İki kavramsal çerçeve, ki birincisine göre tecavüzün seksle hiçbir alakası yoktur, ikincisine göre de tüm (hetero)seksüel aktiviteler potansiyel cinsel ihlallerdir; cinsel suç mağdurlarına ne olduğunu ve onların nasıl hissettiğini anlamak için yetersiz.
Nasrin Khandoker
Cinsel şiddet dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadınlar ve ötekileştirilen diğer toplumsal cinsiyetler için gündelik bir gerçeklik. Gel gör ki dil, sınırları ihlal edilenler yerine ihlal edenler, ayrıcalıklı olanlar tarafından kurulduğunda, birisi bir başkasına tecavüz ettiğinde ne olduğunu nereden bilebiliriz? Verdiği zararı nasıl anlayacağız? Tecavüze maruz bırakılan birinin deneyimiyle bağlantı kurabileceğimiz acı sözler nelerdir? Tecavüz edenlerin diliyle ifade edildiğinde, tecavüze maruz bırakılmanın tam olarak neye zarar verdiğini nasıl bilebiliriz?
1971’de tecavüz, askeri bir etnik arındırma stratejisi olarak Bengallilere terör estirmek için şiddetli bir savaş silahı olarak kullanıldı. Ama aslında bundan fazlasıydı. Savaştan sonra tecavüze uğrayan kadınlara Birangana (savaş kahramanı) adı verildi, ancak onların gerçek varlığı silindi ve bunun yerine “onurunu feda ettiler” gibi soyut bir milliyetçi tahayyül getirildi. Bangladeş’in zaferi ve bu muzafferane imajın hatırına, yeni doğmuş “saf” bir Bangladeşli ulusun soyut imajını oluşturmak için tecavüz mağduriyetinin “kirliliği”ne ihtiyaç vardı.[1] Bangladeşli erkeklerin erkekliğini kızlarına ve annelerine tecavüzün neden olduğu “emaskülasyon”un “utancı”ndan geri almak için, Birangana’nın varlığı ve yaşadıkları milliyetçi anlatılardan dışlandı.[2] Biranganaların ilk tanıklıklarından biri Nilima İbrahim’in yedi Birangana’dan bahsettiği “Ami Birangona Bolchi – Savaş Kahramanı Konuşuyor” adlı kitabı vasıtasıyla yirmi yıldan fazla süren bir suskunluktan sonra ortaya çıktı. Tecavüz bir savaş silahı olarak kullanıldığında, silahın savaşçı değil, kadın olduğu varsayılır. Milliyetçi gurur “annelerine ve kızlarına tecavüzle iğdiş edilmek”ten utanırken, aynı zamanda erkeklerin kadınların bedeninin sahibi olduğunu varsayar. Bu anlatılarda tecavüze uğrayan kadınların kendi bedenlerinin özerkliği reddedilmiştir.
Birangana tecavüzü dahil olmak üzere savaş tecavüzlerini analiz eden en etkili feministlerden biri olan Susan Brownmiller, tecavüzün sadece şiddet olduğunu ve cinsellikle hiçbir alakası olmadığını savunuyor.[3] Bu konuda Foucault’yu tekrarlayarak, onun şiddet vurgusu tecavüzün kadınları kontrol etmek ve erkeklere tabi olan “yerlerinde” tutmak için bir silah olarak nasıl kullanıldığını açıklıyor. Onun analizi tecavüzü ataerkil söylemde birbiriyle örtüşen “normal” bir cinsel karşılaşmadan ayırmak için yardımcı olurken, (hetero)seksüellik fikrinin tecavüzün nasıl kadınlara karşı etkili bir silah olarak kullanılmasını mümkün kıldığını açıklamıyor. Bu silahın etkinliği kadınları pasif, erkekleri cinsel ilişkilerin aktörleri olarak varsayan tecavüz kültürü tarafından onaylanmasına bağlıdır. Brownmiller’a göre, kadınların biyolojik olarak tecavüze maruz bırakılmasının seksle alakası yok. Foucault ve Brownmiller’a göre, bununla ilgili kafamızda kurduğumuz utanç ve namus sorunları ataerkil söylemden dolayı meydana geliyor yani bunun beden veya biyolojiyle ilgisi yok. Tecavüzü bu yolla anlama, savaşta kullanılmasını anlamamız konusunda biraz yardımcı olsa da, cinsel şiddetle ilişkilendirilmiş bedenlenmiş acıyı ve deneyimi reddediyor.
