Çağdaş feminizm yeni bir enternasyonalizm örüyor. Bu enternasyonalizm mücadeleyi soyutlayan ve mücadeleleri homojen hale getirerek “daha yüksek” bir düzleme taşıyan bir yapı değildir. Aksine her alanda somut bir güç olarak algılanır. Mevcut yörüngelere ve bedenlere dayanan ulusötesi hale getirilmiş bir dinamiği yürütür. Bu nedenle feminist hareketin potenciası, kökü özellikle güney ülkelerinde bulunan ve buradan yükselen küresel istikrarsızlaşmanın koordine edilmiş gücü olarak ifade edilir.
Verónica Gago
“Hadi Chicago Boys’u titretelim. Yaşasın feminist hareket.”
(Şili Katolik Üniversitesi’nin önündeki grafiti, 2018.)
Çağdaş feminist hareket bugün dahil olduğu ve başını çektiği mücadelelerin çoğunda aşağıdan gelen neoliberalizm karşıtı dinamiği ne şekilde ifade eder? Süreksiz zamansallıklar şeceresinde ve aynı zamanda yeni olan politik formlara nasıl ön ayak olur? Bu hareketin özgünlüğünü ortaya koyan 8 tez öne sürmek istiyorum.
1- Bir araç olarak feminist grev, coğrafya ve beden sömürüsünün yeni biçimlerini hem görünür kılar hem de bunlara karşı itaatsizliği örgütler. Grev emeğin heterojen bileşimini, tarihsel olarak göz ardı edilmiş işleri kabul edip bunların genelleştirilmiş güvencesizlik ile katmerlenişini göstererek ve bunu aşmak ve yeniden oluşturmak için geleneksel bir mücadele aracı sahiplenerek feminist bir ifadede ortaya koyar.
Uluslararası grev emeğe dair feminist bir bakış açısı getirdi. Feminist bakış işçi sınıfı kavramını aşağıdan genişletir çünkü bölgesel ve ev içi emeği, yeniden üretimi ve göçmen emeğini tanır. Çünkü ülkemizdeki işçilerin %40’ının, halk ekonomisi olarak nitelendirilen sözde enformel ekonominin farklı biçimlerinde yer aldığını kabul ederek başlar. Çünkü tarihsel olarak görmezden gelinmiş ve değersizleştirilmiş emeği görünür ve değerli kılar. Bu şekilde tüm kadınların emekçi olduğunu (#AllWomenAreWorkers) tasdik ederiz.
Ancak daha da radikal bir unsur var: Feminist grev bizi uygulamalı bir soruşturma yapma durumuna iter. Örneğin kadınların, lezbiyenlerin, trans bireylerin ve travestilerin yaşam ve çalışma deneyimlerinden ortaya çıkan emeği nasıl adlandırıyoruz? Kendimizi grev yapmanın ne anlama geldiği sorusunun ritmine kaptırarak uygulamalı bir şekilde; ücretlendirilmemiş, düşük ücretlendirilmiş ya da katı bir hiyerarşi içerisinde ücretlendirilmiş işlerin çeşitliliğinin ve yoğun ve uzun iş günlerinin haritasını çıkarıyoruz. Bu işlerin bazılarının adı bile konulmazken bazılarına da küçük düşürücü ifadeler yakıştırılıyor.
Feminist grev imkansızlığından dolayı güçlendiriliyor: grev yapamayan ama yapmak isteyen kadınlar; bir gün bile çalışmayı bırakamayan ve bu tükenmişliğe karşı isyan etmek isteyenler; sendika hiyerarşisinin onayı olmadan grev yapmanın imkânsız olduğunu düşünen ama yine de grev çağrısı yapanlar; agrotoksinlere ve borçlanmaya karşı bir grev hayal edebilmiş olanlar. Bu kadınların hepsi ve her birimiz grevin sınırlarını zorladık. İmkânsızlık ve arzunun bir araya gelişiyle feminist grevin alabileceği şekillerin çeşitliliğine ilişkin radikal bir düş doğuyor, grevi beklenmedik yerlere taşıyor, imkansızlığı ve arzuyu hayati deneyimleri içeren kendi kapasitesi ile değiştiriyor ve emek olarak kabul edilen şeylere itaat etmeyen bedenler tarafından yeniden keşfediliyor.
