Bir insanın yaş aldıkça kendini onarmasını, dönüşmesini, güçlenmesini zorlaştıran ailenin de içinde olduğu daha büyük bir tehlike var: Heteropatriyarka.
“Korunmasız bir çocukken size yapılanlardan kesinlikle sorumlu değilsiniz!
Fakat hayatınızı iyiye götürecek kararlar vermekle ve geçmişiniz hakkında bir şeyler yapmakla yükümlüsünüz!”
Zor Bir Ailede Büyümek, Amerikalı terapist Susan Forward ve yazar Craig Buck tarafından hazırlanmış. Kitap Forward’ın deyimiyle toksik (zehirli) anne- babaları, toksik ebeveynlerle büyüyenlerde oluşan sorunları, bu sorunların kaynağını anlatırken; aynı problemlerden muzdarip olanlara da yardım edebilmek için çözüm yolları sunuyor. Oldukça anlaşılır bir dili var, akıcı. Kitabın başında Susan Forward’ın çocukları olduğunu öğreniyoruz. Amerika’da ya da dünyanın başka bir yerinde değişmeyen bazı şeyler vardır. “Benim de çocuklarım var,” demekle sadece bir gerçekliği ifade etmiyor bence, gelebilecek tepkilerin, yüzleşmeyi reddetmenin kısmen de olsa önüne geçmiş oluyor. Anne- baba olmaya zorlayan ve aileyi kan bağı üzerinden tanımaya direten bir dünyada çocukları olan bir insan olmak, toplumu şekillendiren bu en küçük ama en güçlü yapıyı eleştirmeye engel olmamalı. Kitap boyunca aile içinde yaşananları analiz ederken düzenle bağlantısını kuruyor. Aile söz konusu olduğunda ortaya çıkan suç ortaklığını, belirlenmiş kural ve inançları, her kesimden ve dışarıdan gıptayla bahsedilenlerin de içinden neler çıkabileceğini; daha da fazlasını düşünmeye itiyor bizi. Psikiyatri dünyasının da eleştirisini yapıyor bu anlamda. Sigmund Freud’un ensestle ilgili birçok hikâyede kız çocuklarının başına gelenlere inanmamasından dolayı gizleyişi ile, bu meselenin çözümü için geleceğe ne kadar kötü bir miras bıraktığından bahsediyor örneğin. Hastaları, topluma fayda sağlayabilmeleri için yaşantılarının paylaşılmasına izin vermiş. Bu hikâyelerin sansasyonel değil sıradan olduğunu, nedenlerinin cahillik, yoksulluk, eğitimsizlik olmadığını, herkesin başına gelebileceğini söylüyor. Eşitlikten her anlamda uzak olduğumuz bir çağı yaşıyoruz hâlâ. Kadın ve erkek söz konusu olduğunda erkeğin iktidarı ve bu iktidarın korunması için sağlanan olanaklar aşikar; ama aynı iki insanın anne- baba olduğu bir durumda işler değişiyor. Bir çocuğun hayatını sınırsızca yönetebilme gücü elinde olan anne- babayla birlikte çocuğu değerlendirirken güç dengelerini hiç unutmuyor Forward. Bunun farkında: “Şimdiye kadar okuduklarınıza şaşırıp, ‘Bir dakika Susan! Hemen hemen tüm psikoloji kitapları ve uzmanlar problemlerim yüzünden başkalarını suçlayamayacağımı söylüyorlar,’ diyebilirsiniz. Saçmalık. Anne- babanız davranışlarından sorumlular. Tabii ki yetişkin hayatınızdan siz sorumlusunuz ama unutmayın ki bu hayatın birçok öğesi sizin kontrolünüz dışında gelişen olaylarla şekil aldı.” Bakışını çok kıymetli buluyorum; çünkü bunların hepsinin bir sistemin parçası olduğunu anlamak önemli.
Sakatlanan hayatlar
“Aile kutsal değildir.”
