İngilizce çevirisinde editörün notu: 2017’de gökkuşağı bayrağı açtığı için önce tutuklanıp sonra sürgüne gitmek zorunda bırakılan Sarah Hijazi’nin bu yazısı, Eylül 2018’de Mada Masr’da Arapça yayımlandı. Sarah, sürgünde uzun bir mücadeleden sonra kısa bir süre önce yaşamına son verdi. Birçok insan kahroldu. Sarah’nın sözlerinin daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşması için yazının çevirisini şimdi yayımlıyoruz.
Uyarı: bu metin işkence ve etkileri konusunda tetikleyici öğeler barındırabilir
Sarah Hijazi
İslamcılar ve devlet, radikal dincilik, cehalet ve nefrette adeta birbiriyle yarışıyor; tıpkı şiddet ve zarar vermede olduğu gibi. İslamcılar kendilerinden farklı olanı ölümle, iktidar da kendisinden farklı olanı hapishaneyle cezalandırır. Bu, bir dindarlık yarışı olarak da tanımlanabilir. Burada din derken kastettiğim sadece bir pratikler bütünü değil, aynı zamanda sırf belli bir dine ait olmaktan ya da belirli ritüelleri yerine getirmekten gelen bir gurur ve üstünlük hissi.
Rejim, medya ve camiler gibi araçlarını kullanarak “doğası gereği dindar” kabul edilen Mısır halkına diyor ki: “Biz de dini ve toplumsal ahlâkı koruyoruz. Bu yüzden de bize rakip İslamcılara ihtiyaç yok.” Devlet ve bilhassa mevcut iktidar bağnaz.
Evimden, ailemin gözleri önünde alınıp götürülürken bir polis bana dinimi, neden başörtüsü takmadığımı ve bakire olup olmadığımı sordu. Aynı polis, beni bilmediğim bir yere götürürken arabada gözlerimi bağladı. Nereye çıkacağını bilmediğim bir merdivene yönlendirildim. Bu esnada iğrenç bir koku aldım ve “Onu al basha’ya[1] götürün” diyen bir adamın ve acıyla inleyen insanların sesini duydum. Neden olduğunu anlayamadan ellerim bağlı bir şekilde ve ağzımı kapatan bir kumaş parçasıyla bir sandalyeye oturtuldum. Kimseyi göremiyordum ve kimse benimle konuşmuyordu. Bundan kısa bir süre sonra, vücudum sarsıldı ve ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre bilincimi kaybettim.
Sebebi elektrikti. Elektrik verilerek işkence edildim. Eğer bununla ilgili birine bir şey söylersem anneme zarar vermekle tehdit ettiler; ben ülkeden ayrıldıktan sonra hayatını kaybeden anneme… Bana elektrik vermek onlara yeterli gelmedi. Sayeda Zeinab Karakolu’ndaki erkekler, orada tutulan kadınları beni hem fiziksel hem de sözlü cinsel saldırıya maruz bırakmaya kışkırttılar.
İşkence burada da bitmedi. Konuşmamın yasak olduğu iki kadınla birlikte bir hücreye alınmadan önce günlerce ve günlerce tecritte tutulduğum Qanater Kadın Hapishanesi’nde de devam etti. Hapishanede geçirdiğim tüm süre boyunca güneşe çıkmam engellendi. İnsanlarla göz teması kurma yetimi yitirdim.
Devlet Güvenlik Başsavcılığı’nda yürütülen soruşturma, tam bir cehalet gösterisiydi. Beni sorgularken benden Dünya Sağlık Örgütü’nün eşcinselliği hastalık saymadığına dair kanıt sunmamı istediler. Avukatım Mohamed Fouad, gerçekten de Dünya Sağlık Örgütü ile iletişime geçti ve onlar da eşcinselliğin hastalık olmadığına dair bir bilgi notu gönderdi. Diğer avukatım Hoda Nasrallah da Birleşmiş Milletler ile iletişim kurdu ve onlar da cinsel yönelime[2] bir insan hakkı olarak saygı duyulması gerektiğine dair bir bilgi notu gönderdiler.
Ahmed Alaa[3] ve ben Devlet Güvenlik Başsavcılığı’nda tüm bunları tartıştık. Sorgu yargıcının soruları aptalcaydı.[4] Bana komünizmin eşcinsellikle aynı olup olmadığını ve alaycı bir edayla eşcinselleri çocuklar veya hayvanlarla seks yapmaktan neyin alıkoyduğunu sordu. Çocuklarla ve hayvanlarla seks yapmanın suç olduğunu bilmiyordu. Kafa yapısının bu kadar sınırlı olması şaşırtıcı da değil üstelik. Muhtemelen Mohamed Shaarawy’yi[5] büyük bir şeyh, Mostafa Mahmoud’u[6] da iyi bir hukukçu olarak görüyordur. Ayrıca muhtemelen tüm dünyanın Mısır’a komplo kurduğunu ve eşcinselliğin insanları mensubu yapmaya çalıştığımız bir din olduğunu düşünüyordur. Ailesinden, din adamlarından, okuldan ve medyadan başka bir bilgi ve düşünce kaynağı yok.