Grevle beraber kadınlaştırılmış emeği, diğer bir deyişle, halka, mahalleye, göçmene ve yeniden üretim emeğine tabi olan belirli bir ikincilleştirilmeyi karakterize eden sömürü farkını (differential of exploitation) görünür hale getirdik ve bu ikincilleştirmenin günlük işlerin her biçimiyle nasıl ilişkili olduğunu gözler önüne serdik. Bu sömürü farkının başladığı yerde somut bir mekânın var olduğunu gösterdik: mecburiyete dayalı, ücretsiz veya düşük ücretli olma pahasına sermaye tarafından sömürülen titiz ve daimî bir örgütlenme olarak hayatın yeniden üretimi. Gelin görün ki daha da ileri gittik: Tarihsel olarak olumsuzlanmış, madun edilmiş ve sömürgeleştirme ve evcilleştirme süreçlerine bağlanmış olan yeniden üretimden, görülmemiş düzeyde güvencesizleşme ile aykırılaştırılmış, sendikalı olan-olmayan ücretli emeğin yeniden düşünülmesi için kategoriler oluşturduk.
Değer üretiminin tüm biçimlerini (sömürü ve ekstraksiyon[i] gibi) birbirine bağlayarak patriyarkal, kolonyal ve kapitalist şiddet arasında somut bir üst üstelik saptadık. Bir kez daha bu, genel olarak öyleymiş gibi sunulsa da, feminist hareketin sınıf mevzusunun dışında olmadığını açıkça ortaya koyar. Feminist hareket ırk sorunundan da ayrı tutulamaz. Feminizmi sömürünün, ekstraksiyonun, zulmün ve tahakkümün yeni biçimlerine karşı yürütülen mücadelenin bünyesinden “tecrit etmenin” imkânı yoktur. Feminizm, bir hareket olarak, sınıfın tarihsel karakterini beyaz, ücretli işçi olarak kabul edilmeyen herkesin sistematik dışlanışı ile gözler önüne serer. Bu nedenle ırksallaştırma anlaşılmadan sınıf olamaz. Böylelikle, anlatı ve örgütlenme formüllerinin, kadınlaştırılmış emeğin ve göçmen emeğinin ne ölçüde sistematik ikincilleştirme biçimleri ve böylece cinse ve ırka dayalı emeğin mihenk taşları olduğu anlaşılır.
2- Grevle birlikte şiddeti yeniden kavramsallaştırdık: Ev içi şiddeti ekonomik, emek, kurumsal, polis, ırkçı ve kolonyal şiddet ile bağlayarak onun sınırlı alanına bağlı kalmaktan kurtulduk. Bu şekilde, cinsiyetçi şiddet ve kadın katliamı ile sermaye birikiminin mevcut biçimi arasındaki organik bağ belirginleşir. Feminist hareketin anti-kapitalist, anti-kolonyal ve anti-patriyarkal karakteri, bu analizi uygulamalı bir şekilde oluşturup yaymaktan gelir.
Grev eşzamanlı olarak mülksüzleşmeye direnen, emeğe tabi olmayan ve finansallaşmaya baş kaldıran bir bakış açısı üretir.
Bu, neo-ekstraktif girişimlere karşı coğrafi çatışmalar ile cinsel şiddet arasındaki ilişkiyi, işyerlerindeki güç ilişkileri ile taciz arasındaki bağı, hem göçmen istismarının hem de kadın emeğinin finans tarafından değer ekstraksiyonu ile birleşme şeklini, mahallelerdeki/semtlerdeki kamu altyapısının talanını ve (resmi-gayri resmi) emlak spekülasyonunu, merdiven altı kürtajı ve Yerli ve Siyah toplumların kriminalize edilmesini tahkik etme imkanı sunar. Tüm bu şiddet biçimleri kadın bedenini ve kadınlaştırılmış bedenleri savaş ganimeti olarak kabul eder.
