Öncelikle kadın cinayetinin, kadını sömüren sistemin sekteye uğradığı bir anda vuku bulduğunu tespit edelim. Bu sömürü, kadın itiraz ettiğinde; boşanmak istediğinde, ayrılmak istediğinde, çalışmak istediğinde, okumak istediğinde, gece dışarı çıkmak istediğinde yani kendi iradesini ortaya koyan bir istekte ve eylemde bulunduğunda sekteye uğruyor.
Kadınların güçlenmesi erkekliği hiç olmadığı kadar zorlu bir teste sokmuş olmalı. Bazı “sıradan” erkekler bu testten katil olarak çıkıyor. Kadınların güçlenmesi onları adı konmamış bir savaşa sürüklemiş, 2024 yılı kadın cinayeti rakamları bunu gösteriyor. Uzaklaştırma kararı bulunan erkek ateşli silah taşıyabiliyor. Silahlı, sıradan erkeklerden oluşan ve çoğu benzer bir senaryoyla, benzer şekillerde öldüren bir grup var karşımızda. Bunun tek yönlü de olsa bir savaş olduğunu söylemek artık radikalizme girer mi? Erkekler kadınları öldürmeyi hak olarak görüyor. Öldürmenin hak olduğu başka hangi arena var? Kadın cinayetlerine karşı mücadele içinde bile hep şu soruyu soruyorum, “erkek egemenlik ama neden katillik?” Bu sıradanlıktan katilliğe giden yol istatistiklerin altında örtülmüş gibi. Patriyarkal kodlar; yönetme, yasaklama, kapatma, baskılama ve şiddetken “öldürme” bunun neresine düşüyor? “Katil olmak” bir erkeğin sahip olduğu diğer kimliklere ne yapıyor? “Erkeklik kimliği” tüm diğer toplumsal kimliklerin neresine düşüyor?
“Sıradan erkeği” kuran en güçlü kimlik erkeklik. Sıradan erkek derken çevremizde karşımıza çıkabilecek, sokakta selam verdiğimiz, yolda rastgele görebileceğimiz ambulans şoförü, imam, doktor, polis, esnaf ve benzerlerini kastediyorum. Kadın cinayetlerinin işlendiği yerlere baktığımızda en çok evleri ve sokağı görüyoruz, bu da bize sıradanlığı bir kere daha gösteriyor. Erkek bireyin toplumsal kimliklerini açarsak belki katil erkeğin hangisine en çok tutunduğunu anlayabiliriz. Öncelikle kadın cinayetinin, kadını sömüren sistemin sekteye uğradığı bir anda vuku bulduğunu tespit edelim. Patriyarkanın öncelikli amacı kadın cins kıyımı değil, kadını ikincilleştirerek, güçsüzleştirerek sömürmek. Ne ki bu sömürü, kadın itiraz ettiğinde; boşanmak istediğinde, ayrılmak istediğinde, çalışmak istediğinde, okumak istediğinde, gece dışarı çıkmak istediğinde yani kendi iradesinde bir “istek”te ve eylemde bulunduğunda sekteye uğruyor. Sistem bozuluyor. Evliliğin devamına sadece erkek karar vermeli. Kadın adına da kararları hep erkek almalı. Kadın cinayeti bir erkeklik kimliği eylemidir. Ön planında da katliam yok, itaat var. Katliam, erkeklik kimliği tehlikeye girdiğinde; kadın eşitlik adına özgürleştikçe başlıyor, artıyor. Kadınlar özgürleşmekten geri durmayacak. Kadınlar daha da özgürleşecek ve güçlenecek. Peki, toplumsal erkeklik kimliği bu “bozunma”ya karşı ne yapıyor? Hızla diğer kimlikleri eziyor ve en üste çıkıyor. İyice kendini gösteriyor. Peki, nasıl?
Bir baba sözgelimi, çocuklarının önünde annelerini öldürüyor, kendisi hapse giriyor. Çocukların bundan sonraki hikâyesi ne? Basında bunu göremiyoruz. Medya sadece cinayet haberini ve bir süre zarfında da davanın akıbetini yazıyor. Muğla merkezde, 26 Ağustos 2024 sabahı işlenen kadın cinayeti sonrası gittiğim cenazede, evli olduğu erkek tarafından öldürülen Senem Kıvrık’ın annesi şöyle demişti: “Canım kızım, seni çok seviyorum, evlatlarına çok iyi bakacağım, onları iyi insan olarak yetiştireceğim”. Senem boşanmak istediği için ambulans şoförü Muhittin Kıvrık tarafından öldürüldü. İki çocukları var. Çocuklara ne olacağı babanın önceliğinde değil, erkeklik kurtulmalı. Çünkü en güçlü -son- karar öldürmektir. En büyük güç öldürmektir. Her zaman erkeklik kimliği ile sınanmış, erkekliğin yeniden üretimi için potansiyel bir araç olsa da, babalık kimliği bu vaka merkezinde elendi. Ailenin kutsallığıyla birlikte.
