İsviçre’deki kadınlar hala erkeklerden %20 daha az kazanıyor. Erkekler ve kadınlar için eşit niteliklere sahipken ücret farkı hala %18 (ILO’ya göre). Çocuk, hasta ve yaşlı bakım hizmetlerinin %60’ını kadınlar ücretsiz olarak gerçekleştiriyor. Çocuk doğuran kadınların %80,6’sı yarım zamanlı çalışıyor. Bu da emekli maaşlarına ve kıdemlerine bire bir yansıyor. Siyasette kadın temsil oranı yalnızca%28. Göçmenlik ve boşanmış olmakla kadınlar çok daha fazla yoksullaşıyorlar. Yedi kadından biri doğum izni sonrasında işlerini kaybediyor. Cinsel taciz ve cinsel saldırı sayısı çok yüksek. 8,4 milyon nüfuslu İsviçre’de her on beş günde bir kadın cinayeti var. Türkiye nüfusuna göre yılda 300’den fazla kadın demek oluyor…
İsviçre’de 14 Haziran günü ücretli çalışan kadınlar tam gün, tam gün iş bırakamayanlar ise erkeklerin ücretleri ile kıyaslandığında ücretsiz çalıştığı, saat 15.24 sonrası iş bıraktılar. Grev yasal olmadığı halde 500,000 civarında kadın feminist grev yaparak sokaklara taştı. Grevin örgütleyicilerinden Michela Bovolenta ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi selam ve dostluk duygularımızla paylaşıyoruz.
Feminist grev yapma kararını ne zaman aldınız? Bu karar nasıl ortaya çıktı?
Feminist bir grev örgütleme fikri, 19-20 Ocak 2018’de toplanan İsviçre Sendikalar Birliği (USS) Kadın Kongresi’nde kabul edildi. Bu fikir, günümüzde üyelerinin yarısından fazlası kadınlardan oluşan İsviçre Kamu Hizmetleri Sendikası delegeleri tarafından önerildi. İsviçre Sendikalar Birliği Kadın Kongresi, grev kararına ek olarak, 22 Eylül 2018’de ulusal bir kadın yürüyüşü organize etme kararı aldı. Ancak, bir yürüyüşten daha fazlasını yapmak istedik ve 1991’deki kadın grevinden ilham alarak grev düzenlemeye karar verdik. 1991 kadın grevi ülke çapında kalıcı bir iz bırakmıştı ve 1996’da eşitlik yasasının kabul edilmesi, ardından da 2002’de kürtajın ceza kapsamından çıkartılması süreçlerine ivme kazandırmıştı. 2005’te, anneler için mütevazı ancak önemli bir gelişme sayılabilecek 14 haftalık annelik izni kararının arkasında 1991 kadın greviyle oluşan atmosfer vardı.
Ayrıca, uluslararası feminist hareketler, özellikle de İspanyol kadınların 8 Mart 2018’de düzenledikleri grev, onlardan önce de Polonyalı, Arjantinli ve İzlandalı kadınların grevleri feminist bir grev düzenleme kararımıza ilham oldu. İnternet üzerinden, özellikle de #Metoo çerçevesinde gelişen hareketlilik de kadınların harekete geçmeye hazır olduklarını, süregiden eşitsizliklere, ayrımcılıklara, cinsiyetçiliğe ve eril şiddete ilişkin bıkkınlığın yaygın olduğunu ortaya çıkardı.
Grevi örgütlemek için gerekli olan koordinasyonu nasıl sağladınız? Genel örgütlenme biçimleri ve ilkeleri üzerine birkaç şey söyleyebilir misiniz?
