Adaletsizlik perspektifi, mevcut eşitsizlikleri maskelemeye veya meşrulaştırmaya yönelen veya bunlara çözüm getirmeyen ayrımların karşısında olmayı gerektiriyor.

Bugün karşı karşıya olduğumuz eşitsizlikler içinde bulunduğumuz koronavirüs süreciyle derinleşen eşitsizliklerdir. Bu eşitsizlikler, ülkelerin kendi içlerinde olduğu gibi, ülkeler arasındaki ilişkilerde ve gelir dağılımındaki uçurumda da kendini gösteriyor. Derinleşen eşitsizlik terimi, mevcut eşitsizliklerin daha fazlalaşması ve süregelen durumunu yaygınlaştırması anlamına geldiği gibi, salgının yarattığı yeni eşitsizlik boyutlarıyla derinleşmenin gittikçe artmasını da kapsar. Adaletsizlik perspektifi de derinleşen eşitsizliklerin görünürlüğü ve tanınmasıyla ilgilidir.

Adaletsizlik perspektifini bir durumu, bir eylemi ve bir işlemi adaletsiz kılan şartları belirlemekle ilgili eleştirel bir perspektif olarak tanımlıyorum. Adaletsizlik perspektifinden hareket etmek olgudan, mevcut durumlardan hareket etmeyi gerektirir. Bunun için de adaletsizliği görmeyi bilgi konusu yapmak gerekir. “Adaletin gerçekleştiğini şimdiye kadar gören olmamıştır” sözünün yanında ve belki de karşısında, adaletsizliği görmenin mümkün olduğunu belirtmek gerekir. Ancak buradaki ifadenin bir olanakla ilgili olduğunun, “adaletsizliği herkes görür gibi” bir ifade olmadığının altını çizmek gerekir. Çünkü adaletsizliği görmek zordur. Adaletsizliği görmeyi ön yargılar, klişeler, mevcut ideolojiler, kişisel çıkarlar gibi birçok şey etkiler. Bütün bunların dışına çıkabilmek hem etik hem de politik bir soruna işaret eder.

Adaletsizlik perspektifinden hareket edince kriz dönemlerinde adaletsizliğin derinleşmesinin de farkında olmak gerekir. Yaşadığımız koronavirüs süreci birçok krizle birleşen bir kriz dönemi ve adaletsizlik kaçınılmaz şekilde karşımıza çıkıyor. Bu dönemi, Albert Camus’nün sözünü ettiği, adaletsizlik ikliminin yaygın olduğu dönem olarak adlandırmak gerekir. Camus’ye göre bu, adaletsizliğin aşırı olduğu ve güzelliğin (sanatın) olmadığı veya unutulduğu bir döneme işaret eder.[1] Bu tür iklim altında adaletsizliği görmek daha da zordur. Zira bu dönemde cehalet iklimi de kendini çok daha yoğun bir şekilde gösterir. Cehalet iklimini besleyen -ve karşılıklı olarak beslenen- diğer önemli bir şey korku iklimidir. Martha Nussbaum, the Monarchy of Fear başlıklı kitabında cehalet iklimi ve korku iklimi arasındaki bu ilişkiyi tartışır ve krizler ile belirsizliğin korkuyu nasıl etkilediği ve tetiklediğine değinir.[2] Bu anlamda korku ve cehalet iklimleri, koronavirüs dönemindeki adaletsizlik ikliminin temel unsurları olarak görülebilir. Adaletsizlik iklimi altında daha önceden var olan cehalet iklimi, onu besleyen (ve ondan beslenen) korku iklimiyle birlikte çok daha fazla yoğunlaşır ve adaletsizliği görmeyi çok daha zorlaştırır. Korku iklimi kendini en fazla salgın korkusu ve onunla birleşen diğer korkularla (işsiz kalma korkusu, kirayı ödeyememe korkusu, temel ihtiyaçlarını karşılayamama korkusu, geleceğini bilememe korkusu, sevdiklerini kaybetme korkusu gibi) gösterir. Cehalet iklimi durumun bilinmezliğinden ve başına ne geleceğinin bilinmemesinden başlayarak koronavirüs sürecinde etkili olur. Bu iklim tıbbi bilgiden yoksun olmaktan başlayıp, mevcut ideolojiler, ön yargılar ve klişelerin sürüklediği inançlarla yaratılan cehalete kadar yaygınlığını gösterir.

