Tüm dünyada, büyük bir çoğunluğu Sahraaltı Afrika, Asya, Arap Yarımadası, Latin Amerika ve Karayipler’de olmak üzere tahmini 2-3 milyon kadın, obstetrik fistül ile yaşıyor.
Obstetrik fistül, vajina ve mesane veya vajina ve rektum arasında bulunan ve vajinadan kontrol dışı idrar, dışkı sızıntısına neden olan kanal, tünel benzeri bir çeşit bağlantının oluşması durumudur.
Tüm dünyada, büyük bir çoğunluğu Sahraaltı Afrika, Asya, Arap Yarımadası, Latin Amerika ve Karayipler’de olmak üzere tahmini 2-3 milyon kadın, obstetrik fistül ile yaşıyor (1). Her yıl 50.000 ila 100.000 arasında yeni olgunun ortaya çıktığı düşünülüyor ancak bu hastaların, yaşadıkları coğrafyalar itibarıyla tıbbi bakıma ulaşma güçlüğü göz önüne alındığında, kesin bir görülme sıklığından bahsetmek oldukça güç. Avrupa ve ABD’de 1935 ve 1950 yılları arasında elimine edilmiş (2) olan obstetrik fistülleri yalnızca medikal bir sorun olarak değerlendirmek oldukça sığ bir yaklaşım çünkü öngörülebilen ve tedavi edilebilen bu durum, patriyarkanın ve sosyal eşitsizliğin, kadın bedeni üzerindeki somut ve trajik etkilerinden sadece bir tanesi…
Obstetrik fistüller en sık uzun süren ve gerekli tıbbi müdahalenin yapılamadığı, kadınların uygun sağlık hizmetlerine ulaşamadığı doğumlardaki yırtılmalar sonucunda oluşuyor. Uzamış doğumlarda, bebeğin kafası yumuşak dokulara uzun süre bası yaptığında, vajinada doku hasarına ve organlar arasında kanal oluşumuna neden oluyor. Bu duruma sıklıkla bebek ölümleri de eşlik ediyor (3). Vajen dokusunun yeterli maturasyona sahip olmadığı erken yaş gebeliklerde fistül oluşumu daha sık. Bir diğer fistül sebebi ise genital mutilasyon yani kadın sünneti. Daha az sıklıkla jinekolojik cerrahi girişimler, genital kanserler ve radyoterapi fistül sebebi olabiliyor.
Obstetrik fistüllerin tartışılma gerekliliği, bu durumun oluşumuna katkıda bulunan risk faktörlerinin politikliğinden kaynaklanıyor. Konuyu incelerken, erkek egemen bilim dünyasıyla çatışmakta ve feminist bilgi üretmekte fayda var…
Demografik kaygıların, kadın bedeni ve doğurganlığı üzerindeki etkilerinin bir sonucu olarak çocuk sahibi olmak, duyunçsal ve milli bir görev haline getirilmişken ve doğum, dünyanın pek çok yerinde ultrason kontrolleri, tetkikler, vitaminler, beslenme listeleri, oda süsleri, bebek hediyeleri ve doğum fotoğrafları ile medikalize ve kapitalize edilmişken, başka coğrafyalarda sağlık hizmetlerine ulaşamamaktan ve uzamış doğum eyleminden kaynaklanan komplikasyonlar yaşanıyor olması, içinde bulunduğumuz sistemin barındırdığı binlerce eşitsizlikten sadece bir tanesi…
Obstetrik fistüllerin sık sebeplerinden olan kadın sünneti ise, en yalın tanımıyla bir işkence yöntemi. Sünnet işlemine maruz kalmış kadınlarda, doğum eylemi sırasında, mevcut darlıklar nedeniyle, bebeğin dokulara basısı sonucu yırtılmaların oluşması oldukça sık. Geleneklerin ve dinin etkisinin baskın olduğu ve sünnet uygulamasının, kadın için yüksek statü elde etme “şansı” yarattığı toplumlarda kadınlar, beden bütünlüklerine müdahale edilmesine izin vermek zorunda kalıyor.
Klitorisin maskülen özellikler taşıdığına inanan erkek populasyon, bu “anomaliyi” düzelttirmemiş bir kadınla ilişkiye girmekten ve evlenmekten kaçınıyor. Bu geleneksel, patriyarkal nosyonlar, sünnetsiz kadınların, bedensel güvensizlik duymasına ve “tamamlanmak” için sünnet işlemini yaptırmasına sebep oluyor. Sünnet aracılığıyla kadın bedeni, patriyarkal arzuları doyurmak için bir araç olarak kullanılıyor. Uysal ve disipline edilmiş, kolay kontrol edilebilir bedenler yaratmak, ilkel ve karanlık bir kadın düşmanlığıyla özdeş bir tutumun sonucu…
Obstetrik fistülle yaşayan kadınlar fiziksel, psikolojik, sosyokültürel birçok sorunla karşılaşıyor. Sık görülen vajinal ve üriner enfeksiyonlar, kronik ağrı, ağrılı cinsel ilişki, idrar ve dışkıyı tutamama, kontrolsüz gaz çıkarma, dışarıdan sürekli hissedilen bir dışkı kokusunun varlığı… Yaşam kalitesini dramatik bir şekilde düşüren bu sorunlar, uzun dönemde “bedensel kontrolü kaybetme” kökenli korkuları ve gelecek kaygılarını beraberinde getirerek “kirli” ve “kokulu” olarak damgalanma, sosyal bağları yitirip toplum desteğinden mahrum kalma, partnerler tarafından terk edilme, sosyal rol kaybı, dini tören ve sosyal toplantılara kabul edilmeme, tedavi ve iyileşme umudunu yitirme, ciddi bir yalnızlaşma- yalnızlaştırılma üzerinden depresyon, travma sonrası stres sendromu, kaygı bozuklukları, psikoseksüel sorunlar ve somatik şikayetlere neden oluyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2012 yılında, 23 Mayıs’ı, obstetrik fistül farkındalığı çalışmalarının yapılması ve obstetrik fistül hastalarına gerekli tıbbi yardımların ulaştırılması için Uluslararası Obstetrik Fistüllerin Ortadan Kaldırılması Günü ilan etti.
Bu girişimi anlamlı bulsam da, kadınların kendi bedenleri, yaşamları ve kimlikleri üzerinde tasarruf haklarının olmadığı, sistematize eşitsizlikle çevrelendiği bir dünyada çok da bir şey değiştirmeyeceğini düşünüyorum çünkü bence obstetrik fistüller gerçek anlamda kadınlara ait bir tıbbi sorun değil, sistemin ve ataerkinin kadınlara aktardığı tümüyle politik bir sorun…
Kaynaklar:
1) Wall LL, Obstetric vesicovaginal fistula as an international public- health problem. Lancet. 2006; 368: 1201-1209.
2)Ahmed S, Burden of obstetric fistula: from measurement to action, Lancet. 2015
3)Creanga AA, Genadry RR. Obstetric fistulas: A clinical review. Int J Gynecol Obstet. 2007; 99 (S1): s.42