Sendikacılar ve feministler olarak, bir sendika kongresinde grev kararı almanın bunu gerçekleştirmek için yeterli olmadığını biliyorduk, özellikle de toplumsal hareketlerin ve grevlerin sık görülmediği İsviçre’de. Bu yüzden, 2018 bahar ayları boyunca, bir yandan kadınları 22 Eylül ulusal kadın yürüyüşü için örgütledik, öte yandan da feminist bir greve yönelik bir hareketi nasıl somutlaştırabileceğimizi tartışmaya başladık. 8 Mart 2018’de İspanyol kadınların başarısını gördükten sonra, motivasyonumuz daha da arttı. Örgütlü ya da bağımsız, politik ağlarda aktif ve feminist bir grev fikrini tartışmaya hazır tüm kadınları, sendikacıları, feministleri bir araya getirmek amacıyla “Feminist bir greve doğru?” konulu bir forum düzenlemeye karar verdik. Forum İsviçre’nin Fransızca konuşulan bölgesinde, Lozan’da 2 Haziran 2018’de başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. Oldukça motive olmuş, yaklaşık 150 kadındık. Bu toplantı sırasında, feminist ve kadın grevi örgütlemeye karar verdik. “Kadın” kelimesine * işareti ekledik, böylece cisgender erkekler, yani kendisine doğumda atanan toplumsal cinsiyetle kendini tanımlayan erkekler dışında herkesi kapsayabilecektik. Çeşitli çalışma grupları oluşturduk, bunlardan biri Manifesto üzerine çalışırken, diğeri ise grevi ülkenin kalan iki bölgesine (İsviçre’nin Almanca ve İtalyanca konuşulan bölgeleri) genişletme görevini üstlenmişti. Bu süreçte yer alan kadınlar her kantonda grev sürecinde yer almak isteyen örgütlü ya da bağımsız tüm kadınları kapsayan bir Kolektif kurmaya yöneldiler.
Genel olarak, kolektifler oldukça yatay biçimde örgütlendi. Grev hazırlıkları sırasında, en küçük kentlerde, hatta mahalle ve iş yerlerinde bile, çalışma gruplarının ve kolektiflerin ortaya çıktığını gördük. Kolektif toplantıları en yüksek katılım seviyesini sağlamaya çalışarak ayda bir kez düzenli olarak yapıldı. Başından beri ülkenin Fransızca konuşulan bölgesinde sağlamaya çalıştığımız koordinasyonu ilerleyen zamanlarda ulusal düzeyde örgütledik, böylece hareketimize birlik ve tutarlılık kazandırmayı amaçladık. Esas olarak kentsel bölgelerde, mahallelerde ve işyerlerinde örgütlendik, ancak manifestoyu hazırlamak için bölgesel düzeyde de çalıştık, ayrıca 10 Mart 2019’da Bienne’de 500 aktivisti bir araya getiren ve grev örgütlenmesinde kritik bir rol oynayan ulusal bir forum gerçekleştirdik.
Feminist grev ve kadınların* grevi için birinci çağrı metnini, İsviçre’deki göçmen kadınlara da ulaşabilmek amacıyla kolektiflerdeki kadınların konuştuğu 11 farklı dile çevirdik. Bu metinlere buradan ulaşabilirsiniz.
Bu grevi, kadın grevi yerine feminist grev olarak adlandırmanızın nedeni nedir?
