Son dönemde epey tartışılan, “transları dışlayan radikal feminist” ya da kısaca TERF olarak adlandırılan mesele hepimizin de artık bildiği gibi yeni bir mesele değil. Batıda yıllardır varolan bu konunun Türkiye’ye gelmesi zaman alırken, son dönemde İngiltere ve Amerika’da yaşanan olaylarla bu durum daha da hızlanmış oldu. Kısaca bahsedecek olursak: İrlanda, Toplumsal Cinsiyet Tanıma Yasası’nı, “cinsiyet kimliğinin hukuksal bir belge ile beyan edilerek tanınabileceği” şeklinde reforme etti. Bu reform İskoçya ve İngiltere’ye de yayıldı. İskoçya, yasa tasarısını pandemi sonrasında gerçekleştireceklerini ilan etti. İngiltere’de ise bu karara karşı çıkan, kendini feminist olarak tanımlayan kadınlar oldu. Bu kadınlar, reformun “kadınlara karşı cadı avı” olduğunu söyleyerek, trans hareketin ve bu yasanın karşısında durdu. Öte taraftan Amerika’da Wyoming eyaletinde kadın sünneti olarak da bilinen kadın genital mutilasyonuna (KGM) karşı geçirilmeye çalışılan yasaya bir madde eklendi. Bu madde, KGM yasağına istisnalar arasında trans geçiş ameliyatlarını da sayarken 18 yaşın üstünde olma şartı getiriyordu. Trans aktivistler, bu maddeye gerek olmadığını ve diğer eyaletlerde yasanın bu madde olmadan geçtiğini belirtti. Bu durum transların, KGM yasağına hepten karşı oldukları şeklinde manipüle edildi. Son olarak Türkiye’de bazı feministler, transfobik söylemleri sebebiyle Hormonlu Domates LGBTİ+’fobi ödüllerine aday gösterilmelerine tepki olarak duruma “feminizm hedef alındı” gibi söylemlerle karşı çıktı. TERF meselesi böyle aldı başını yürüdü. Buna dair aslında çok fazla olay oldu ve hepsi sosyal medyada gündem oldu, konuyu daha detaylı anlatan bazı yazılar da yayınlandı. Ben şimdi bunları anlatmak yerine sözü trans kadınlara vermek istiyorum.
Tüm bu tartışmaların esas özneleri olan trans kadınlar konuya dair ne düşünüyor? Yaşamın her alanında karşılaştıkları baskıyı bir de kendilerine feminist diyen kadınlar tarafından görmelerine dair ne hissediyorlar? Trans kadın aktivistler Şevval Kılıç, Ajda Ender ve İris Mozalar ile konuştuk.
Son dönemde artan TERF tartışmalarına dair ne düşünüyorsunuz? Böyle bir oluşumun varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şevval Kılıç: Güzel bir zamandan geçiyoruz bence. Transların en çok görünür olduğu dönemlerden geçiyoruz, dolayısıyla saldırıların da artmış olduğu bir dönem. Ben bu TERF meselesini, feminizmin transların eşitlenmesini sindirme sancısı olarak, feministlerin transların toplumla ya da feminizmle eşitlenmesinin sancısını yaşamaları olarak düşünüyorum. “Politika yaptığımız alanımız elimizden gidiyor, feminizmi kaybediyoruz,” gibi söylemlerin iktidarla alakalı olduğunu düşünüyorum. İçselleştirilmiş transfobi ve mizojini bence. Konuyla ilgili bir akademik çevre var, bir de daha leş bir çevre var; onlar tuvaletlere, soyunma odalarına kadar laf eder oldular. Çok korkunç geliyor bana.
Ajda Ender: Trans kadınların kadın olmadığına dair düşünce ırkçılık ve ayrımcılıkla aynı kategoriye giriyor. Kesinlikle bu da bir suçtur, trans kadınlar kadındır. Feministlerin çok küçük bir kısmının trans kadınların kadın olmadığını düşünmesi, trans kadınları aşağılayıp dışlaması tamamen ayrımcılık suçudur. Cinsiyeti aşağılamaktır, bu da suçtur. Kesinlikle bunu reddediyorum, trans kadınlar kadındır ve bunun başka da bir tanımı yoktur. Cinsiyet temelli ayrımcılık Türk Ceza Kanunu’nda yasaklanıyor. Bu TERF olayı da cinsiyet temelli ayrımcılıktır ve ırkçılıktan hiçbir farkı yoktur. Trans kadınların kadın olmadığını söyleyen kişiler hukuk yoluyla cezalandırılmalıdır. Bütün kadınlar gibi trans kadınlar da kadındır, ben de bir trans kadınım ve kimliğim de var. Bu kimliğimi reddedenin, bize hakaret edenin karşısındayım. TERF savunucularından her ne kadar feministler arasındaki azınlık diye bahsedilse de, bu durum azınlık diye normalleştirilmemeli. Trans kadınların yok sayılması kabul edilir değildir. Her kadına saygı duyulması gerektiği gibi trans kadınlara da saygı duyulmalıdır.
