Tarihsel olarak, toplu konutlar sıklıkla ve özellikle heteroseksüel aileler için tasarlanmıştır. Değişen tasarım varsayımları –her türden insan ve aile için planlama– şehirleri ve mahalleleri daha erişilebilir ve çeşitli hissettirecek.
Pippa Catterall, Ammar Azzouz
Çoğumuz kamusal alanın cinsiyete dayalı olduğunu düşünmeyiz, ancak bu, inşa edilmiş çevreler hakkında çalışan uzmanların giderek daha fazla konuştuğu bir konu. Birçok ülkede mimarlık mesleği büyük ölçüde erkek ve beyazların elindedir. Bunun sonucu, heteroseksüel erkek içkili mekanları tercih eden lisans sağlayıcılardan erkek çocuklar için inşa edilen parklara ve spor tesislerine kadar, erkek bakış açısına ayrıcalık tanıyan bir tasarım yaklaşımıdır.
İnşa edilmiş mekanın/çevrenin kime hizmet etmesi gerektiğine dair bu varsayımlar, banliyölerin heteroseksüel, aile odaklı doğası ve diğer birçok örnek gibi, o mekanın nasıl tasarlandığını belirler. Bunlar ayrıca, erkeksi kalıp yargılara uymayan kadınlar veya erkeklerin kamusal alanları nasıl deneyimlediğini de etkileyebilir.
Yetersiz veya kötü yerleştirilmiş aydınlatma gibi tasarım hataları, kendilerini görünmez kılmaya çalışan veya sonuç olarak açık alanlardan tamamen kaçınan uca itilmiş (marjinalize edilmiş) gruplar için kamusal alanı sadece daha da korkutucu hale getirir.
Artan nefret suçları örüntüsü bağlamında, kamusal alanı “kuirleştirmek” fikri bir çözüm sağlayabilir. LGBTQ+ bireylerin tasarım ve planlama ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmanın kamusal alanı nasıl daha kapsayıcı hale getirebileceği konusunu, 120’den fazla akademisyen, tasarımcı, aktivist gibi birçok katılımcı ile gerçekleştirilen görüşmeler yaparak inceledik.
Uca itilmiş coğrafyalar
1980’lerden bu yana bilim insanları, farklı sosyal grupların kamusal alana nasıl eriştiğine veya uca itilerek tehdit edilip edilmediğine dair coğrafyaların haritasını çıkardılar. Özellikle gayborhood’un (gey-komşulukların/ mahallelerin) ortaya çıkışı hakkında çok şey yazıldı. 1950’lerden itibaren, Manchester’ın Gey Köyü ve Londra’nın Soho’su gibi kuir kentsel yerleşim bölgeleri, dünyanın dört bir yanındaki şehirlerin harap, kenar bölgelerinde ortaya çıkmaya başladı. Öncelikli temel faktörler; düşük kiralar, iyi ulaşım bağlantıları ve erişilebilir barlar ile diğer olanaklardı. Ancak bu mahalleler sorunsuz değildi. Yapılan iyileştirmeler kira artışlarına yol açtı, böylece bu yerleşim bölgeleri giderek görece zengin beyaz gey erkekler etrafında şekillendi. Daha yoksul LGBTQ+’lar genellikle buralara yalnızca potansiyel olarak tehlikeli ulaşım ağları üzerinden erişebilir hale geldi. Dahası, polis istatistiklerinin de doğruladığı gibi, Soho gibi mahallelerde daha yüksek düzeyde homofobik suçlar görülüyor.