Mülksüzleştirme şiddeti ile cinsel şiddet arasındaki bu bağ, yalnızca analitik bir bağ değildir: Bu, kadın katliamlarının anlaşılır kılındığı sömürü ve itaat ilişkilerini anlamak ve aynı zamanda bir örgütlenme ve öz savunma stratejisi geliştirmek için kolektif bir detaylandırma olarak uygulanır. Bu bağlamda feminist hareket şiddeti baskı mekanizmalarıyla ilişkilendiren ve bunların her ikisini de aşağılayıcı bir yerden gören bir açıklama aracılığıyla halkçı bir pedagoji uygular. Bu noktada, baştan aşağı bir mağduriyet anlatısından kaçış, şiddetin yorumunun bir uzlaşma diline veya saf bir matem ve ağıta dönüşmesini engellemeye olanak sağlayan şeydir.
Bu duruş ayrıca şiddetle ilgili sorunların tecridini pekiştiren ve bu sorunları yeni bir devlet müessesesi veya programı yoluyla çözmeye çalışan kurumsal müdahaleleri de geri püskürtür. Kurumsal araçlar mağduriyeti sistematikleştiren ve şiddeti yalnızca ev içine hapseden bir vesayetin parçası olmadığı sürece önemli olabilir. Grevin ortaya attığı “şiddetin kesişimselliği” tabiri hareketin örgütsel ufkunu açan, kuran ve genişleten yeni bir telaffuz mahallini mümkün kılar. Bu sayede çizebildiğimiz bu muazzam harita bakış açımızı genişletir ve bizi patriyarka, kapitalizm ve kolonyalizm arasındaki ilişkilerin kökenine götürüp bunu ortak sağduyunun inşasına dönüştürür.
3- Mevcut feminist hareket yegâne iki dinamikle nitelendirilir: kitleselliğin ve radikalliğin birleşimi. Bunu başarır çünkü çok farklı mücadeleler arasında yakınlık kurar. Böylece, siyasi bir kesişimsellik şekli türetir ve geliştirir.
Feminizm bariz gözükmeyen bir şeyi açığa kavuşturur: kimsenin topraksız olmadığını, yani “yalıtılmış birey” denen şeyin metafizik bir illüzyondan ibaret olduğunu. Hepimiz konumlandırılmışız ve bu anlamda beden de beden-coğrafyası olarak algılanmaya başlayabilir. Feminizm “diğerleriyle” ilişkili dış bir pratik olmaktan çıkar ve daha çok her coğrafyadaki (ev içi, duygusal, emek, göçmen, sanatsal, campesino,[ii] kent, pazaryeri, topluluk bölgeleri vb.) her çatışmayı anlamak için yorumlayıcı bir prensip olarak görülür. Bu, nesiller arası kitlesel bir feminizme yelken açma imkânı sunar çünkü son derece muhtelif alanlar ve deneyimler tarafından sahiplenilir.
Kesişimsel olarak niteleyebileceğimiz bu kompozisyon nasıl üretilir? Mücadeleler arasındaki bağlardan başlayarak. Ancak farklı mücadeleler arasında inşa edilen ağ ne kendiliğinden ne de doğaldır. Bilakis, feminizmle ilişkili olarak uzun zamandır tersi doğruydu: Feminizm kendi kurumsal ve/veya akademik değişkeniyle idrak edildi, ancak tarihsel olarak halkla birleşme süreçlerinden ayrıldı. Feminizmin halihazırdaki genişleyişini mümkün kılan temel soy hatları vardır. Dördünün izini Arjantin’de sürebiliriz: Plaza de Mayo Anneleri ve Büyükanneleri öncülüğünde 1970’lerden beri sürdürülen insan hakları mücadelesi tarihi; otuz yıldan fazla bir süredir var olan Ulusal Kadın Buluşması;[iii] 20. yüzyılın başındaki sosyal krizlerle yüzleşmeye geldiğinde kadınlaştırılmış bir kahramanı da olan piquetero hareketinin ortaya çıkışı[iv] ve 1970’lerde Homoseksüel Kurtuluş Cephesi’nin mirasından kürtaja özerk erişim için lezbiyen militanlığa ve biyolojik kısıtlamalara karşı bedenlerde ve feminizmin öznelliğinde devrim yaratan trans, travesti, interseks ve transseksüel aktivizmine kadar cinsel muhalif hareketlerin uzun tarihi.