Koronavirüs sürecinde cehalet iklimi altında olduğumuza dünyanın her yerinde bir şekilde tanıklık etmekteyiz. Bu iklimde, bilgiyi görmezden gelmenin, bilimsel olanı reddetmenin vuku bulduğunu görüyoruz. Ayrıca, koronavirüsle ilgili önlemlerin ve kabul edilen politikaların var olan eşitsizlikleri yok sayarak veya görmezden gelerek alındığını da tecrübe ediyoruz.[3] Bu anlamda koronavirüs dönemi cehalet ikliminin yaygınlaşmasını sağlıyor ve böylece eşitsiz grupları daha da eşitsiz kılıyor, yeni eşitsizliklere de küresel düzeyde yol açıyor.

Adaletsizlik perspektifinden hareket edebilmek için bizzat içinde yaşadığımız adaletsizlik ikliminin farkında olmak gerekir. Bu farkındalık için de kendimizi adaletsizliğin çerçevelediği şartları tanımak için konumlandırmalıyız. Koronavirüsün yarattığı adaletsizliklerin mevcut adaletsizliklerle ilişkisi üzerinde durmamız ve bu ilişkiyi görebilmemiz adaletsizlik perspektifinin bir gereğidir. Bu yazıda ele alınacak olan koronavirüsün toplumsal cinsiyetle ilişkisinde de, adaletsizlik perspektifinden hareket ederken eşitlik kavramından değil, eşitsizlikten hareket etmek gerekiyor. Çünkü soyut bir eşitlik kavramının peşine düşmek, eşitsizliklerin farkında olmayı, bunları görünür kılmayı ve bunlarla mücadele etmeyi engeller. Koronavirüs dönemi, cehalet ikliminin yansıması olarak eşitsiz grupların yadsınmasına yol açıyorsa, eşitsizlikler üzerinde durmak ve bunları görünür kılmak, üretilecek politikaları eşitsizlikler üzerinden tartışmak önem taşır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği en temelde içinde bulunduğumuz kurumların (sosyal, siyasal ve ekonomik) mevcut olanaklarla ilişki kurma biçimlerinden kaynaklanır. Bu tür ilişki kurma biçimlerinde bazı gruplar tanınırken, bazıları tanınmaz. Bazı gruplar tanındıkları çerçevede standart ölçü olarak alınıp bütün ilişki kurma biçimlerine yansıtılır. Ölçü dışında bırakılanlar ise dezavantajlı veya kırılgan grup olarak adlandırılır. Adaletsizlik perspektifinden hareket edilince, insanlar arasında yapılan bu tür ayrımların toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmekten farklı bir noktaya götürmeyeceği ortaya çıkar. Ancak bu, insanlar arasında farklılıklar ve eşitsizlikler olduğunu yadsımak veya tek tip insandan hareket etmek demek değildir. Aksine adaletsizlik perspektifi, mevcut eşitsizlikleri maskelemeye veya meşrulaştırmaya yönelen veya bunlara çözüm getirmeyen ayrımların karşısında olmak demektir. Öte yandan, bahsi geçen dezavantajlı veya kırılgan gruplar arasında kabul edilenler de, kabul edilmeyen veya tanınmayan diğer grupları yine yadsımaya götürür. Bu anlamda bilgisine izin verilen ve verilmeyen ayrımı söz konusu olur. İzin verilmeyen gruplara dair bilginin olmaması bilgisel adaletsizlikle ilgilidir. Seslerini duyurmaya izin verilmeyenlerin, bilgisel adaletsizliğin sonucu olarak içlerinde bulundukları durumların görülmesi söz konusu olamaz.[4] Bu noktada hangi politikaya dayalı olarak kırılganlığın belirlendiği sorusu önem taşır. Sonuçta bu tür ayrımlar, bunların dışında kalan veya tanınmayan grupların eşitsizliklerini yine görmemeye yol açar. Ayrıca, kırılgan olarak kabul edilen grupların arasındaki farkları da görmemek (örneğin, kadınlar arasındaki farklılıkları da görmemek) yine eşitsizliği görmemeye sebep olur. Yapılacak şey, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden hareketle ve bu eşitsizliğin diğer eşitsizliklerle ilişkisi gözetilerek, yani kesişimsellik ilkesi doğrultusunda, genelleştirmelere gitmeden, yaşadığımız kurumların ve kurduğumuz ilişkilerin nasıl şekilleneceği sorusunu sormakla ilgilidir. Bu sorunun üzerinde dururken eşitsizlikle ilgili mevcut olguları tespit etmek gerekir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda ve bu alanlardaki ilişkilerde görmek mümkündür. Bu alanlarda mevcut eşitsizlikler bağımlı varlıklar olduğumuzun bir yansımasıdır. Judith Butler’ın işaret ettiği gibi, “daha en başta başkalarının dünyasına teslim oluruz, kesinlikle öyle ya da böyle bireysel varlıklar haline gelmek için seçmediğimiz bir dünyaya. Bu bağımlılık yetişkinlikle tam olarak sona ermez. Hayatta kalmak için bazı şeyleri kabul ederiz. Çevremizden, toplumsal dünyalardan ve yakın temastan etkileniriz. Bu etkilenebilirlik ve geçirgenlik bizim şekillendirilmiş toplumsal hayatlarımızı tanımlar”.[5] Hapsedildiğimiz başkalarının dünyası kendini eşitsiz ilişkilerle gösterir. Bir anlamda toplumsal cinsiyet temelinde kurulan ilişkilerde bağımlılık, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yol açtığı sonuçları normalleştirme veya doğal bulma ya da kaçınılmaz olanla karşılaşma şeklinde ortaya çıkar. Bu tür bağımlılık koronavirüs salgını gibi olağanüstü süreçlerde kurumlarla yaşanılan ilişkilerde en üst seviyeye çıkar.