Bu alanlar aynı zamanda yeniden yapılanmaya karşı savunmasız. Gey mahalleleri, kentin kültürel değerine katkıda bulunarak nihayetinde yatırımcıları cezbediyor. Ancak yenilenme ve nezihleştirme, genellikle bu bölgeleri ziyaret eden veya buralarda yaşayan toplulukların yerinden edilmesiyle sonuçlanıyor. 2010’dan bu yana Londra’daki LGBTQ+ mekanlarının %60’a yakını kapandı.Bu nedenle, gey mahalleleri, LGBTQ+ insanların kendileri olabilecekleri çok takdir edilen bir alan sağlasa da, daha genel olarak kamusal alana dahil olmak üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Kapsayıcı bir tasarım için rehberler
Birleşik Krallık’ta kapsayıcı tasarım için varolan yönergeler büyük ölçüde engelliler için erişilebilirliğe odaklanmakta. Araştırmamızda, bunu geliştirmek için üç ana ilke belirledik. İlk olarak, planlama rejimleri güvenliğe öncelik vermeli. LGBTQ+ insanlar kamusal alanda daha fazla mahremiyete ihtiyaç duyarlar çünkü çoğu insanın hafife aldığı ortak faaliyetler (örneğin bir partnerle el ele tutuşmak) olumsuz dikkatleri çekebilir. Katılımcılarımız, alan ve görüş hatlarını ayırmak ve daha fazla mahremiyet sağlamak için yeşilin ve aydınlatmanın nasıl kullanılabileceğini vurguladı. Bu, hem klostrofobik, kapalı tasarımlardan hem de gözetim stratejileri tarafından dikte edilen sert güvenlik aydınlatması ve geniş görüş hatlarının hakim olduğu büyük, açık meydanlardan ve mülkün korunmasından uzak bir yaklaşım. Bunun yerine, plancılar New York’ta olduğu gibi, şehir parklarını ve sokaklarını bireysel düzeyde daha güvenli ve daha rahat hissettirmek için Viyana, Avusturya’da öncülük edilen cinsiyete duyarlı yaklaşımı izleyebilir. Buraya yaya trafiğini teşvik etmek için daha iyi, daha sıcak bir aydınlatma yerleştirdiler (nefret suçuna karşı koymaya yardımcı olabilir) ve parklarda, görülebilen ancak yine de çok uzaktan ve tüm açılardan görünür olmak istemeyenler için makul bir mahremiyet sunan yarı kapalı cepler oluşturdular. İkincisi, şehir plancılarının nüfusun tüm sektörlerinin özel ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor. LGBTQ+ topluluğu için bu sadece mekanları ve tarihi yerleri korumak anlamına gelmiyor. Tarihsel olarak, toplu konutlar sıklıkla ve özellikle heteroseksüel aileler için tasarlanmıştır. Değişen tasarım varsayımları –her türden insan ve aile için planlama– şehirleri ve mahalleleri daha erişilebilir ve çeşitli hissettirecek. Yaşlanan bir LGBTQ+ popülasyonunun gerektirdiği ayırt edici hizmetlerin de dikkate alınması gerekiyor. Bu grubun yaşıtlarına göre yalnız yaşama olasılığı daha yüksektir. Genellikle farklı sağlık ihtiyaçları vardır ve destek ağlarından yoksun olabilirler. En önemlisi, ayrımcılık ve dışlanma deneyimleri, genellikle kuir bir barınmayı tercih ettikleri anlamına gelir.
Üçüncüsü, şehir plancılarının alanları görünür bir şekilde kapsayıcı hale getirmesi gerekiyor. Heykeller, anıtlar, plaketler, sokak ve bina isimleri aracılığıyla kuir mirasın daha fazla temsil edilmesi, bu uca itilmiş toplulukların her zaman var olduklarını vurgulayacaktır. Ve bu tarihi, geçici bile olsa daha görünür kılmak, onlara yönelik düşmanlığı önlemeye yardımcı olabilir.
Benzer şekilde, Londra’daki South Bank’ta olduğu gibi, kamuya açık sanat eserleri, sanatsal aydınlatma veya gökkuşağı yaya geçitleri gibi dekoratif sokak tasarımları, LGBTQ+’lara toplumsal yaşama dahil olduklarının işaretini verebilir.
Bu tavsiyelerin genel olarak iyi bir kamusal alan tasarımıyla ilgili olduğu görülebilir. Ve görülüyor da. Bu tasarım konularının ele alınması, kamusal alanı herkes için daha güvenli, erişilebilir ve kapsayıcı hale getirerek sadece LGBTQ+ kişiler yerine toplumun tüm kesimlerine fayda sağlar.
Çeviren: Hanife Aliefendioğlu
Bu yazının orijinali 7.6.2021 tarihinde The Conversation’da yayınlanmıştır.