Forward kutsallığa dair ilk eleştirisini kitabın başlangıcında toksik olan olmayan anne- baba farkını ortaya koyarken yapıyor aslında. Anne- babanın zaman zaman yetersiz kalabileceğini, hatalar yapabileceklerini, onların da birer insan olduğunu ve kendilerine ait problemlerinin olabileceğini belirtiyor. Forward’a göre sevgi ve anlayışın yanında ara sıra gelişen öfke patlamalarıyla her çocuk baş edebilir. Sorunlar, olumsuz ve negatif davranışların sistematikleşmesiyle başlar. Bu anne- babalara dair neden toksik kelimesini seçtiğini şöyle anlatıyor: “Tıpkı kimyasal bir toksin (zehir) gibi, verdikleri duygusal hasar çocuklarının benliklerine tümüyle yayılmış ve çocuk büyüdükçe yarası da acısı da büyümüş. Tabii cinsel tacizin ve dayağın travması o kadar yoğun olabilir ki, tek bir deneyim bile ciddi bir duygusal hasara yol açabilir. Çocuğunu, yetişkin çağına geldiğinde bile etkisi devam eden travma ve tacizlerle lekeleyen anne- babaları toksik kelimesinden daha iyi niteleyen bir sıfat düşünemiyorum”. Bir çocuğun aldığı hasarlarla devam edebilmesi ise yaşadıklarının sorumluluğunu üstüne alarak; kendisine yapılanların yanlış olduğunu fark etse bile hepsini hak ettiğini düşünerek, anne- babadan, diğer aile bireylerinden gelen her şeyi kabul ederek ve elbette yaşadıklarını bilinçaltının derinlerine iterek oluyor. Bu bir döngü. Tartışılmayan otoritelerinin dinleri, kültürü nasıl sağlamlaştırdığını görüyoruz, yine, nasıl bir felakete yol açtığını da: “Bir çocuğun özsaygısı zarar gördükçe bağımlılığı artar.” Hakimiyet kurmak isteyenler için oldukça işlevsel; bu sayede yetişkin olmak da bağımsız olmayı içermiyor. Aile içinde alınan hasarlar bütün tercihlerimize, iş hayatımıza, dünyayı algılama biçimimize, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilere; doğayla, bütün canlılarla, kendimizle kurduğumuz diyaloğa taşınıyor. İşte bu yüzden geçmişe bakmak ve hasar varsa onarmak önemli. Sorunun kaynağına inmek ve soruna neden olan o bağı gerekiyorsa koparmak. Eğer iyileşmek, hayatınızı yoluna koymak ve bugünü yaşamak istiyorsanız, diyor Forward; çünkü toksik anne babalar ölse bile, onlarla yaşamaya devam ediyoruz.
Peki ya biz toksik anne- babaların çocukları mıyız? Bu soruya cevap bulabilmemiz için bir test hazırlanmış. Bu iki kısma ayrılan kitabı okumak kolay mı emin değilim. Ailenin kutsallığını yıkmış, aile yapısını eleştirmeye çok önceden başlayanlar için belki daha kolay, fakat erkek egemenliğinin, iktidarın en sevdiği, içinde yeşerdiği ve haliyle en güvendiği kurum olan “aile”yi eleştiren bir yerden politika yapıyor olsanız bile bu yüzyılları bulan kök salmışlık illa ki bir yüzleşmeye çağırır, çağırıyor. Toksik anne- babaların incelendiği ilk kısım altı bölüme ayrılmış: Yetersiz Anne- Babalar, Kontrolcüler, Alkolikler, Sözel Tacizciler, Fiziksel Tacizciler ve “en büyük ihaneti yapan” Cinsel Tacizciler. Bu kavramları anlayabilmemiz için deneyimler birebir paylaşılıyor bizimle ve bunlara dair değerlendirmeler yapılıyor. Her ne kadar hepsi farklı hasarlar geliştirse de çocuklarda açtığı ortak yaralar var: Çarpıtılmış suçluluk duygusu ve özgüven eksikliği. Tabii ihtiyaç duyulan umudu ikinci kısımda buluyoruz, “Hayatınızı Geri Kazanmanın Yolları” çıkıyor karşımıza. Burada üzerinde çalışılmasını önerdiği birtakım teknikler ve davranışlar var. Hiçbiri bir haftada çözülecek sorunlar değil, bunu kabul ederek yola koyulmak gerek ki kitabın tek başına yetemeyeceğini de belirtiyor. İkinci bölümün, yani hayatı geri kazanmanın yolunun şu cümleyle başlaması tesadüf değil sanırım: “Şimdi anne- babalarınızın size neler yaptığından uzaklaşıp, hayatınız üzerindeki otoritelerini azaltmak amacıyla kendiniz için neler yapabileceğiniz konusuna odaklanacağız.”