Hepimiz koronavirüs karşısında insan olarak kırılgan yapıya sahibiz, ancak hepimiz bu virüs karşısında eşit değiliz. Virüs kırılganlığımızla ilgilidir ve insanın kontrolü dışında meydana gelen bir şeydir. Eşitsizlik ise insanlar tarafından yaratılır. Bu eşitsizlik virüsle ilişkiye geçme biçiminde kurumların yaklaşımıyla yaratılır, yani insanın kontrol edebileceği bir şeydir. Eşitsizlik, ayrıcalık ve iktidar getiren ilişkiler ve kurumların bir sonucudur.[6] Virüs dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz, sosyal ilişkiler ve kurumlarla yaratılan bağımlılıktır. Diğer bir ifadeyle, bu süreçte yaşayabilmemiz, devlet ve onun kurumlarının koronavirüse nasıl yaklaştıkları sorusuna bağlıdır, yani devlet politikalarına bağımlılığımızı bize gösterir. Dolayısıyla kurumlar da bu bağımlılıkta belirleyici roldedir. Yapacakları şey, mevcut  eşitsizlikleri azaltmakla ilgili önlemlerdir. Günümüzde dünyada kurumların eşitsizliği artırabildikleri gibi azaltabildiklerini de görüyoruz.

Bu anlamda yaşanılan salgın krizinde, adaletsizlik iklimi, mevcut eşitsizlikleri derinleştirmeye ve bir anlamda da çözümsüz bırakmaya yol açabiliyor. Kurumlar düzeyinde söz konusu olan sistematik ve yapısal adaletsizlik kendisini, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinde gösterir. Elbette bu tür formu diğer eşitsizliklerde de görmek mümkündür. Bir anlamda mesele, sistematik ve yapısal adaletsizliğin aşırı formunu veya adaletsizlik iklimini toplumsal cinsiyetle ilişkisinde ortaya koymakla ilgilidir.