Grev örgütlenmesi ile elde edilen kesişimsellik bu tarihi hatları günceller ve onları halk ekonomisi işçilerinin, göçmenlerin, kooperatif işçilerinin, topraklarını savunan kadınların, güvencesiz çalışanların, yeni cinsel muhalif nesillerin, eve hapsedilmeyi reddeden ev kadınlarının, geniş bir bedensel özerklik mücadelesini içeren kürtaj hakkı için mücadele edenlerin, harekete geçmiş öğrencilerin, agrotoksinlere karşı olan kadınların ve seks işçilerinin somut mücadelelerine dayanan bir kitleler feminizmi haline getirir. Feminist grev örgütsel anlamda ortak bir ufuk yaratır ve bu ufuk pratik bir katalizör görevi görür.
Feminist grevin kitle boyutunun bu çoklu çatışmaları birleştirerek, tarihsel olarak “azınlıkçı” diye tanımlanan pratikler ve mücadelelere dayanarak yeniden tanımlanış şekli güçlüdür. Azınlıkçı ve çoğunlukçu arasındaki karşıtlık böylece yerinden edilir: Azınlıkçı, kitlesel ölçeği ilerlemeyi engellemeyen bir kompozisyon içerisinde radikalleşmenin bir vektörü olarak alır. Bu, neoliberal azınlık tanıma mekanizmasına ve farklılığın pasifize oluşuna meydan okur.
Bu siyasi kesişimsellik çatışma içindeki farklı bölgelerden beslenir ve hem ev içine kapatılmaya meyledilen farklı şiddet biçimlerinin siyasi kavranışı hem de genellikle bireysel olarak deneyimlenen sorunlar için ortak bir etki yaratır. Bu, “diğerleriyle mesafe kuran bir dışsallık seviyesi” anlayışının belirlediği bir dayanışma fikrini karmaşıklaştırır. Kesişimsellik, çatışmalar arasındaki yoğunluk farklarını göz ardı etmeksizin, yakınlık ve ittifak kurma siyasetine öncelik tanır.
4- Feminist hareket ekonomi politiğin yeni bir eleştirisini uygular. Bu, sermayeye değer biçmenin çağdaş koşullarının radikal bir ifşasını içerir ve böylece sömürü kavramını günceller. Bunu genellikle ekonomi olarak anlaşılanı genişleterek yapar.
Özellikle Arjantin’de ekonomi politiğin yeni bir eleştirisini mümkün kılan bir dönüm noktası vardır. Bu, feminist iktisat ile halk iktisadı arasındaki pratik karşılaşmadan doğar. İçinde hem üretimi hem de yeniden üretimi barındıran ağlar olarak halk ekonomileri, feminist grevin hayal gücünü açan mücadelelerin birikimini ifade eder. İşte Arjantin’deki feminist grevin, ücretli emek ile onun “dahil olma” şekillerini sorunsallaştıran bir piquetero şeceresiyle bağlantı kurmasından dolayı, feminist bir bakış açısıyla oluşturulmuş iş haritasındaki çok çeşitli görevleri dağıtmayı, sorunsallaştırmayı ve değerlemeyi başarmasının sebebi budur. Bu, halk ekonomilerinin kökeninde bulunan ve halk feminizmlerinin bir kez daha toparladığı isyancı bir unsur olarak var olan deneyimlerdir.
Feminist grevlerin örgütlenme dinamiği, halk ekonomilerinde iki süreci harekete geçiriyor. Bir tarafta yeniden üretim alanlarını evin ötesinde politikleştirmek, grevlerin değerli hale getirdiği emeğin genişleyişini etraflıca açıklamak için somut bir mekân olarak işlev görür. Diğer tarafta, bu işlere dair feminist bir bakış açısı, bu işleri doğallaştıran ve dolayısıyla onlar üzerinde sömürü ve ekstraksiyon mantıklarının uygulanmasına el veren patriyarkal ve kolonyal yetkileri vurgulamayı mümkün kılar.
Feminist grev, yeniden üretimi ailesel terimlerle ele alan kitabelere karşı çıkmaya dayalı bir okuma başlatarak, sosyal sübvansiyonlarla dayatılan kalıcı ahlaki güçlenmeye meydan okur ve feminist iktisat ile halk iktisadı arasında bunların ikisini birden radikalize eden bir kesişim oluşturur.
