şimdi sus ve kariyer yap.
Her gün kanlı bir psikolojik çatışma, hayatımı sınırsız şekilde kontrol etmekte beis görmeyen düş gücü imha edilmiş erkekler mantar gibi bitmişler. Gökkuşağı renklerini burada da göstermiyor
22 yaşında mezuniyet, minyatür pamuk hayatıma bir süre paydos.
Egzotik, allı pullu sıfatlara sığamayacağımın bilincinde aymaz bir pervasızlıkla iş hayatına dalıyorum. Para kazanıp nispeten özgür olacağım; içim kalabalık, kalbim genç çarpıyor.
Ailemin elinde olan tasmamın anahtarı, para. Kendine ait bir oda ve ev için bunca eziyete göğüs gerebilmem, duygusal yozlaşmayı kanıksayıp modern başarının ucuna dirayetle kendimi teyelleyebilmem lazım.
Fakat dikkatim hep o kariyer denilen sanrıdan izole, kariyer dediğin böyle olmaz. Beceremiyorum nitekim uzun bir süre. Ağır aksak, programları öğreniyorum fakat hazine, nabzının kurnaz bir tilki gibi atmasında saklı. Onu ufukta görmeye çalışıyorum.
Pırıltılı, sinema-dizi sektörünün acı gerçeklerine aşina değilim, platonik bir monolog mevcut. Mücadele etmesini bilmeyen korkak kalbim; azıcık aşım ağrısız başım ninnileri söylerken uyuyup kalıyorum. Gözümü açtığımda istifa etmiş, yeni bir iş düşündeyim.. Görünürlük kazanmam için sabretmem gerek.. Ne istediğimi biliyorum; colorist olacağım, bir süre ucube dizi planları boyayıp akabinde bütçesi olmayan, kalpten sızan filmler için gönüllü çalışacağım. Fakat şoven akbabalar kadın asistan almıyorlar, tekelleşmişler. Türkiye’de yirmiyi geçmeyen coloristlerin yüzde doksanı erkek. Gökkuşağı renklerini burada da göstermiyor. Bir süreliğine bu sevdayı rafa kaldırıyorum.
Post-prodüksiyonu merak ediyorum, kurgu öğreniyorum, color programlarını kurcalıyorum, tutorial deryasında yüzüyorum. Melodim bana ayna tutuyor, eften püften badireleri de atlatıp köklü bir yapım şirketinde işe başlıyorum. Cilalı stüdyolarda yalpalaya yalpalaya her şeyi gözlemliyorum.
Ne çok erkek var, dişil enerji arıyor ruhum, ne yazık ki hemcinslerim burada nispeten azlar. Düş gücü imha edilmiş erkekler ordusuyla kuşatılıyorum.
Dizi sektörü distopyası hiyerarşik bir peşkeş sarmaşığı. Yapımcı kendini Zeus sansa da kanala karşı pasif. Ancak asıl Zeus kanal ve reklam veren. Tanrılar kurban istiyor…
Hoyratlığa kimse gıkını çıkarmıyor -sistemle mücadele etmeyi göze alamıyor. Onca insan, bu denli kirli çalışma koşullarında, hukuksal haklarından feragat etmiş vaziyette, iş güvencesi olmadan, canavarca bir tempoyla çalıştıklarını unutmuş.. Herkes Stockholm Sendromu yaşıyor. Kimseyle durum eleştirisi bile yapamıyorum.
Ruhsal büyüme süreci beni oldukça küçültüyor. Bu topyekun saldırı karşısında bir araya gelmenin dişil sinerjisine ihtiyaç duyuyorum. Cüceler, periler, toz pembe yürekli kadın kahramanlar lazım..
Her insan gibi ben de içsel hayatım, arzularım, duygularım ve nihai olarak düşünce iklimim için bir çembere ihtiyaç duyuyorum.. Kadın çemberi.
Etrafta salkım saçak kadın asistanlar gördükçe; demek bu süreçler organik, insan kendini cılız, güvensiz ve çaresiz hissedebiliyor, diyorum. Güzel bir ruh görünce pervane olup kuyruğumu pır pır sallıyorum.. Güzel kokular yaydığımı hissediyorum. Meleklerin üflediğini düşünüyorum ve bir adım daha atıyorum uzağıma.
Derken TRT’de reytingleri ile meşhur bir diziye post asistanı olarak transfer oluyorum. Post sorumlusu tanıdığım biri, bana yüce bir iyilik yaptığına ve bu iyilik kisvesi altında bana her türlü tavrı sergileyebileceğine inanıyor. Milliyetçi, ayrımcı, nefret dolu bakış açılarının göbeğine böylelikle tekrar düşmüş oluyorum. Her gün kanlı bir psikolojik çatışma, hayatımı sınırsız şekilde kontrol etmekte beis görmeyen düş gücü imha edilmiş erkekler mantar gibi bitmişler. Gökkuşağı renklerini burada da göstermiyor. Hurda gibi günler birbirini kovalıyor. İşi kısa sürede kapmak için devasa bedeller ödeyerek kitleleri hayrete düşürüyorum. İçimde umut kırıntıları çoğalmaya başlıyor. Adeta kalbi kırılmış bütün asistanların öcünü alıyorum öğrenirken. Kalp cellatlarından korkmuyor bilakis karşıma çıkmalarını sabırsızlıkla bekler hale geliyor, muhteşem konuşmaların yekpare ahengini içimde duyuyorum. Nitekim başımdaki insan çok geçmeden buharlaşıyor ve post-prodüksiyon sorumlusu iki kadın oluyoruz. Kadın olmanın ruhani varlığı ve mistik gücü cennetsel bir şefkat oluyor bize.
Hayatın sahte gölgesi sanırım en çok da iş hayatında kendini gösteriyor. Statü denilen bu salgının göt deliği kadar değeri yok.
İnsan; yaşamın, sükunetin, tefekkürün özünden uzaklaşmaya devam ettikçe titreyen sesler benliğimizi güçlendirsin.