Bununla birlikte, tecavüzü “normal seks” ile ilişkilendiren ataerkil söylem tecavüz kültürünü yaratan ve yeniden üreten cinsel politikanın bir parçası olduğu için seks olarak anladığımız şeyden bağımsız değildir. Catharine MacKinnon,[4] cinsel şiddetin temelinin, erkeklerin baskın kadınların itaatkar olarak kabul edildiği cinsel politika olduğunu savunuyor. Cinsel politika ise, bu güç ilişkisi normatif seks fikrine gömülü kaldığında gerçekleşiyor. Ona göre, tecavüz ve cinsellik normatif (hetero)seksüellikte mutlaka iki farklı şey değildir. Onun analizi, cinsel ihlalin nüanslarını ve tecavüz kültürünün var olduğu ve çoğaldığı söylemsel alanı açıklarken, kadınların deneyimleri ve günlük failliklerinin karmaşıklığını göstermiyor ve bunun yerine ayrım yapmadan tüm heteroseksüel aktiviteyi suçluyor.
Bu iki kavramsal çerçeve, ki birincisine göre tecavüzün seksle hiçbir alakası yoktur, ikincisine göre de tüm (hetero)seksüel aktiviteler potansiyel cinsel ihlallerdir; cinsel suç mağdurlarına ne olduğunu ve onların nasıl hissettiğini anlamak için yetersiz. Cinsel suçların bu şekilde tanımlanması, öznenin ve sosyal yapının birbirini ne kadar etkilediğini ve belirlediğini göstermez. Kadınların heteroseksüel sosyal norm tarafından ihlal edilirken aynı zamanda bu normun bir parçası olduğunu görmemize izin vermez. Bu anlayışlar aynı zamanda beden ve zihin arasındaki epistemolojik ikiliktedir. Beden ve zihin, toplum ve birey arasındaki karşılıklı ilişki, bu kavramsal çerçeveler tarafından keşfedilmeden kalıyor.
Tecavüzü kavramsallaştırmanın bir başka yaygın yolu da tecavüzün kadınların nesneleştirilmesinden kaynaklandığını varsayan “nesneleştirme” teorisidir. Bununla birlikte, çağdaş feminist felsefeci Ann Cahill, tecavüzün veya cinsel şiddetin sadece kadın bedeninin erkeğin zevki için nesneleştirilmesiyle ilgili olmadığını, aynı zamanda kadınların arzularını inkar ettiğini ileri sürüyor. Bu yüzden de bu aslında özne-nesne ikiliği ile ilgili değildir. Mağdurların cinsel öznelliğini inkar etmekle ilgilidir. Tecavüzü yalnızca “nesneleştirme” merceğinden anlamak, bir kadının kasıtlı olarak kendi hazzı için kendinin nesneleşmesini arzuladığı durumları anlamamıza izin vermez.[5] Arzu nesnesi olmak ya da olmaya istekli olmak, kişinin kendi öznelliğini ille de reddetmez ama cinsel ihlale neden olur. Diğerleriyle özneler arası ilişki, bu bedenselleştirilmiş öznellik anlayışını inşa eder. Tecavüz sadece kadın bedenini erkeğin zevki için nesneleştirmekle kalmaz aynı zamanda mağdurun bedenselleştirilmiş cinsel öznelliğini, cinsel bir varlık olarak katılımını, onayını, iradesini, arzusunu, hazzını hatta arzu nesnesi olma iradesini dahi reddeder. Bu “inkar” eylemi tecavüzü anlamak için çok önemlidir.