İris Mozalar: TERF’ler aslında transfobik argümanları, feminist teoriye dayandırarak aklamaya ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Ama biz hep transları dışlayan, queer olmayan feminizm mümkün değildir diyoruz. Yaptıkları şey düpedüz transfobi ama en önemlisi kadın düşmanlığı da yapıyor olmaları. Feminizmle doğrudan çelişen ifadeler kullanıyorlar. Bu söylemleriyle birçok transı, özellikle trans kadınları çok travmatize ettiler. Yıllardır feminist hareket içerisinde bulunamamamızın, trans kadınlar olarak kapsanamamamızın sebepleri yine zaten TERF’ler. Tartışmalar ve TERF ismi bize yeni gelmiş olsa da bu düşünce çok uzun zamandan beridir vardı.
TERF tavrı bireysel olarak sizi nasıl etkiledi? Trans harekete etkisi nasıl oluyor?
Şevval: Transsan eğer her şey sana karşı oluyor. İstisnaları ayırıyorum ama bu genellikle ailede başlıyor, okulda, işte, hayatın içindeki her alanda… Dolayısıyla bu TERF meselesi tabii ki bir dert ama biz de çok antremanlıyız. Kötü hissettirmiyor mu? Hissettiriyor ama bu bizi yıldıracak bir şey değil. Trans mücadelesi, trans aktivizmi, trans hakları günden güne gelişerek, ilerleyerek literatüre giriyor. Trans kadınlar kadındır, trans erkekler erkektir. Gelecek günler bizim.
Ajda: Bu benim için etkisiz bir durum, beni hiçbir zaman etkilemez. Çünkü ben zaten kadın olduğumu küçüklüğümden beri biliyorum. Devletin de bana verdiği bir kimlik var ama sadece bu kimlikten yola çıkarak değil ben zaten kendi kimliğimi kendi ruhumda, kendi bedenimde, kendi iç dünyamda biliyorum ve hissediyorum. Bu yeterlidir. Onlara beni etkileyebilme lüksü sunmuyorum. Benim ve trans aktivizmin etkileneceği bir durum olamaz. İnsan hakları savunucusu olarak bunun bir ayrıştırma, ötekileştirme, baskı altında tutma olduğunu da söylemek istiyorum.
İris: Beni bireysel olarak travmatize etti açıkçası, çünkü ben tartışmaların ortasındaydım, özellikle twitter’daki tartışmaların tam içerisindeydim. Bu konu yüzünden oturup ağladığım çok oldu. Ama şu an geriye dönüp baktığımda, trans hareketini, istemeden de olsa güçlendirdiklerini görüyorum. Güçlü argümanlarla hem TERF’lere hem de topluma karşı bir mücadele verdik, veriyoruz. Trans hareketi son iki yılda TERF tartışmalarıyla da birlikte başka bir ivme kazanmış oldu. Keşke ivme kazanmasının nedenlerinden biri bu tartışmalar olmasaydı tabii ama yaptıkları politikanın tam tersi bir durum söz konusu artık. Bu nedenle şu an mutluyum.
Kimi feministler TERF tavrına karşı trans kadınların yanında olduklarını, bunun bir transfobi olduğunu beyan eden açıklamalarda bulundu. Buna dair ne söylemek istersiniz? Transfobi karşıtı feminist hareketten bu noktada nasıl bir beklentiniz var?
Şevval: 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde “Senin bıyıkların var, sen yürüyüşe katılamazsın,” demişlerdi 7-8 yıl önce. Biz o zamanlar feministlerle kavgaya başlamıştık, dolayısıyla transfeminizmi o zamanlar konuşmaya başladık. Daha sonra “Ben feminizmin trans olanını sevdim,” diye pankartlar taşındı. Ben de kendimi feminist olarak tanımlıyorum, feminizmin öznesi olarak görüyorum her anlamda. Bunu bu şekilde gören ve bizimle dayanışan çok fazla feminist oldu tabii. Tabii ki bunu bekliyor insan.