Sıradan erkeklikten katil erkekliğe geçişte peki vatandaşlık kimliğine ne olur? Serbestiyetini ve özgürlüğünü kaybeder. Ola ki “birkaç yıl yatar, çıkarım” diye düşünüyorsa da “eski hükümlü” vasfına düşürülür. Eski hükümlüler nasıl yaşar? Kadın katili erkekler, müebbet cezası almadıysa, infazı çekip çıktıktan sonra ne yapar, basında yazmıyor. Sosyoloji çalışmalarından biliyoruz ki eski hükümlüler cezaevinden çıktıktan sonra işsizlik, maddi sıkıntılar, sosyal uyum sorunları yaşıyor. Cezasızlık, haksız tahrik, iyi hal indirimi ve dünyanın bütün kravatları bu sonucu değiştirmiyor. Toplumsal çevrenin verdiği ömürlük bir ceza da var. Sosyal devletin olmadığı bir ülkede bu sorunları giderecek mekanizmalar yok. 24 Ocak 2025’te İzmir’de, cezaevinden kaçan mahkum Hasan Çırgı, evli olduğu Melisa Çırgı’yı öldürdü ve tekrar cezaevine kondu. Bir çocukları var. Hasan Çırgı’nın Melisa’yı neden öldürdüğü sorulmadı bile. 48 suç kaydı olduğu yazılan kısa bir haberle, kısa bir hikâyeyle son buldu basında olay. Başka suçlarına katilliği ekledi ve cezası müebbet olabilir. Serbest vatandaşlık elendi.
Erkeklik kimliği inançlı erkekte hangi sırada? Kadın cinayeti davalarında, yalancı savunmanın senaryolarına sonradan eklenen sözde zina suçunun dinî bir temeli olduğu açık. Ne ki tüm tek tanrılı dinler “öldürmeyeceksin” emri vermiştir. Bu emrin kadın cinayetlerini düşündüğümüzde dikkate alınmadığı kesin. İmam Yaşar Subaşı, evli olduğu Güler Subaşı’nı, 2016’da Hopa’da öldürdü. Borsada para kaybettiğini ve evli olduğu Güler Subaşı’nı altın bileziklerini ona vermediği için öldürdüğünü itiraf etti. Basın olayın bu kısmıyla çok ilgilendi; borsada kaybeden bir imam zaten yoldan çıkmıştı. Oysa Güler itaat etmediği için evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. Dinî temsiliyet erkeklik kimliğince elendi.
Polis memuru Volkan Hicret görevde olmadığı sırada, zimmetli silahıyla, Hande Buse Şeker’i, 9 Ocak 2019’da, Şeker’in Alsancak’taki evinde öldürdü. Hande Buse Şeker, İzmir’de yaşayan, geçimini seks işçiliğiyle sağlayan bir trans kadındı. Katil polis Şeker’i öldürmekle kalmadı, gasp etti, cinsel saldırıda bulundu ve evdeki arkadaşını yaraladı. Mahkeme sürecindeki kısıtlılık ve kapalılık kararları trans+/lgbti+/feminist örgütlerin mücadelesini etkileyemedi. Dava sürecindeki kapalılık kararı bir süre sonra kaldırıldı. Hande’nin adı her yerde yankılandı. Katil Volkan Hicret, polisliğin verdiği olanaklarla, sokakta korumakla yükümlü olduğu seks işçisini öldürdü. Büyük olasılıkla yırtarım sandı. Mücadele sonucunda müebbet hapis cezası aldı. Rozetini erkeklik kimliğine teslim etti.
Doktor Mesut Issı, Diyarbakır’da, 2019 yılında, boşanma davası açan, evli olduğu, avukat Müzeyyen Boylu’yu tabancayla çok sayıda ateş açarak, çocuklarının gözü önünde öldürdü. Her kim olursa olsun insan hayatı kurtarmak için yemin etmiş bir doktor kadın cinayeti işledi. Üstelik de silahı var. Militer ya da asayiş görevi olmayan, ölüm tehdidi altında yaşamayan erkekler kolayca ruhsatlı ya da ruhsatsız silah alabiliyor. Mesut Issı ve Müzeyyen Issı ayrı yaşıyorlardı ve çocuklarının okul gösterisi için o gün bir araya gelmişlerdi. Müzeyyen boşanmak istediği için evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. Doktor Mesut Issı meslek etiğini, itibarını erkeklik kimliği nezdinde eledi.