Fransız bölgesindeki forumlar sırasında, grevin nasıl adlandırılacağı üzerine bir tartışma yürüttük: Feminist grevden mi ya da kadınların grevinden mi söz etmeliyiz? Sonuç olarak, farklı hassasiyetleri de gözeterek, feminist grev ve kadınların* grevi ifadesinde karar kıldık. Bu adlandırma, tüm kadınların bir araya gelmesine ve hareketi başlatmasına imkân verdi. İsim seçimi, her bir kantonal kolektifin seçimine bırakıldı. Nihayetinde bu seçim önemli sonuçlar doğurdu, nitekim her kolektifin bunun üzerine düşünmesine ve bazı kolektiflerin de “feminist” ifadesini benimsemesine yol açtı. Bizim açımızdan, “feminist” sözcüğünün korunması önemliydi. İspanya’daki feminist greve benzer bir şekilde, sadece ücretli emek ya da istihdam konularında değil, kadınların hâlâ karşılıksız olarak üstlendiği, özellikle de sosyal güvenlik sistemi kapsamına alınmayan ya da dikkate alınmayan ev içi, eğitim ve bakım emeğini de odağına alan genel bir grev yapmak istedik. Ayrıca, bu grev genellikle bir iş bırakma eyleminin konusu olarak görülmeyen sorunlara dokunuyordu. Örneğin, ev içi şiddet olsun, iş yerinde ya da sokakta cinsel taciz olsun, her yönüyle cinsiyetçilik ve eril şiddet gibi. Son olarak, grevimizi nitelendirmek için feminist ifadesinin kullanımı hareketimizi birçok ülkedeki uluslararası kadın hareketine bağlamamıza imkân verdi.
Grev komitesi olarak, 17 maddeden oluşan bir deklarasyon hazırladınız. Bu deklarasyonda ön plana çıkan talepler neler?
Önce, İsviçre’nin Fransız ve İtalyan bölgelerinde uzun bir tartışmanın konusu olan detaylı bir Manifesto hazırladık. Bu Manifesto, grevden beş ay önce, “le Courrier” gazetesinde 14 Ocak 2019’da yayınlandı. İsviçre’nin Alman bölgesinde süreç biraz daha geç başladı. 10 Mart’taki Ulusal Forum sırasında daha kısa ve kapsayıcı bir ulusal çağrı kaleme almaya karar verdik. Taleplerimiz, altı eksen etrafında özetlenebilecek bir bütün oluşturuyor: (1) ekonomi ve finansal özerklik, (2) beden ve cinsellik, (3) şiddet ve cinsiyetçilik, (4) göç, ırkçılık ve sınırlar, (5) medya ve kültür, (6) politik kurumlar ve kamusal alan. Taleplerimiz arasında, elbette kadınların ücretlerinde ve emeklilik koşullarında eşitlik, bakım emeğinin tanınması, ailevi ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesi ve daha iyi yaşamak için çalışma süresinin kısaltılması, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kimliği konularında seçme özgürlüğü, cinsiyetçi şiddetin sıradanlaşmasının ve cezasızlığın sona erdirilmesi, bedenimiz üzerinde her türlü kontrol hakkı, tüm eğitim seviyelerinde eşitlik, özgürleştirici bir cinsel eğitim, rıza konusunda eğitim, cinsiyetçi reklamlara son verilmesi, göçmen kadınlar için özellikle de şiddete maruz kalmış olanlar için koruma ve barındırma önlemleri. Son olarak, ekonomik sistemin kâr arayışına değil, sınırların olmadığı bir dayanışma ruhu içinde hayatın kendisine odaklanmasını talep ediyoruz. Taleplerimiz, bütünlüğü içinde, günümüz toplumlarını yöneten patriyarkal ve kapitalist sisteme karşıdır. Tespitimiz kuşku götürmeyecek ölçüde net: Kadınların hayatını değiştirmek için, bu toplumu değiştirmek gerekir.
Grev taleplerinin çeşitliliğine rağmen, deklarasyonda daha fazla vurgulananlar patriyarkal kapitalizmle ilgili olanlar. Erkeklere bir çağrınız var mı?