Asıl Sorumluyu Bulmak
“Anne ve babanızı değiştirebileceğinizi düşünmeyin.”
Otoriteyi, kötü davranışları, olumsuz yargıları içselleştirerek, normalleştirerek büyümek zorunda kaldığımızda kendimizi ve başka insanları, diğer canlıları daha büyük sorunlar yaşamaya, yaşatmaya davet ediyoruz. Yanlış hikâyelere inanıyoruz. İnandırılıyoruz. İnandırıldığımız bu hikâyeler ömür boyu peşimizden geliyor: “Düşüncelerinizi, inandıklarınızı değiştirmek çok önemli; çünkü asıl sorumlunun kim olduğu konusunda dürüstçe bir analiz yapamazsanız, hayatınızın sonuna kadar kendinizi suçlayacağınızdan emin olabilirsiniz.” Bir insanın yaş aldıkça kendini onarmasını, dönüşmesini, güçlenmesini zorlaştıran ailenin de içinde olduğu daha büyük bir tehlike var: Heteropatriyarka. Mesela suçluluk duygusu bana yetişkinlerde en çok kadınları çağrıştırıyor. Aldatıldığında, terk edildiğinde, sevilmediğinde, dayak yediğinde; tacize, tecavüze, hakarete uğradığında; istediklerinin peşinden gittiğinde; arzuladığında, hemcinsini arzuladığında, kimseyi arzulamadığında; boşanmak istediğinde, ayrılmak istediğinde; çocuk doğurmadığında, doğuramadığında, kürtaj olduğunda; istenildiği gibi bir anne olmadığında, ideal bir partner olmadığında; söylenildiği gibi giyinmediğinde, kendisi gibi davrandığında, onaylanmadığında; bağ kuramadığında, ilişkilenemediğinde; itaat etmediğinde, hayır dediğinde, kalıplara sığmadığında, hata yaptığında ve hatta sevildiğinde bile kendini suçlu hisseden kadınları. Suçluluk hislerine bir yenisi ekleniyor büyüdükçe. Sürekli şiddete uğrayan bir kadın bunu hak ettiğini ve hayatındaki erkeği dönüştürebileceğini düşünüyor; bu inanç, kadını şiddet döngüsünden çıkamaz hale getiriyor… Örnekleri çoğaltmak mümkün. Yanlış inanışları doğru olanlarla değiştirmek kolay değil; ama bunu yapabilmek için sorumlunun adını koymak çok önemli. “Asıl sorumlu kim?”. Adını koymak ve sonrasında Forward’ın dediği gibi durumu tersine döndürmekle yükümlü olduğunu unutmamak. Bu yıkıcı gerçekleri ortadan kaldırabilmek için yüzümüzü özel alana, aile kurumuna ve değerlerine, aile politikalarına çevirmek de şart. Kitap, söylenenleri yerine getirmeyi kabul ettiğiniz takdirde sizden çalınan özsaygı ve özgüvenin bir kısmını anne- babanızdan geri alabileceğinizi vadediyor. Bu kitaba başlamak ya da başka bir şey; şimdi kendimiz için iyi ve doğru olanı yapma zamanı. Çünkü hak ettiğimiz bu.
Zor Bir Ailede Büyümek, Geçmişi Onarmanın ve Hayatını Geri Kazanmanın Yolları, Susan Forward & Craig Buck, çev: Ahu Terzi, 327 syf., İletişim Yayınları, 2018.