Zihnin beden, öznenin nesne, soyutun madde üzerindeki hiyerarşisi, bedenselleştirilmiş öznelliği anlamamızı engelleyen batı epistemolojisinin temelini oluşturur. Bu aynı zamanda, cinsel ihlalin bedenlenmiş benlik üzerindeki etkisinin reddedilme sebeplerinden biri olmuştur. Cinsel şiddet, maruz bırakılanların cinsel öznelliğini, onların kendi bedeni üzerindeki mülkiyetini ve onların buna hayır veya evet deme failliğini ihlal ediyor. Tıpkı bir birey çevresinden bağımsız olmadığı gibi beden ve zihin de birbirinden ayrı değildir. Çağdaş feministlerin cinsel ihlali keşfetmeleri, beden ve zihin, birey ve toplum, deneyim ve söylem arasındaki karmaşıklığı kabul ediyor. Cinsel ihlallerin bedenlenmiş benlik algısına ve kişinin bedenlenmiş öznelliğinin özerkliğine zarar verdiğini savunuyorlar. Cinsel ihlal yüzünden ne olduğunu anlamak için, doğrudan bedeni ihlal ettiği için bedenin merkezi olduğunu ama bedenin de zihinden ayrı olmadığını anlamak gerekir. Feminist felsefeci ve tecavüzden hayatta kalan Linda Alcoff,[6] tecavüzün ihlal ettiği şeyin cinsel öznelliğimiz, cinsel bir varlık olarak benlik algımız olduğunu savunuyor. Ve cinsel bir varlık olarak bu benlik algısı sadece zihinde yaratılmaz, aynı zamanda somutlaşmıştır. Kişinin kendi bedeni kişinin kendi benlik algısı için temel bir şeydir ve bir insanın sahip olabileceği en mahrem şeydir. Beden ihlali bu nedenle, bedenlenmiş öznelliğe zarar verir. Böylece bedenselleşmiş cinsel öznelliği saygıyla kabul etmek cinsel ihlale karşı koymanın anahtarıdır.
Nilima İbrahim’in kitabında adı geçen Birangana Tara, “Bir gün tüm bu işkence ve tacizlerin ardından nasıl görüneceğimi merak ettim. Burada ayna yoktu, intihar etme ihtimalimize karşı cam pencere veya kapı da yoktu ama intikam alabilmek için istismara uğrayan bedenimi büyük bir sevgi ve şefkatle yaşattığımı bilmiyorlardı,” dedi.[7] Tara’nın ifadesi tecavüz yoluyla ihlal edilen kendi bedeninin özerkliğini yeniden kazandığını gösteriyor. Bu, öznelliğinin zarar gördüğünü iddia ettiği ve kabul ettirdiği anda gerçekleşiyor. Zarar görmüş bedenlenmiş cinsel öznelliği yok edilmiş ve onu geri almak istiyor. Tecavüzle mücadele etmek için bu iddiayla dayanışma içinde olmalıyız.
Çeviren: Merve Çeltikci
Bu yazının orijinali 1 Mayıs 2021 tarihinde Shuddhashar’da yayınlanmıştır.
[1] Sayema Khatun, ‘Muktijuddher His-story: Ijjot o Lojja (The His-story of the Liberation War: Honour and Shame)’, Public Nribigyan, 2, Probol o Prantik (February 2015).
[2] Nayanika Mookherjee, The Spectral Wound: Sexual Violence, Public Memories, and the Bangladesh War of 1971 (Duke University Press, 2015).
[3] Susan Brownmiller, Against Our Will: Men, Women, and Rape, Reprinted edition (New York: Ballantine Books, 1975).
[4] Catharine MacKinnon, Toward a Feminist Theory of State. (Cambridge: Harvard University Press, n.d.).
[5] Ann J. Cahill, ‘The Difference Sameness Makes: Objectification, Sex Work, and Queerness’, Hypatia 29, no. 4 (2014): 840–56.
[6] Linda Martin Alcoff, Rape and Resistance (Polity, 2018).
[7] Bu kaynak orijinal metinde Bengalce olarak bulunuyor.