İçinde yaşadığımız kurumların adaletsiz olmasının yapısal adaletsizlikle ilişkisi bizlere verdiği zararlar bakımındandır. Bireysel düzeyde karşılaştığımız adaletsizlikler bu yapıdaki adaletsizliğin sistem içerisinde bir şekilde üretilmesi anlamına gelir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde de ilişkide olduğumuz kurumların adaletsizliği ortaya konmalı ve bunların bizlere verdiği zararlar belirlenerek derinleşen eşitsizliklere nasıl yol açtıkları serimlenmelidir. Bu anlamda sorulacak soru, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin görmezden gelinmesiyle bizlerden alınanların ne veya neler olduğudur. Burada neden yoksun kaldığımız bilgisi önem taşır. Örneğin sağlık sistemi yoksullukla ilişkisinde sisteme dair adaletsizliğini, sadece bu hizmetten yararlananlar bakımında değil, çalışanlar bakımından da ortaya koyar. Burada mesele, sağlık hizmetlerinden başlayarak kurumların verdiği öncelikleri belirlemek ve bunun yapısal adaletsizliğin formu olduğunu ortaya koymaktır. Diğer bir ifadeyle içinde yaşadığımız dönemde kurumların bizlerle kurduğu adaletsiz ilişkilerin farkında olmamız gerekir.

Bu eşitsizlikleri ortaya koymak için koronavirüsün diğer krizlerle ilişkisini de görmek gerekir. Burada daha çok kesişimsellik ilkesi çerçevesinde birden fazla krizin birbiriyle çarpışması düşünülebileceği gibi, asıl belirleyici olan krizin diğer krizlerle ilişkisi de düşünülebilir. Bu bağlamda koronavirüs krizi, belirleyici kriz olarak ekonomik krizin, mülteciler krizinin, sağlık sistemi krizinin ve diğer krizlerin derinleşmesine yol açmaktadır. Örneğin koronavirüsün yol açtığı küresel ekonomik krizin işsizlikleri beraberinde getirmesi ve kadınların işsiz kalmasını daha çok etkilemesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin koronavirüs ve ekonomi ilişkisi çerçevesinde bir yansımasıdır. Dünya Bankası’nın 2020 raporuna göre, aşırı yoksulluğa dünya düzeyinde 20-60 milyon insan maruz kalıyor. Ancak diğer ekonomik krizlerden farklı olarak, bu krizin erkeklere göre kadınları daha fazla etkilediği belirtiliyor. Bu bağlamda koronavirüsün toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeye yönelik atılan adımları da geriye götürdüğüne işaret ediliyor.[7] Benzer yönde ifadeleri başka çalışmalarda görmek mümkün.

Öte yandan, ev içi bakım, ev-iş dengesi ve kariyer gibi konularda kadınların ciddi zorluklar yaşadıklarına ve kadına yönelik şiddetin arttığına dikkat çekiliyor. Bu konuda Emel Memiş’in 339 şirketin katılımıyla hazırladığı “Covid-19 Salgınının Kadın Çalışanlar Açısından Etkileri” başlıklı bir araştırma mevcut. Araştırmaya katılan işletmelerin neredeyse tamamında (yüzde 99) kadın çalışanlar yaşanan sorunları, artan ev işleri ve çocuk/yaşlı/hasta bakımı nedeniyle karşılaşılan zorluklar olarak belirtirken, işletmelerin yüzde 25’inde bu sorunlar erkekler tarafından dile getiriliyor. İşletmelerin yüzde 89’unda kadın çalışanlar ev içi şiddetin arttığını ifade ederken, yüzde 19’unda erkekler bu soruna işaret ediyor”.[8]