Grev aracılığıyla feminist hareket, (girişimci “güçlendirme”den bahseden sözde toplumsal cinsiyet dilinde bile) kurbanları öz girişimcilerle karşı karşıya getiren neoliberal ikilikten kaçan öznellik figürleri (yörüngeler, iş birliği biçimleri, yaşam tarzları vb.) üretir. Feminizmler, bireysel acı çekişe karşı kolektif örgütlenmenin sorumluluğunu alıp sistematik mülksüzleştirme politikalarını ifşa ederek anti-neoliberal bir hal alır.
Mevcut feminist hareket neoliberalizmin kesin bir karakterizasyonunu sunar ve böylece anti-neoliberal siyaset olarak tanımladığımız şeye ufuk açar. Saptadığı, görünürleştirdiği ve harekete geçirdiği çatışma türleri sayesinde piyasa-devlet ikiliğine indirgenmemiş karmaşık bir neoliberalizm kavramı ortaya çıkar. Tam aksine, feminist mücadeleler sermayenin ekstraksiyon mantığı ile bunun devlet politikaları ile katmerlenişi arasındaki bağa işaret ederek, değerin nasıl sömürüldüğünü ve belirli beden-coğrafyalarından nasıl söküldüğünü tespit eder. Buradan doğan feminist iktisat bakışı, işte bu yüzden anti-kapitalisttir.
5- Feminist hareket sokağı ele geçirir ve meclislerde vücut bulur; gücü bölgelerde örüp konjonktürün yorumlamasını yapar; radikal bir anlayışla hak kazanma dinamiğini açıkça dile getiren bir karşı güç üretir. Böylece reform ile devrim arasındaki ikiliği ortadan kaldırır.
Grevle birlikte feminist hareket güvencesizleştirmeye, kemer sıkma politikalarına, işten çıkarmalara ve bunların içerdiği şiddete karşı ortak bir güç inşa eder. Yukarıda grevin neoliberalizm karşıtı karakterini (bir dünya düzeni olarak ticari rasyonelliğe karşı çıkması), sınıf temelli yapısını (yani sömürüyü doğallaştırmaması ve minimize etmemesi), anti-kolonyal ve anti-patriyarkal karakterini (kapitalizmin kadınlara, kadınlaştırılmış ve ırksallaştırılmış bedenlere karşı olan spesifik sömürüsünü ifşa etmesinden ve buna karşı mücadele etmesinden dolayı) vurguladık. Bu dinamik önemlidir: Irk, sınıf ve toplumsal cinsiyet arasında pratik bir kesişimsellik sağlar ve mevcut konjönktürü okumak için başka bir rasyonellik yaratır. Bu, toplumsal protestolarla önceden formüle edilmiş bir hak veya yasal zorlama olmadığını belirten parlamenter tartışmaların ve halkçı feminizmlerin radikalleşmesinin “kota” ve “sektöre” indirgenmesine direndiği anlamına gelir.
Feminist hareketin bu dinamiği iki yönlüdür: Kendi kurumsallığını (özerk ağları) kurar ve aynı zamanda halihazırda var olan kurumsallığı da kendine katarak ilerler. Dolayısıyla günümüzde var olanla ve günümüzde var olanla eş zamanlı hareket eden ancak açık, henüz gerçekleşmemiş bir olasılık olarak, sanallık olarak hareket eden stratejik bir zamansallık yaratır. Feminist hareket, devletten taleplerini ya da devletin ufku dahilindeki mücadelelerini tüketmez ancak bu eylem alanını göz ardı etmese de, devleti kesinlikle şiddetin çözülebileceği yegâne yer olarak görmez. Bu feminizmin mevcut zamanda etki gösteren, şiddetin çözümünü geleceğe ya da nihai hedefe ertelemeyen ütopik boyutudur. Bu ütopik boyut, ne tamamıyla bağımsız konuların ortaya çıkmasını veya mücadelenin ideal koşullarının oluşmasını bekler ne de toplumsal dönüşümün bütününde tek bir alanın varlığına güvenir, bu sebeple mevcut çelişkilerin ortasında çalışmayı da başarır. Bu bağlamda, feminist hareket her bir eylemlilikte var olan kırılma gücüne – la potencia – başvurur ve bu kırılmayı kesin surette evrimsel birikiminin görkemli sonucuyla sınırlamaz.
