Ece Kocabıçak kitabında Hegelyan Marksist bir bakış açısından yola çıkarak, Küresel Güney ülke deneyimlerinin çeşitliliğini gören ve toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk-etnisite temelli eşitsizlikler arasındaki ilişkileri açığa çıkaran özgün bir ataerkil sistem kuramı sunuyor. Bu özgün kuramın kalbinde her sistemin kendine has dolayım kategorileri olduğu fikri yatıyor.

Ece Kocabıçak’ın The Political Economy of Patriarchy in the Global South (Küresel Güney’de Patriyarkanın Politik Ekonomisi) başlıklı kitabı Routledge Yayınevi tarafından basıldı. Kitap oldukça ilgi çekici bir soruyla açılıyor: Son yıllarda nasıl oluyor da bir yandan feminist mücadelenin giderek güçlendiğine şahit olurken diğer yandan da partiyarkal düzenlemelerin hızla hayata geçtiğine ve bu yolla kadınların hayatları üzerinde daha da fazla baskı kurulduğuna tanıklık ediyoruz? Yazar bu paradoksun sosyal bilimlerde genel kabul gören kuramların feminist stratejiler (yani ulus devletler, küresel kurumlar, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları tarafından teşvik edilen toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ve bunlara ilaveten ulusötesi feminist ağların ve tabandan hareketlerin stratejileri ve talepleri) üzerindeki tahakkümünün anlaşılmasıyla çözülebileceğini öne sürüyor. Ancak bu tarz bir eleştirel değerlendirme sonrasında kurulacak yeni bir kuramsal çerçeveden hareket edecek olan feminist stratejilerin dönüştürücü ve kalıcı etkileri olabileceğini öne sürüyor. Ece Kocabıçak’ın sosyal bilim alanında eleştirel bir değerlendirmeye tabi tuttuğu ilk kuramsal alan sosyo-ekonomik dönüşüm kuramları. Kitapta bu kuramlar ele alınırken okuyucu, kapitalist kalkınmadan eşitsiz bileşik gelişmeye, tarımsal dönüşüm tartışmalarından devlet kuramlarına kadar çok geniş bir yelpazede eleştirel bir okumaya çıkarılıyor. Yazarın tüm bu kuram ve tartışmalara dair ortak eleştirisi, hepsinin toplumsal cinsiyet rejimlerinin hem çok farklı kalkınma deneyimlerini hem de devlet oluşumunu ve sivil toplumu nasıl şekillendirdiklerini görmezden gelmeleri üzerine. Eleştirel bir okumaya tabi tutulan ikinci kuramsal alan ise toplumsal cinsiyete dayalı baskı ve eşitsizlik teorileri. Bu ikinci gruptaki çalışmalar cinsiyeti görüyor ve teoriye içselleştiriyor. Ne var ki ataerkil emek sömürüsüne dair bir analizi teorik çerçevelerine içermediklerinden bu kuramlar toplumsal cinsiyete dayalı baskı ve eşitsizliğin nedenlerinden çok sonuçlarına odaklanıyorlar.

Ece Kocabıçak kitabında Hegelyan Marksist bir bakış açısından yola çıkarak, Küresel Güney ülke deneyimlerinin çeşitliliğini gören ve toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk-etnisite temelli eşitsizlikler arasındaki ilişkileri açığa çıkaran özgün bir ataerkil sistem kuramı sunuyor. Bu özgün kuramın kalbinde her sistemin kendine has dolayım kategorileri olduğu fikri yatıyor. Dolayım kategorileri olguları farklı biçimlerde sunarak onların özünü gizlerken bir yandan da sistemin sürekliliğini sağlıyorlar. Yazar, patriyarkal sisteme dair en karmaşık dolayım kategorisinin natrans heteroseksüel aile yapısı olduğunu öne sürüyor. Bu tespitinden hareketle natrans heteroseksüel aile yapısının, hane içi üretimde cinsiyete dayalı işbölümünü ve ataerkil emek sömürüsünü nasıl dolayımladığını Türkiye örneği üzerinden ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Yazar bu analizinden yola çıkarak feminist stratejiye dair de önemli bir çıkarsamada bulunuyor ve ataerkil emek sömürüsüne odaklanan feminist stratejilerin, kadınların ücretsiz ev işlerinde harcadıkları zamandan ziyade, kırsal ve kentsel hane üretimindeki toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünü hedef alması gerektiğini öne sürüyor.

Yazarın kitapta belirttiği gibi; Türkiye kitapta ayrıntılarıyla ele alınan kalkınma ve toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik kuramlarının eleştirel bir değerlendirmesinden hareketle ataerkil, kapitalist ve ırkçı kolektif özneler arasındaki etkileşimin açığa çıkarılması için son derece elverişli bir örnek sunuyor. Bu, hem Türkiye’nin ataerkil çalışma ilişkilerinin hakim olduğu üretken kapasitesi yüksek rekabetçi bir ülke olmasından hem de Türkiye’de devletin kapitalist ve ataerkil gündemlerinin tarihsel olarak Türk Sünni-Müslüman ırkçı bir ajandayla iç içe geçmiş olmasından kaynaklanıyor.

Sonuç olarak kitabın ilk yarısı mevcut kuramların eleştirel bir değerlendirmesi üzerinden özgün bir patriyakal sistem kuramının inşasına ayrılırken ikinci yarısı ise Türkiye özelinde bu patriyarkal sisteme ve bu sistemin örneğin Kürt ve Alevi kadınların deneyimlerini nasıl şekillendirdiğine odaklanıyor. Böylece yazar okuyucuya hem teorik hem ampirik olarak son derece zengin ve aydınlatıcı bir kaynak sunuyor.

Bu kitap tanıtımını bitirirken şunu söylemek isterim: Hem teorik alana hem de Türkiye’de partiyarkal sistemin çözümlenmesine bu denli ayrıntılı bir analizle katkı koyan bir kitabın Türkçe’de tanıtımını yapmak beni bir yandan heyecanlandırsa da bir yandan da çekindirdi. Bu çekincemin kaynağında kitabın içeriğini yansıtırken ister istemez önemli noktaları kaçırmış olduğum gerçeği yatıyor. Ataerkil, kapitalist sistemler ve ırkçı rejimlerin yarattığı her türlü sömürü ve baskıdan tamamen kurtulmayı hedefleyen etkili feminist, sosyalist ve ırkçılık karşıtı stratejiler geliştirmenin imkanlarını sorgulayan her öznenin kitabı okuması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle de İngilizce’de yeni basılmış bu kitabın başka dillere de kazandırılmasını umuyorum.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.