Kadınlar ve kız çocuklarına yönelik eşitsizliğin koronavirüs döneminde artmasıyla ilgili yapılan bir başka çalışmada, salgının başlamasıyla kadına yönelik şiddetin ve özellikle de ev-içi şiddetin arttığı, eve kapanmanın yol açtığı sağlık, güvenlik ve ekonomik sorunların bu tür şiddeti tetiklediği belirtiliyor. Bu anlamda da koronavirüs sürecinde krizlerin birbiriyle ilişkisi kadına yönelik şiddette açıkça görülüyor. Çalışmada Fransa’da eve kapanmanın olduğu dönemde ev içi şiddetin %30 arttığı, Kıbrıs ve Singapur’da acil telefon hatlarının %30 ve %33 oranında arandığı, Arjantin’de acil çağrıların %25 oranında arttığı ifade ediliyor. Benzer şekilde Kanada, Almanya, Avustralya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de sivil toplum örgütlerinin ev içi şiddetin ve sığınak taleplerinin arttığına ilişkin açıklamaları söz konusu. Ayrıca, şiddete uğrayanların evlere kapanma durumu nedeniyle yetkililere ulaşmakta zorlandıkları da belirtiliyor.[9]

Benzer şekilde, Uluslararası Çalışma Örgütü, BM Kadın Birimi ve Avrupa Birliği de, G-7 ülkelerine yaptığı çağrıda, koronavirüsle birlikte derinleşen eşitsizliğe dikkat çekiyor: “Koronavirüs, önceden var olan eşitsizlikleri derinleştirmiş; sağlık hizmetleri ve sosyal korumaya erişim dahil olmak üzere sosyal, siyasi ve ekonomik sistemlerdeki fay hatlarını ortaya çıkarmıştır. Bakım sorumlulukları olan kadınlar, kayıtdışı işçiler, düşük gelirli aileler ve gençler özellikle baskı altındadır. Kriz başladığından beri, aile içi şiddette önemli düzeyde artış olmuştur”.[10] Genelde görülmeyen ve gözardı edilen sağlık ve bakım çalışanları, temizlikçiler, market kasiyerleri, evlerinde ve toplumlarında ücretsiz çalışanların ve göçmenlerin koronavirüs dönemin içinde yaşadıkları adaletsizliklere de değiniliyor.[11] Aynı çalışmada ayrıca, kayıt dışı çalışan kadınların daha büyük tehlikede olduğu vurgulanıyor. Bu anlamda toplumsal cinsiyetin diğer ayrımcılık nedenleriyle birleşmesiyle ortaya çıkan (etnik köken, yaş, mültecilik gibi) daha derin eşitsizlikler üzerinde duruluyor.

Yapılan bu çalışmalar toplumsal cinsiyet bakımdan derinleşen eşitsizliklerde farklılıkların üzerinde durulması bakımından önemli. Böylece, örneğin çoğunluğu kadınların oluşturduğu market kasiyerlerinin ve yine bu meslekteki göçmen kadınların içinde bulunduğu adaletsiz koşulların ya da işsiz bırakılan kadınlar arasında engelli kadınların deneyimlerini görmek mümkün olur. Öte yandan sadece kadınlar ve kız çocukları değil, LGBTİ+ bireyler ve deneyimleri temelinde hareket ederek yapılan çalışmalar koronavirüs sürecinde görünürlüğü arttıracaktır. Bu noktada bilme konusu yapılanla ilgili yine bir tür ayrımcılık yapmamanın veya bilgisel adaletsizliğe yol açmamanın kaygısının taşınması ve cehalet ikliminin sürdürülmesine katkıda bulunulmaması önem taşır.

Öte yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde koronavirüsün derinleşen eşitsizliklerini sayılar veya oranlar çerçevesinde ortaya koymak yeterli değildir. Bu tür araştırmalar belirli bir noktaya kadar fikir verebilse de, derinleşen eşitsizliklerle bize ne olduğunu veya elimizden nelerin alındığını ortaya koymada eksik kalırlar. Bu noktada “bize ne olduğunu” somut bir şekilde ortaya koyan araştırmalara ihtiyaç var.

