İlk önce ben dahil kimse neden her gün oraya bu kadar kararlı bir şekilde gittiğimi anlamamıştık. Sonrasında ilk önce ben anladım. Ben de nükleerin zararlarını anlatacak bir bilgilendirme merkezi gibi çalışacaktım.
Sene 2013’ün başları. Daha İstanbul’da Gezi Direnişi başlamamış. Ülkenin en güney ucunda, Mersin’de bir grup aktivist, o zaman 37. yılını doldurmuş nükleer karşıtı eylemlerden birine daha başlamıştı. Nükleer santralı yapacak firma kentin en gözde semtine, afili bir bilgilendirme merkezi açmış, güya gelene geçene nükleerin faydalarını anlatacak, hatta okullardan çocukları toplayıp orada toplu beyin yıkama ayinleri yapacaktı. Bunu öğrenen nükleer karşıtları da merkezin açıldığı andan itibaren kapısında pankart açarak nöbet tutmaya başlamıştı.
Benim on beşinci gün haberim oldu. O sıralar emekliliğimin ilk günleri olduğundan, yataktan geç kalkıp, deniz kenarında uzun yürüyüşler yapmayı, dostlarla sabah rokalı, naneli, domatesli kahvaltılarda buluşmayı planlarken o gün merkezin önünde yapılacak basın açıklaması çağrısı üzerine olay yerine gittim. Gidiş o gidiş. O kadar gösterişli bir yer yapmışlar ki çok gücüme gitti. Sanki nükleer santralı yapmış bitirmişler de gözümüzün içine sokuyorlarmış gibi geldi. Şimdi burada hiç utanmadan çocukların beyinlerini yıkayacaklardı. Saatlerce önünden ayrılamadım. Sonra ertesi gün bir kez daha gittim. Sonra bir kez daha.
Artık sabah 08.00 akşam 17.00 saatleri arasında -ki burası devlet dairesi gibi çalışıyordu-, her gün merkezin önündeki kaldırımda bir aşağı bir yukarı volta atmaya başladım. İlk günden sonra can sıkıntısından adımlarımı sayarken baktım ki kaldırım tam tamına 37 adım. Nükleer karşıtı direnişin 37. yılında olduğumu hatırladım sonra ve artık yürüyüşümün bir adı olmuştu: 37 Adım Nükleer Karşıtı Yürüyüş. İlk önce ben dahil kimse neden her gün oraya bu kadar kararlı bir şekilde gittiğimi anlamamıştık. Sonrasında ilk önce ben anladım. Ben de nükleerin zararlarını anlatacak bir bilgilendirme merkezi gibi çalışacaktım. Bir hekim olarak bundan daha önemli bir iş yapamazdım. Sağlığı korumak birincil görevimdi.
Ben yürüyüşe başladıktan sonra ziyaretime gelen eşim, dostum, hastalarım, sonradan ahbap olduğum sokaktan geçen insanlar, sokağın metruk adamı, günün bazı zamanlarında yoğun olarak gelen nükleer karşıtları ve her gün benimle birlikte orada mesaiye başlayan emniyet görevlilerinin oluşturduğu kalabalık nedeniyle merkezin önü bir anda panayır yerine dönüşüverdi. İçerisine bir tek insan giremediği gibi, bizim afili merkezin bütün karizması da çizilmişti. İçeridekilerle ara sıra yaşadığımız ağız dalaşları da ayrıca keyifli olmaya başlamıştı. En çok da gündüz açmak zorunda kaldıkları lambalara ve klimalara laf atıyordum. Sizin güya yapmaya çalıştığınız bilgilendirme işini, ben hiç kira vermeden, hiç elektrik kullanmadan kinetik enerjiyle yapıyorum dediğimde sinirden çatlıyorlardı.
Kimi zaman kitap okuyarak, kimi zaman insanlara nükleerin zararlarını anlatmaya çalışarak, kimi zaman da eğlenceli aktivasyonlarla günü tamamlıyordum. Rus mühendisler geldiğinde iş daha zevkli oluyordu. Onlar camın önüne çıktıklarında tam gözlerinin içine Çernobil çocuklarının fotoğraflarını dayıyordum. Gözlerini benden kaçırıp, yerlerini değiştirmek zorunda kalıyorlardı. Bir defasında sigarasının izmaritini sokağa atan Rus mühendisin izmaritini yerden alırken “Ülkemi çöplüğe çevirenlerden olacağıma, çöpçüsü olmayı yeğlerim,” demiş, adamı kıpkırmızı içeri yollamıştım. Artık sigara içmek için dahi dışarı çıkamaz olmuşlardı.
Yaklaşık üç ay boyunca sürdürdüğüm eyleme en çok kadınlardan destek geldi. Bunlardan biri unutulacak gibi değil. Merkezin olduğu binadaki arkadaşlarının ‘gün’ünden çıkan orta yaş ve üstü pek çok şık giyimli kadın, akşam vakti “Biz bilgi almak istiyoruz,” diye içeri girip, nükleer santral istemiyoruz diye içerde çıngar çıkarınca görevliler neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İçeridekiler, alışık oldukları gösterici tipine hiç benzemeyen bu grubun benimle kapıda hatıra fotoğrafı çektirmesine melül melül bakarken, ben kendimi zafer kazanmış gibi hissediyordum. Yine bir başka gün cadı süpürgesine binip de “Sizi buradan süpüreceğiz!” dediğimizde, artık kadınların gücünü iliklerine kadar hissetmişlerdi.
Üç ay boyunca 37 adımlık kaldırımda yaşadıklarımız bir anlamda Mersin’in Gezi Direnişi gibiydi. Ulusal düzeyde ses getirmeyi başaramadıysak da şirket çalışanlarına uyguladığımız yoğun baskı sayesinde, nükleer karşıtlarının sesini muhataplarına iletmeyi başardık. Büyük törenlerle açmayı düşledikleri merkezin açılışını bile gönüllerince yapamadılar. Biz kapıda olduğumuz sürece içeri bilgi almak için ancak tek tük insan girebildi.
Hayalim, her gün 37 adımlık kaldırımı yürüyenlerin ikiye katlanarak çoğalması ve merkez kapatılana kadar orada kapının önünde inatla kalmalarıydı. Ama üç ay sonra, gücünü günler geçtikçe daha çok fark ettiğim eylemi, bu hayalime kavuşmayı başaramadan artık sonlandırmanın zamanı gelmişti. Ve Fukuşima’nın yıl dönümü nedeniyle merkezin önünde yaptığımız çoğunluğu kadın binlerce insanın oluşturduğu zincir ile mesajımızı verdik: Nükleer İstemiyoruz.