Evet. Her ne kadar başından beri grev yapma ve daha sonra da uygulama kararı cisgender erkekler olmadan yani sınırlı bir karma yapı içinde verilmiş olsa da, bizimle dayanışma içindeki erkeklere sahnenin önünde yer almaksızın feminist grevimizi destekleme çağrısı yaptık. 14 Haziran’da ve öncesinde, erkeklere aile çevresindeki, iş yerindeki ve mahallelerindeki kadınların feminist greve katılımlarını teşvik etmeleri yönünde çağrı yaptık. Bu seçim çok fazla tartışmaya neden oldu ve erkekleri dışlamakla itham edildik. Buna, grevimizin erkeklere değil, patriyarkal sisteme karşı olduğu şeklinde cevap verdik. Her ne kadar her zaman bizimle dayanışan erkeklere kapımız açık olmuş olsa da, İsviçre’de iki haftada bir kadının öldürülmesine yol açan eril şiddeti net bir şekilde reddettiğimizi de vurgulamak istedik. Bu dramatik gerçeklikle yüzleşmek erkekleri rahatsız bir konuma sokabilir, ama bu eril şiddete zemin hazırlayan ve oldukça sıradan bir olgu haline gelen cinsiyetçilik belası karşısında geri adım atmak için bir neden değil.
Bizimle dayanışma içindeki erkekler çağrımıza olumlu cevap verdiler ve grev öncesinde ve sırasında mücadelemizi desteklediler. Ancak, kendi ayrıcalıklarını ve iktidarlarını korumak için (elbette bunu açıkça itiraf etmezler), feminist mücadeleyi gülünçleştiren, sıradanlaştıran hatta suçlayan maskülinistlerle mütemadiyen karşılaştık ve hâlâ karşılaşıyoruz.
Bildiğimiz kadarıyla, grev İsviçre’de yasal değil. Bunun greve katılım üzerinde etkisi oldu mu? Greve katılımı engellemek için şirketlerden gelen bir baskı gözlemlediniz mi? Greve katılımları nedeniyle işlerini kaybedenler oldu mu?
İsviçre, sendikal haklar ve özgürlükler bakımından emsal olmaktan çok uzak. Öyle ki, birkaç gün öncesine kadar Dünya Çalışma Örgütü’nün kara listesindeydi (bu listeden çıkarılması hâlihazırda devam eden arabuluculuk görüşmelerine bağlı, bunun sonuçlarını henüz bilmiyoruz). Grev hakkı federal anayasada mevcut olmakla birlikte, oldukça kısıtlayıcı koşullarla tanımlanmış. Feminist grevle ilgili olarak bu koşulların sağlanmış olduğunu düşündük. Bu kriterlere göre, grev orantılı olmalı: 38 yıllık bir anayasa maddesi ve 1996 tarihli bir yasanın uygulanmaması durumunda grev yapmanın orantılı olduğunu öne sürdük. Grev bir sendika tarafından desteklenmeli: Bizde de durum buydu, nitekim çağrı ülkenin en önemli sendikal çatı örgütü tarafından yapıldı. Grev, çalışma ilişkilerine ilişkin olmalı: Bu kriteri de karşılıyorduk, ücret eşitliği ve aile ve iş yaşamını uyumlulaştırmaya yönelik önlemlerin yanı sıra cinsel taciz çalışma ilişkileriyle ilgilidir. Son koşul ise birçok toplu iş sözleşmesinde geçen çalışma barışına ilişkin. Bu düzenleme, özellikle de mutlak çalışma barışı, kadın ya da erkek tüm çalışanların harekete geçmesinin önünde gerçek bir engel. Bununla birlikte, bazı sendikalar çalışanların alanlara çıkması için düzenlemeler yaptı. Ancak vurgulamak gerekir ki kadınların yarısından azı bir toplu iş sözleşmesine tabi, bundan dolayı da kadın çalışanların çoğunluğu çalışma barışı koşuluyla bağlı değil. Grev çağrısı, en çok kamu ve devlet destekli sektörlerde yani eğitim, bakım ve sosyal hizmet alanlarında destek gördü.