Bu, feminist aktivizmin mücadelenin ve yaşamın farklı alanlarında devreye giren mevcut bir güce dönüşmesinden dolayı büyüyen kesişimselliğin gücü – la potencia – ile bağlantılıdır. Böylece sözde toplumsal cinsiyet gündeminin “sektörleşmesine” ve politik uygulamalarının çocuksulaştırılmasına karşı çıkar. Başka bir ifadeyle kesişimsellik sadece bir koordinasyon şekli değil aynı zamanda feminizmin belirli taleplerle sınırlanmadan her alana kendi gücünü getirme kapasitesidir. Bunun sürdürülmesi kolay değildir çünkü bu gündelik bir iş olarak kesişimi, görüşmeyi, dönüştürmeyi, tartışmaları genişletmeyi, deneme yanılmayı içerir. Fakat günümüzde en güçlü olan şey kesişimselliğin bir ihtiyaç olarak hissedilmesi, şimdi ve şu anda devrimin zamansallığını konuşmaya başlama arzusudur.
6- Çağdaş feminizm yeni bir enternasyonalizm örüyor. Bu enternasyonalizm mücadeleyi soyutlayan ve mücadeleleri homojen hale getirerek “daha yüksek” bir düzleme taşıyan bir yapı değildir. Aksine her alanda somut bir güç olarak algılanır. Mevcut yörüngelere ve bedenlere dayanan ulusötesi hale getirilmiş bir dinamiği yürütür. Bu nedenle feminist hareketin “potencia”sı, kökü özellikle güney ülkelerinde bulunan ve buradan yükselen küresel istikrarsızlaşmanın koordine edilmiş gücü olarak ifade edilir.
Çağdaş feminizm, farklı coğrafi bölgelerdeki mücadeleleri temel alan bir enternasyonalizmdir. Onu daha karmaşık ve çok sesli yapan şey giderek daha çok bölge ve dil içermesidir. Ulus-devlet yapısına bağlı değildir, bu sebeple de şimdiden “enternasyonalizm” kavramını aşmıştır. Enternasyonalden ziyade ulusötesi ve çok ulusludur. Çünkü diğer coğrafyaları tanır ve ittifak, çatışma ve yakınlaşma haritalarının izini sürer. Çünkü mücadelelerimizi sınırlandırmak isteyen ülkeler arası sınırların radikal bir eleştirisini içerir; çünkü göçmen rotalarına dayanır; çünkü kent, banliyö, campesino, yerli, semt ve yerel halk unsurlarını yeniden bir araya getiren bir bakış açısına eğilim gösterir; böylece birçok parametreyi içine katar.
Feminist ulusötesi beden sınırlamalarına karşı neo-kolonyal ilerlemeye dair de eleştiri içerir. Ekstraktivizmin farklı formlarını ifşa eder ve cinsiyetçi şiddetteki artış ile bu kıtada maquillayı[v] sembolik sahnesi olarak alan emek sömürüsünün çeşitli formları arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarır.
Feminist grev durdurulamaz ulusötesi bir ağ inşa eder çünkü topluma aykırı sermaye birikimini düzenleyen dünya pazarının haritasını çıkarır. Bununla birlikte, bu ulusötesi bağlar sermayenin hizmetindeki büyük kurumların toplantı takvimlerine göre düzenlenmez. Feminist greve dayalı olarak hareket bir taraftan komisyon diğer taraftan koordinasyon formunu benimser ve sınırları parçalayan ve çizgiyi aşan girişimlerin şu anda ve burada gerçekleşen mücadeleleriyle kesişir. Bu, grevin küresel sloganını oluşturan ve böylelikle yeni bir örgütlenme modeli oluşturan bir yaklaşımdır: “Biz durursak, dünya durur.”
İstikrarsızlaşma her evde, ilişkide, bölgede, mecliste, üniversitede, fabrikada, piyasada kendini gösterdiği için küreseldir. Bu bağlamda, bir programa bağlı kalınarak verilen birleştirici ve “tutarlı” mücadeleleri üstten örgütleyen köklü bir enternasyonalist geleneğin tersidir.
