Nasıl Yeşil Ekonomi, ekolojik sürdürülebilirliğin refah için ön koşul olduğuna vurgu yapıyorsa, Mor Ekonomi de bakım emeğinin bireysel ve toplumsal refah için önemine dikkat çekiyor.

 

“Mor Ekonomi” fikrini ilk olarak 2009’da Heinrich Böell Derneği tarafından İstanbul’da düzenlenen Yeşil Ekonomi Konferansı’nda öne sürmüştüm. Bilgi Üniversitesi’nin Tarlabaşı kampüsünde yapılan konferansa toplumsal cinsiyet bakış açısından bir Yeşil Ekonomi değerlendirmesi yapmak için davet edilmiştim. Son konuşmacı olarak sahneye çıktığımda, salondaki katılımcıların yorgunluğu hissediliyordu. Bir yandan bu tip toplantılarda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun sona bırakılmasına içerlerken, öte yandan konunun bir şekilde programda yer alması bile hiç yoktan iyidir diye kendime telkin yapıyordum. Salona baktım, dinleyicileri koltuklarında doğrultacak bir başlangıç yapmalıyım diye düşündüm, ve o anda ağzımdan çıktı: “Sürdürülebilir kalkınma için sadece Yeşil Ekonomi yetmez, biraz da Mor Ekonomi gerekir; şimdi biraz da Mor Ekonomiden bahsedelim.” Salonda bir dalgalanma oldu, işe yaramıştı. Kadın hareketinin sembolik renginden ve “Yeşil Ekonomi” fikrinden ilham alarak ortaya attığım “Mor Ekonomi”yi, toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir ekonomi tasviri olarak kullanmıştım. Ancak bu ilk çıkış dikkatleri yakalamaya yönelik bir slogandı sadece. “Mor Ekonomi”nin tam olarak nasıl bir ekonomik düzen tasviri içerdiği, buna ulaşmak için nasıl müdahaleler gerektiği ise takip eden yıllarda uzun soluklu bir süreç içerisinde belirginleşmeye başlayacaktı.

2009’daki Yeşil Ekonomi konferansında, “Sürdürülebilirlik için tek Yeşil yetmez Mor Ekonomi de gerekir” sloganını takip eden konuşmamdaki temel vurgu noktası, o sıralarda üzerine çalıştığım “bakım ekonomisi” ve “iş-yaşam dengesi” konusuydu. 2008’de Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği ile emek piyasasında toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve iş-yaşam dengesi politikaları üzerine, Türkiye dahil yedi OECD ülkesini içeren bir araştırma projesine başlamıştık. İş-yaşam dengesi meselesi henüz Türkiye’de gündemde olmayan bir kavramdı. Hatta nasıl Türkçeleştireceğimiz üzerine uzun tartışmalar yapmıştık; iş ve aile yaşamı uzlaştırması mı denmeli, iş ve aile yaşamı dengesi mi; yoksa sadece iş-yaşam uzlaştırması ya da dengesi? 2011’de araştırmamızı tamamlayarak bu konudaki ilk Türkçe yayın olarak sunduğumuzda, temel bulgumuz şuydu: Türkiye OECD ülkeleri içerisinde en zayıf iş-yaşam dengesi ortamına sahip ülke. Çalışma saatleri en uzun, ücretler en düşük, kayıt dışı çalışma en yaygın, yasal bakım izni hakkına ulaşım en kısıtlı, olduğu kadarıyla mevcut bakım izinleri sadece kadınlara (o da kayıtlı çalışan kadınlara) yönelik, kamu tarafından sağlanan sosyal bakım hizmetleri—çocuk bakımı başta olmak üzere—çok kısıtlı. Böylesine bir ortamda iş-yaşam dengesini sağlamak ancak yüksek ücretli, kayıtlı çalışanlar için mümkün. Haliyle üniversite mezunu olmayan pek çok kadın için, evlilik ve çocuk ile birlikte emek piyasasından çekilmek, tam zamanlı ev kadını rolünde evdeki işleri üstlenmek tek seçenek. Emek piyasasında bir şekilde devam edilecekse, ancak evdeki ücretsiz bakım işleriyle, işyerindeki ücretli işleri eşzamanlı yürütmeye olanak verecek kısıtlı sayıdaki iş dalında, kısmi zamanlı ve esnek çalışarak mümkün. Sonuç, Türkiye OECD içerisinde kadın-erkek istihdam farkının en yüksek olduğu ülke. Piyasadaki bu eşitsizliğin doğrudan ev içerisindeki yansıması olarak, kadın-erkek ücretsiz ev içi çalışma saatleri açısından da açık ara farkla en eşitsiz ülkeyiz.