Sonrası
Herkesten korkmaya başladım. Hapisten çıktıktan sonra bile herkesten, arkadaşlarımdan, sokaktaki insanlardan korkuyordum. Korku beni ele geçirdi. Depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu yaşamaya, ciddi anksiyete ve panik ataklar geçirmeye başladım. Bunlar, hafıza sorunlarına yol açan elektrokonvülsif terapi (elektroşok tedavisi) ile tedavi edildi. Sonrasında tekrar tutuklanma korkusuyla ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Sürgündeyken annemi kaybettim.
Toronto’da yeniden elektroşok tedavisi gördüm ve iki intihar girişimim oldu. Konuşurken kekeliyordum, dehşet içindeydim. Odamdan çıkamıyordum. Hafızam gittikçe geriliyordu. Hapishaneyle ilgili konuşmaktan, toplantılardan, buluşmalardan ve medyaya çıkmaktan kaçınıyordum çünkü odağımı kolaylıkla yitirip kaybolmuş hissedebiliyordum ve üstüme derin bir sessizlik arzusu çöküyordu. Tüm bunların üstüne, tedaviye ve iyileşebileceğime dair umudumu kaybetmem eklendi. Bana devlet tarafından, “doğası gereği dindar” toplumun kutsamasıyla uygulanan şiddet buydu işte.
Tanrının gözünde daha yüksek bir mertebede olduğuna ve bu yüzden de kendisinden farklı olanı öldürmekle görevlendirildiğine inandığı için seni öldürmek isteyen sakallı bir radikal dinci ile yine tanrının gözünde kendisinin daha yüksek bir mertebede olduğuna inandığı için farklı olan kişilere işkence etme, hapsetme ve onlara şiddeti körüklemeyi kendine hakkı gören sakalsız, iyi giyimli, yeni telefon ve havalı araba sahibi adam arasında hiçbir fark yok. Her kim ki farklıysa, mevcut rejimi destekleyen Sünni Müslüman heteroseksüel bir erkek değilse zulüm görür, en altta dokunulmaz tabakadadır veya ölüdür. Toplum, ben ve gökkuşağı bayrağı açtığı için her şeyini kaybeden genç Ahmed Alaa’yı tutukladığı için rejimi alkışladı. Müslüman Kardeşler, Selefiler ve radikal dinciler sonunda iktidardaki siyasetle bir ortak nokta bulmuştu: Bize dair anlaştılar. Şiddet, nefret, önyargı ve zulüm konusunda anlaştılar. Belki de aynı madalyonun iki yüzüydüler zaten. Bizse devletin baskıcı kısıtlamalarına rağmen işlerini yapmaktan vazgeçmeyen sivil toplum kuruluşları hariç kimseden destek görmedik.
Savunma ekibini asla unutmayacağım: Mostafa Fouad, Hoda Nasrallah, Amro Mohamed, Ahmed Othman, Doaa Mostafa, Ramadan Mohamed, Hazem Salah Eldin, Mostafa Mahmoud, Hanefiy Mohamed ve diğerleri… Sivil toplumun ben serbest bırakıldıktan sonra bile bitmeyen çabalarını tarif edecek veya karşılayacak kelime yok—ama elimde kelimelerden başka bir de şey yok. Bu yüzden de minnettarlığımı ifade etmek adına bir kuru teşekkür dışında bir şey yapamadığım için avukatlar ve sivil toplumun affına sığınıyorum.
Mashrou’ Leila konserinin üzerinden bir yıl geçti. Müzisyenlerin Mısır’da konser vermeleri yasaklandıktan, eşcinsellere karşı devletin yıl boyu süren güvenlik odaklı kampanyasından, “Evet, ben bir eşcinselim,” diyerek farklılığımı açıkladıktan bir yıldan sonra düşmanlarımı unutmuş değilim. Ruhumda doktorların hâlâ iyileştiremediği kara bir delik açan ve onu öylece kanamaya bırakan adaletsizliği unutmadım.
Çeviri: Buse Kaynarkaya
Yazının Türkçe çevirisine kaynak metin olan İngilizce çeviri Madamasr.com sitesinde 15 Haziran 2020 tarihinde yayınlandı. Çevirmen, yazının Arapça orijinalini bulup soruları cevaplayarak yardımcı olan Rawan’a teşekkür eder.
[1] Al basha: paşa, beyefendi.
[2] Ç.N. Yazıda “sexual preference (cinsel tercih)” kullanılmış, kavramı doğru kullanmak gerektiğini düşündüğümden “sexual orientation” gibi çevirmeyi tercih ettim. Bunu yargıcın ağzından duysak bu şekilde çevirmezdim ancak BM’nin notunda yönelim olarak kullanıldığını düşünüyorum.
[3] Mashrou’ Leila’nın konserinde gökkuşağı bayrağı açan bir başka kişi: https://www.npr.org/2018/06/18/620110576/after-crackdown-egypts-lgbt-community-contemplates-dark-future
[4]Ç.N. Arapça çeviride “naive (toy)” kelimesi kullanılmış. Paragrafın geri kalanından anladığım ve arkadaşımla Arapça orijinali üzerinden konuştuğumuz üzere “aptalca” olarak çevirmeyi doğru buldum.
[5] İslam hukukçusu, eski bir bakan: https://en.wikipedia.org/wiki/Muhammad_Metwalli_al-Sha%27rawi
[6] Doktor, felsefeci ve yazar: https://en.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Mahmoud