Sonuç olarak, adaletsizlik perspektifinden hareket etmek, cehalet ikliminin etkisini giderici ve görünürlüğü arttırıcı şekilde çalışmalar yapmayı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini farklılıklar ve kesişimsellik ilkesi temelinde ortaya koymayı gerektirir. Bunu yaparken de karşımıza çıkan derinleşen eşitsizliklerin hepimizle ilgili olduğunun farkında olmalıyız. Butler’ın “başkasının verdiği nefesi ben alırım ve benim verdiğim nefes başka bir insanda yerini bulur”[12] cümlesi doğrultusunda, birbirimizde karşılığını bulan nefesimizi ortaya koyacak şekilde, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin yıkıcı etkisinin görünürlüğünü saptamamız elzem görünüyor.

 

[1]Camus’un adaletsizlik iklimi için bkz. Gülriz Uygur, “Law and Injustice in Times of Crisis”, The Value and Purpose of Law: Essays in Honour of M.N.S. Seller, Eds.J. Kassner-C.Starger, Franz Steiner Verlag, 2019.

[2]bkz. Martha C. Nussbaum, The Monarchy of Fear: A Philosopher Looks at Our Political Crisis, New York 2018. Ayrıca Nussbaum görüşleri çerçevesinde korku ve cehalet iklimini tartıştığım makale için bkz. Uygur, “Law and Injustice in Times of Crisis”.

[3]Bu konuda bkz. C. Timmermann, “Epistemic Ignorance, Poverty and the COVID-19 Koronavirüsc”, ABR (2020). https://doi.org/10.1007/s41649-020-00140-4 (Erişim Tarihi: 19.11.2020)

[4]Bilgisel adaletsizlik ve hukuk bakımından ele alınması için bkz. Gülriz Uygur, Hukukta Adaletsizliği Görmek, 3.baskı, Türkiye Felsefe Kurumu Yayını, Ankara 2020.

[5]Judith Butler, “Yas Tutmak Salgının ve Yarattığı Eşitsizliklerin Ortasında Politik bir Eylemdir” Söyleşi: George Yancy, Çev.Duygu Dalyanoğlu-Türkü Su Sakarya, Feminisite 2020. http://feminisite.net/index.php/2020/05/judith-butler-yas-tutmak-salginin-ve-yarattigi-esitsizliklerin-ortasinda-politik-bir-eylemdir/ (Erişim Tarihi: 17.11.2020)

[6]Martha Albertson Fineman, “Introduction”, Privatization, Vulnerability, And Social Responsibility, A Comparative Perspective, Eds. Martha Albertson Fineman, Ulrika Andersson, and Titti Mattsson, Routledge, London 2017, s.3.

[7]“Why COVID-19 is a backwards step for gender equality – and what to do about it”, World Economic Forum,

https://www.weforum.org/agenda/2020/07/covid19-coronavirus-gender-parity-equality-progress-policy-economics (Erişim Tarihi: 18.11.2020)

[8]https://tusiad.org/tr/basin-bultenleri/item/10661-covid-19-salgininin-kadin-calisanlar-acisindan-etkileri-arastirmasi (Erişim Tarihi: 16.11.2020)

[9]https://www.unwomen.org/-/media/headquarters/attachments/sections/library/publications/2020/issue-brief-covid-19-and-ending-violence-against-women-and-girls-en.pdf?la=en&vs=5006 (Erişim Tarihi: 17.11.2020)

[10]https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/covid-19/WCMS_745013/lang–tr/index.htm (Erişim Tarihi: 16.11.2020)

[11]https://www.ilo.org/ankara/areas-of-work/covid-19/WCMS_745013/lang–tr/index.htm (Erişim Tarihi: 16.11.2020)

[12]Butler, (no 6).

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.