Peki, tartışmadaki bu hikâyelere dikkat nereden geliyor? İstanbul’da feminist hareketin parçası olan, bir kısmı geçmişte İstanbul Feminist Kolektif’in düzenlediği “Kadın Cinayetlerine İsyandayız”, “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” kampanyalarının parçası olmuş, kadın cinayeti dava takiplerine katılmış feministlerlerden oluşan Kadın Cinayetlerine Karşı Feministler grubu yeni bir kampanyaya başladı. “Kadınlar Öldürülüyor, Katil Kim?”[1] başlıklı kampanyada erkek katillerin sıradanlığını ifşa ediyorlar. Aralık 2024’ten bu yana duvar gazeteleriyle, sosyal medya ve sokak eylemleriyle katillerin kim olduğunu haykırıyorlar. İşte bu yazıda bahsi geçen katillerin hikâyelerine onlar sayesinde odaklanıyoruz. Ne ki öldürülen kadınlarla ilgili basında çarşaf çarşaf bilgi var. Kampanya metinlerinde: “(…) Bu erkekler mahkeme salonlarına çıktıklarında, öldürdükleri kadını suçlamanın onları haklı çıkaracağını biliyorlar. Bir kadının onları öfkelendirmesinin, aldatmasının, erkekliğine istediği hürmeti göstermemesinin onlara cezasızlık getireceğini, öldürmelerine gerekçe sayılacağını biliyorlar. Her kadın cinayeti davasında, kadınların yaşamları öldürülmelerine gerekçe aramak için ortalığa saçılıyor. Peki ya bu erkeklerin yaşamı? Bu erkekler öldürdükleri kadınlara, varsa çocuklarına, hayatlarındaki diğer yakını oldukları kadınlara ne yaptılar? Nasıl bir ‘erkek’ olarak bilinirler? Katilin değil öldürülen kadının yaşamında cinayet gerekçesi aramak bize adalet hakkında ne söyler? (…) Kadın katilleri aramızda, hanemizde, sokağımızda, iş yerimizde. Katil olmalarına ‘ihtimal vermeyeceğiniz’ sıradan erkekler. Artık kadınların ne yaptığını, nasıl hayatlar sürdüğünü değil erkeklerin ne yaptıklarını konuşmanın zamanı.” diyorlar. Bakış açımızı tümden değiştiriyorlar. Ulus devlet politikalarına sızan, toplumsal, kurumsal yapıları düzenleyen, bir türlü somut bir şekilde elle tutulup da yüzleşilmeyen patriyarkanın; bebeklikten askerliğe alkışlanan, sürekli beslenen, kışkırtılan, tarihsel piyonu “sıradan erkekliğin” bu yüzyılda geldiği katilliğe işraret ediyorlar.
Ne ki erkek katillerin kim olduklarını, ne yaptıklarını medyadan bulup çıkartmak kolay bir iş değil. Sözgelimi bakkal Fahrettin Y., 2017 yılında, Sivas merkezde, sokak ortasında, beş çocuk annesi Fadime Yılmaz’ı öldürdü. Medyada katilin soyadı ve davanın sonucu bulunamıyor. Fadime ile aynı soyadını mı taşıyorlardı; “Y.” nedir, akrabalar mı bilinmiyor. Basında 18 yaş altı suçlular hariç ismin gizlenmesine yasal bir gereklilik yok ancak kadın cinayetlerinde buna sık rastlıyoruz, daha eskiden isim de geçmezdi. Haberlerden anlayabildiğimiz sadece sıradan bir esnaf, bir kadını öldürdü. Fotoğrafı var, o bir erkek bunu biliyoruz. Kimliği yok. Kimliği elenmiş.
Son yıllarda, artan bir şekilde erkek katiller, kadın cinayeti işledikten sonra kendilerini öldürüyor. Çünkü artık kadın cinayetleri davalarını sıkı sıkıya takip eden güçlü bir feminist/kadın+/trans kadın hareketi var. “Birkaç yıl yatar çıkarım” ezberi değişiyor. Bunu biliyorlar. İtaatle künyelenen (sıradan) erkeklik kimliği kendi yaşamlarını da eliyor, geçiyor.