Grevin ulusötesi boyutu kolektiviteyi hem kendi kendini eğiten hem de aşina olmadığı deneyimleri kendine eklemleme arzusuna sahip bir araştırma şeklinde oluşturur. Bu, a priori bir prensip ya da soyut bir ihtiyaçtan doğan kolektif bir örgütlenme olmaktan epey farklıdır. Mahallemizdeki, yatak odamızdaki ya da hane içindeki feminizm, sokaklarda ya da yerel buluşmalardaki feminizmden daha az enternasyonal değildir; bu da feminizmin güçlü bir mekânsal politikası olduğunu gösterir. Bu, parçalarına ayrılamamasından, enternasyonalizmi köklü bir politika haline getirme biçiminden ve coğrafi bölgeleri birbirine alışılagelmemiş bir şekilde bağlamasından kaynaklanır.
7- Ulusötesi feminist güce verilen küresel tepki, üçlü bir karşı-saldırı olarak kurulur: askeri, ekonomik ve dini. Bu da neoliberalizmin yönetim biçimini sürdürmek için tutucu politikalara neden ihtiyaç duyduğunu açıklar.
Bölgesel ve küresel bazda gerici olarak gördüğümüz faşizm, uluslararası feminist hareketin uyguladığı güce bir tepkidir. Tüm sosyal ilişkilerde ve alanlarda kılcal damarlar gibi sağlam bir güç oluşturmak için son yıllarda sokakları işgal eden feminist hareket, yeniden üretim ve kadınlaştırılmış emeğin ikincilleştirilmesini, göçmen ekonomilerin gördüğü zulmü, güvencesiz işgücünü disipline etmenin bir yolu olarak cinsel istismarın doğallaştırılmasını, aynı güvencesiz yaşama karşı sığınma alanı olarak görülen heteroseksüel aile normunu, baskılama ve görünmezleştirme alanı olarak ev içine mahkum edilmeyi, kürtajın ve öz beden üzerindeki egemenlik pratiklerinin suç sayılmasını ve toplulukların devletle işbirliği içindeki kurumlar tarafından zehirlenmesini ve mülksüzleştirilmesini sorgulamıştır. Bu sorgulamaların her biri itaat etmenin normalliğini ve bu normalliğin her gün rutin olarak yeniden üretilişini açığa çıkararak sarsar.
Politik bir süreç olarak dokunmuş feminist grev zamansal bir isyan başlattı. Devrimci bir arzu olarak büyüdü. Başkaldırı ve sorgulamanın ivmesiyle dokunulmadık bir alan bırakmadı.
Artık neoliberalizmin gerici muhafazakâr güçlerle ittifak yapması gerekiyor çünkü patriyarkanın sarsılması, sermaye birikimini tehlikeye atıyor. Şöyle açıklayabiliriz: Sermaye, kendini bir itaat ilişkisi olarak yeniden üretmek için sömürgecilik ve patriyarkaya eklemlenme ihtiyacı olduğunun farkındadır. Fabrika ve heteropatriyarkal aile, disiplini artık koruyamadığında ve varoluşsal güvencesizlik çağında birbiriyle bağ kurmayı başarabilen feminist yapılar güvenlik kontrolüne meydan okuduğunda, karşı saldırı yoğunlaşır. Ve biz neoliberalizm ve muhafazakarlığın normalleşme amacında neden aynı stratejik hedefleri paylaştığını çok net bir şekilde görüyoruz.
Feminist hareket toplumun yeniden üretim krizini hem uygarlaşma krizi hem de toplumun patriyarkal yapısının krizi olarak yeni ve radikal bir şekilde politikleştirdiğinden beri, buna karşı koyabilmeyi amaçlayan faşist kanat krizi yönetmek için itaat ekonomilerini öne sürüyor. İster köktendincilik ister yeni iç düşmanların paranoyakça inşası olsun tanık olduğumuz şey, sınırları aşan bir feminizme dayanan dengeleri bozma gücünü terörize etme girişimleridir.
8- Bugün feminist hareket kapitalizmin en soyut şekliyle karşı karşıya: çatışmayı imkânsız kılıyor gibi görünen bir tahakküm biçimi olarak finansal sermaye. Feminist hareket, yaşamanın kendisinin borç “ürettiği” zaman meydana gelen yaşamın finansallaşmasıyla yüzleşerek yeni sömürü biçimlerine ve değer ekstraksiyonuna karşı bir tartışma başlatır.
