikte bir sürece girdiğimiz insanların canını bu denli yakanın ne olduğunu anlamak için duygusal bir köprü sağlarlar. Ruhsal olan hakkında genellikle daha çabuk akla gelen teoriler ve fikirlerimizin yanı sıra duygular da bir terapistin alet çantasının –benim için kesinlikle- önemli bir parçasıdırlar. Konuşma tedavisi konuşmak demektir, evet. Fakat aynı zamanda terapist dinliyor, düşünüyor ve hissediyor demektir.
Çeviri: Suzan Saner
Bu yazı 14.1.2018 tarihinde The Guardian’da yayınlandı.