Özellikle de lise ve altı eğitimli nüfusta hem istihdam hem de ücretsiz çalışmadaki cinsiyet uçurumları çok daha derin. Bu da sorunun toplumsal cinsiyet ötesinde sosyoekonomik sınıf eşitsizlikleri ile kesişen doğasına işaret ediyor. Ayrıca düşük sosyoekonomik sınıftan kadınların kırsaldan kentsele, ve ülkelerarası güneyden kuzeye bakım emeği için göç etmeleri de yaygın. Düşük sosyoekonomik statülü, kırsal ya da gelişmekte olan ülkelerden gelen göçmen kadınlar, satın alma gücüne sahip yüksek sosyoekonomik statülü, kentsel, gelişmiş kuzey ülkelerindeki hanelerde bakım işlerini üstleniyorlar. Bakım ekonomisi toplumsal cinsiyetin ötesinde sınıf ve orijine dayalı çok katmanlı eşitsizlikleri barındırıyor.

Bakım ekonomisi ile emek piyasasındaki eşitsizliklerin arasındaki ilişkiyi “buzdağı benzetmesi” ile tanımlamak mümkün. Buzdağının ucu, tepesi su üzerinde görünür, ama gerçek dağ suyun altında yatar. Emek piyasasında gözlemlediğimiz toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri (işgücüne katılımdaki cinsiyet uçurumu, ücretlerdeki cinsiyet uçurumu, iş/mesleklerdeki cinsiyet ayrıştırması, cam tavan olgusu, yönetici/karar verici pozisyonlarda kadın temsilinin yok denecek kadar az olması, vs.) buzdağının gözle görülür tepesi. Ev içindeki emek yoğun, zaman yoğum bakım ekonomisi, bakım işleri ve bunun kadınlar ve erkekler arasında hiç de eşit olmayan dağılımı, buzdağının su altındaki görünmez tarafı. Suyun altında kalan devasa dağı (yani bakım ekonomisindeki büyük eşitsizlikleri) görmezden gelip, bunun sonucu olan piyasadaki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini çözmek mümkün değil.

Yani genelde alışageldiğimiz kadın istihdamı politikaları, örneğin kadınları işe alımda işverene vergi indirimi, kadınlar için meslek eğitim programları, mikro kredi veya girişimcilik destekleri, vb. müdahaleler ancak kısıtlı ve geçici etki yaratacak. Bakım ekonomisindeki eşitsizlikleri gidermeden piyasa ekonomisindeki eşitsizlikleri kökünden gidermek mümkün olmayacak. Bunun için de kadınların üzerindeki ücretsiz bakım emeği yükünün kısmen kamusal alanda sağlanan sosyal bakım hizmetleri aracılığı ile ücretli emeğe dönüşmesini, kısmen de ev içinde erkeklerin ücretsiz emeğine transfer edilmesini destekleyen politikalar gerek. Sosyal bakım hizmetleri; kreşler ve anaokullarından, yaşlılar ve engelliler için gündüzlü hizmetler veren aktif yaşam merkezlerine, yatağa bağımlı yaşlı ve hastalar için evde ya da kurumsal yatılı bakım hizmetlerine kadar uzanan geniş bir spektrumu içeriyor. Bu hizmetler kaliteli ve erişilebilir olduğu sürece ev içerisindeki bakım işleri yükünü kısmen kamusal alana kaydırmak mümkün hale geliyor. Kısmen diyorum, zira bakım ilişkisi tanımı gereği önemli ölçüde hane içinde, karşılıksız emek olarak kalmaya meyilli. Tersini düşünsek, örneğin çocukların 7×24 kreşte bakıldığı bir toplum nasıl olurdu? Teknik olarak mümkün, ama arzuladığımız böyle bir toplum değil.

Ayrıca bakım emeği sadece çocuklar, yaşlılar, engelliler ya da hastalar değil, aynı zamanda sağlıklı yetişkinler için de gerekli. Emek piyasasında sabah 8 akşam 6 çalışan bir işçi, eve geldiğinde önüne konulan besleyici bir yemeğe, temiz bir yatağa, elbiselere ve eve muhtaç. Bunlar sağlandığı sürece ertesi günü kendini yenilemiş ve sağlıklı bir yetişkin olarak işyerine dönüp piyasa için üretken olmaya devam edebiliyor. Çok sevdiğim İtalyan feminist iktisatçı arkadaşım Antonella Picchio bir keresinde şöyle demişti: “Feministler bakım emeği deyince hep çocuklardan (ya da şimdilerde giderek artan şekilde yaşlı bakımından) bahsediyor. Oysa ev işi yapmayan yetişkin bir erkek de neredeyse bir çocuk kadar hatta yerine göre daha da fazla bakım emeğine mal olmuyor mu?”