Borç, emek gücümüzün üretkenliğinin, yaşamsal gücümüzün – potenciamızın – ve yeniden üretim faaliyetlerimizin politikleştirilmesinin (değer biçilmesinin) “tersten” imgesi olarak ortaya çıkar. Feminist grev “Yaşamak, özgür ve borçsuz olmak istiyoruz!” diye haykırarak, finansı bir çatışma olarak ve dolayısıyla özerklik savunumuzda görünür kılar. Kadınlaştırılmış halk ekonomilerinde ve ev içi ekonomilerde kök salmış kitlesel borçluluğu, feminizmin her şeyi sarstığı pek çok bölgede günlük bir “karşı-devrim”, bir operasyon olarak anlamak gerekir.
Feminist hareket finansı genel yoksulluğa karşı bir mücadele alanı olarak düşünerek, ekonomik şiddet ve bedenlerin ve coğrafyaların sömürüsü için üretilen soyut formüller ile ilgili bir karşı-pedagojiyi hayata geçirir.
Mücadelemize finansal boyutunu eklemek, borç akışlarını haritalandırmamıza ve sömürünün dinamik, çok yönlü ve açıkça “görünmez” formlarını saptamamıza izin verir. Borcun iç ekonomilerden, ücretlendirilmemiş ekonomilerden ve tarihsel bağlamda üretken olarak değerlendirilmeyen ekonomilerin değer ekstraksiyonunu anlamak, yeniden üretimin sömürülmesinde gerçek mekanizmaların finansal aygıtlar olduğunu görmemizi sağlar. Ayrıca borçları yasadışı para akışlarını aklamak için ayrıcalıklı bir araç olarak anlamamıza ve böylelikle legal ve illegal ekonomiler arasındaki bağlantıyı ve bölgelere yönelen doğrudan şiddet araçlarındaki artışı kavramamıza olanak tanır. Borç tam olarak, kaynaklara erişimi apolitikleştirmek için hayır kurumu içinde kullanılan sermayenin en çok yoğunlaştığı sektörlerin hizmetinde bir “itaat ekonomisi” arar.
Bütün bunlar bize, bir kez daha, kadınlaştırılmış bedenleri yeni fetih bölgeleri olarak gören çoklu şiddet biçimlerini yorumlamak için daha geniş ve daha karmaşık olanaklar sunuyor. Borç çarkına feminist bir müdahale zorunludur; heteropatriyarkal ahlakçılık ve hayati güçlerimizin sömürüsü tarafından korunan suçluluk mekanizmasına karşı hareket eden bir müdahale.
Çeviri: Şahika Hancı ve Sezen Yılmaz
10 Eylül 2019 tarihinde Toward Freedom adlı sitede yayınlanan bu metin Verónica Gago’nun 2020’de Verso Books tarafından İngilizce basılacak olan Feminist Devrim (La Potencia Feminista) kitabından alınmıştır.
#NiUnaMenos üyesi olan Verónica Gago, Colectivo Situaciones’ın kurucularından ve San Martin Ulusal Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. Aşağıdan Neoliberalizm: Popüler Edimbilgisi ve Barok Ekonomiler (Tinta Limón, 2014; Duke University Press, 2017) kitabının yazarıdır.
Metni İspanyolcadan İngilizceye çeviren Buenos Aires’li bağımsız araştırmacı, çevirmen ve feminist aktivist Liz Mason-Deese Viewpoint Magazine’in editöryal ekibinde yer almaktadır.
[i] Türkçeye “çıkarma”, “ayrıştırma” olarak da çevrilebilecek esktraksiyon metinde ve literatürde ücretlendirilmemiş emeğin ve doğal kaynakların oluşturduğu değerin sömürüsüne işaret ediyor (ç.n.).
[ii] Orta ve Güney Amerika’da çiftçi (ç.n.).
[iii] National Women’s Gathering; artık “Çokuluslu Kadın, Lezbiyen, Trans Bireyler ve Travestiler Buluşması” (Plurinational Gathering of Women, Lesbians, Trans Persons, and Travestis) olarak yapılıyor.
[iv] Piquetero İspanyolcada “yol kesen” anlamına gelmektedir. Arjantin’deki piquetero hareketi İşsiz İşçiler Hareketi olarak nitelendirilebilir (ç.n.).
[v] Özellikle Meksika’da serbest ticaret bölgesinde yapılan, çoğunlukla güvencesiz kadın emeğine dayalı imalat biçimi (ç.n.).