İşveren ve sağ kanattan baskılar eksik değildi: Yılın başında hareketin ivme kazanmaya başlamasını takiben, grevin politik niteliği nedeniyle yasal olmadığı görüşüne dayanan ve korku iklimi yaratmaya yönelik bir kampanya başlatıldı. Biz bu argümanı reddettik ve grevin değil, eşitsizliklerin illegal olduğunu savunduk. Eşitliğe yönelik taleplerimizin meşruluğu tehditlerden daha güçlüydü ve hareket devam etti. Feminist grev ve kadınların* grevine katılım öylesine güçlüydü ki hiçbir katılımcı işini kaybetmedi. Basel kentindeki bir müze yönetimi iki genç çalışanını işten çıkarmak istedi, ancak feminist ağlardan ve sendikalardan gelen güçlü reaksiyon karşısında geri adım atmak zorunda kaldılar. Yine de dikkatli olmayı sürdürüyoruz.
Gelecek için öngörüleriniz nelerdir? İsviçre’de kadınlar lehine değişiklikler olacak mı?
Gelecek için kazanımlardan en önemlisi hareketin kendisi: Ulusal çapta bir feminist ağ için ilk adımları attık, daha önce böyle bir şey yoktu. Bu, kantonal özerkliğin ve farklı dillerin ulusal düzeyde hareket etmeyi zorlaştırdığı bir ülkede gelecekteki mücadeleler için çok değerli bir araç.
Kurumsal düzeydeki değişimlere gelince, göreceğiz. Ülke çok muhafazakâr ve işverenler siyasi düzeyde çok güçlü bir şekilde temsil ediliyorlar. Grevi takip eden günlerde, federal meclis üst kanadı idari konseylerde kota uygulamasına yönelik bir mini-reform paketini onayladı. Bu önlemin zorlayıcı bir niteliği yok. Bu yasaya muhalefet etmedik, ama yine de temel taleplerimizden oldukça uzak, nitekim yönetici sınıftan gelen çok az sayıda kadını etkileyecek. Bunun yanı sıra, üst kanat iki haftalık babalık izni lehinde de oy verdi. Yine burada da, kuzey ülkelerinde mevcut olan gerçek bir ebeveyn iznine yönelik taleplerimizin çok uzağındayız. Bu önlemler çok ileri gitmiyor. Ancak, birkaç gün sonra, elbette beklenen ancak yine de kabul edilemez olan bir yasa tasarısı açıklaması soğuk duş etkisi yaptı: Kadınların emeklilik yaşının yükseltilmesi. Üstelik açıklama sosyal güvenlikten sorumlu sosyalist bakan tarafından yapıldı. Bu açıklama, 14 Haziran’da yürüyen yüz binlerce kadına bir hakarettir. Hiçbir şeyden vazgeçmeyeceğiz ve bu yasa tasarısı ile mücadele edeceğiz. Bu durum mücadeleye devam etmenin gerekliliğini gösteriyor.
Grev komitesinin mücadelesi devam edecek mi?
14 Haziran hareketi, olağandışıydı, umutlarımızın da ötesindeydi. Olağanüstü bir çalışma gerektirdi, ancak süreçte yer alan kadınlara da önemli ölçüde politik enerji verdi. Çok sayıda, harekete yeni dahil olmuş her yaştan kadın farklı ve çeşitli konulara angaje olmak istedi. Bu biraz da bizi bekleyen bir zorluk: Kadınların* davasını devam ettirmek için çok çeşitli inisiyatiflerin ve taleplerin bir araya getirilmesini sağlayan bir çerçeve inşa etmek. Grev sonrası ilk karşılaşmalar olumluydu ve her seviyede, kendi kantonumuzda, diğer kantonlarda ve ulusal düzeyde, devam etmeye karar verdik. Özellikle de uluslararası feminist gündemi ve 8 Mart 2020 için Avrupa’da feminist grev çağrısını da dikkate alarak, Ağustos ayından itibaren yeni hareketlenmeleri, örgütleme biçimlerini, zamanlamasını ve içeriklerini tartışmak için toplantılar yapmayı öngördük.
Çeviri: Deniz Ulusoy