Ajda: Yıllardır bana karşı işlenen nefret, ayrımcılık ve ölüm tehditlerine karşı feministler her zaman benim yanımda oldu. Onlara çok teşekkür ediyorum. TERF meselesinde de yine desteklerini bana ve tüm translara verdiler. Biz feministler aslında birliğiz. Biz bütün feministler olarak her zaman birbirimizin yanında olmak zorundayız. Her zaman için biz birlikte güçlüyüz. Biz ne kadar yan yana durup kenetlenirsek beli bükülmüş eril sistem de o kadar yok olmaya mahkum olacak. TERF destekçileri feministim diyerek böyle dışlama yapıyorlar ama karşı oldukları eril şiddete maruz kaldıklarında kim onların yanında olacak? Tabii ki biz yine yanlarında olacağız.
İris: Feminist olmak, ataerkiye ve ataerkinin getirdiği her türlü ideolojiye karşı olmaktır. Transfobi ve cisseksizm de ataerkinin bir parçası, ataerkiyle beraber çalışan ve dirsek temasında olan düşünceler. Bu noktada feministlerin tabii ki ataerkiye, kadın düşmanlığına, erkek şiddetine ne kadar karşı duruyorlarsa trans dışlayıcı feminist harekete de o kadar karşı durmaları gerekiyor. Tüm feminist örgütlerin TERF’e ait düşüncelerin feminizmle çeliştiğini, transfobinin asla feminist bir söylem olmayacağını ve olamayacağını; bununla birlikte trans kapsayıcı olmayan bir feminizmin amacına ulaşmayacağını, bunun mümkün olmayacağını bilmelerini ve kamusal olarak bunu daha çok yaymalarını isterim açıkçası.
Türkiye’den de bu söyleme destek veren özellikle akademik çevreden kadınlar oldu. Hatta Hormonlu Domates Ödülü’ne aday gösterildiler ve buna karşı “Feminizm hedef alınıyor,” diye tepki gösterdiler. Buna dair ne söylemek istersiniz?
Şevval: Ben bu denli TERF savunuculuğunu bir yerde faşizanca bulmaya başlıyorum. Hakaretvari tavırları oluyor. Bu aday listesi feministlerden oluşan bir liste değil, bu TERF’lerden oluşan bir liste. O listede olanların üstelik tek bir vakası da yok. TERF damgasını ben kişinin tek bir söyleminden değil birden fazla transfobik söylemini göz önünde bulundurarak değerlendiriyorum. O listede bulunanların öyle çirkin söylemleri var ki, tuvalet seçimi, soyunma odasına kadar gitmiş konu. Ve o kadar ego içerisindeler ki, söylemleri nedeniyle özür dileyemiyorlar. Mesela benim on yıl önce Amargi’de seks işçiliğini anlattığım bir konuşmadaki söylemimi alıp şimdi paylaşıyorlar. O günün konjonktürüne göre, o günkü dil ve literatüre göre konuşmuşum. Ama yine de o zamanın gerçekliğinin bugünün söylemine uygun olmadığını gördüğümden özür diledim. Özür dilemek bu kadar zor bir şey değil. Onlar da bunu yapabilirler.
Ajda: Ben feministim diyen bir kadının, başka bir kadını hedef alması, trans kadınların kadın olduklarını beyan etmelerine karşın bunu kabul etmeyip ötekileştirme yapması tabii ki tepki toplayacaktı. Kendi cinsiyetleri kadın olduğu halde, kendini kadın olarak tanımlayan trans kadınlara düşmanlık yapanları, beyni ve ruhu tamamen erilleşmiş olarak görüyorum. Bir kadının beyni ve ruhu erilleşmeye başladığı zaman kendi cinsiyetinden koparak kadın düşmanı olmaya başlıyor. Bu yükselen şiddetin dozunu artıran bir etken oluyor. O ödüllerden aslında onlara birkaç tane vermek lazım. Evlerine koysunlar ve ne yaptıklarını bir düşünsünler.
İris: Ödüllere aday olan kişiler trans kadınları, kadın ve trans kimlikleri üzerinden travmatize etti. Transfobik ve kadın düşmanı açıklamalarda bulundular, feminizmle çeliştiler. Bu yetmezmiş gibi söyledikleri şeylerin “feminizm” olduğunu iddia edip feminizmi bir noktada kirlettiler. Kendileri çok tehlikeli bir şey yaparak, transfobiyi feminizm ile meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Biz feministleri değil transfobikleri, kadın düşmanlarını hormonlu domates ödülüne aday gösterdik. Son olarak transfobik olan, queer olmayan feminizm mümkün değildir demek istiyorum.