O zaman bakım emeğinin yadsınamayacak bir kısmı ev içerisinde ve ücretsiz icra edilecek. Bunun kadın-erkek arasında eşit paylaşılması ise sosyal bakım hizmetlerinin ötesinde, emek piyasası regülasyonuna yönelik müdahaleler gerektiriyor: En başta annelik izni ile eşit babalık izni; çocuk bakımı ötesinde hasta/yaşlı aile üyelerinin bakımı için erkekler ve kadınlara eşit koşullar ve teşviklerle bakım izni hakları. Mevcut durumda, Türkiye’de yeni bebek sahibi olan bir erkek, çocuğuna kendisi bakmak istese bile, kanun 10 günün ötesinde ücretli izin hakkı tanımıyor. Ebeveyn izni düzenlemesi yakın zamanda getirildi; ancak bu da büyük ölçüde ücretsiz, yani bakım için izne ayrılan erkek eve getirdiği gelirden vazgeçmek zorunda.

İkinci sırada, erkek-kadın tüm çalışanlar için iş-yaşam dengesine olanak veren tam zamanlı mesai saatleri. Fransa’da yasal tam zamanlı mesai 35 saatken, Türkiye’de 45 saat. Haftada 10 saatlik dehşet bir fark. De facto çalışma saatlerine baktığımızda ise fark daha da fazla, Türkiye’de ortalama 50 saat; bekar kadınlar ve erkeklerin çoğu 55 saat üstünde çalışıyor. Yani Türkiye işgücü piyasasında tam zamanlı çalışan bir işgörenin, bırakın bir çocuk ya da yaşlıya/hastaya bakım desteği vermesini, kendine bakacak zamanı bile yok.

Bunun ötesinde ücretlerdeki toplumsal cinsiyet uçurumunun kapatılması da bir o kadar önemli. Zira erkek daha yüksek ücret kazandığı sürece, evdeki bakım işlerini yapmak için kadının ücretli işten vazgeçmesi, ya da ücretsiz bakım iznini kullanması daha makul seçenek oluyor. Yani olay bir zihniyet meselesinden ziyade maddi koşullarla ilgili; bebeğe bakacak, evi çekip çevirecek birileri gerek, aynı zamanda evin kirasını ve faturaları ödemek için de düzenli gelire ihtiyaç var, elimizde de bir kadın bir de erkek var. Soru, işbölümü nasıl olacak?

Diyelim ki öyle bir çift ki bu, zihniyet açısından ikisi de eşitliğe sonsuz inanıyor, ve tam anlamıyla sorumlulukları ve fırsatları eşit paylaştıkları bir ilişki istiyorlar. Ancak karşılarında somut maddi koşullar var. Ücretli dört aylık annelik iznine karşın, 10 günlük babalık izni (bu da sadece her ikisi de sigortalı çalışıyorsa). Ücretli izni takiben verilen ücretsiz ebeveyn iznini teoride eşit paylaşabilirler. Ancak mevcut koşullarda erkeğin ücretinin kadınınkinden yüksek olma olasılığı çok güçlü. Haneye giren geliri mümkün olan en üst düzeyde tutmaya çalışıyorlarsa, kadının ücretsiz izin hakkını kullanması hanenin geçimi açısından daha makul. Ücretsiz ebeveyn izninin bitiminde, hâlâ küçük olan çocuk için bir bakım desteği ihtiyacı var. Şanslılarsa yakın civarda yaşayan bir anneanne/babaanne imdada yetişiyor. Yoksa kreşe göndermek gerek. Kadının ücreti ile zar zor kreş maliyetini karşılasalar bile, tam zamanlı işyeri mesai saatleri, kreş saatlerinden daha uzun. Ya kadın kısmi zamanlı çalışacak, ya da kreşin yanı sıra kısmi zamanlı bir destek bulacaklar. Bu da maliyeti artırıyor; ayrıca çocuk bu ya—hastalandığında kreşe bırakamazsın, kim bakacak? Hastalık olmasa da, ev işlerinin üstüne bir de çocuk bakımı geldiğinde ev içindeki iş yükü artıyor. Çocuğa bir de kardeş lazım. Eşitlikçi zihniyette olan bu çift şapkaları önüne koyup düşünüyorlar; aile kurmak, bunu sağlıklı yürütmek için içlerinden birinin işten ayrılması herkesin iyiliğine. Hepsinin iyiliği için, işten ayrılan eve daha düşük geliri getiren olmalı.

Peki, ücret uçurumu nasıl kapanacak? Kısmen eş değerdeki işe eşit ücret, istihdam ve atamalarda kota, vb. müdahaleler ile. Ama bu müdahaleler, büyük ölçüde bu eşitsizliğin kaynağı olan çalışma saatleri, iş seçimleri/biçimlerinde cinsiyet farklılıkları ortadan kalkınca anlamlı olacak. Kadınların ve erkeklerin çalışma saatleri, işe ve aileye ayırabildikleri zaman, enerji ve öncelikleri birbirleriyle benzeşmeye başladığında; buna paralel olarak iş alanı seçimleri, kariyerde ilerleme heves ve fırsatları, iş deneyimi yılları ve işyerinde kıdem yılları arasındaki fark kapandığında; işverenlerin “Sonuçta kadındır, önceliği ailedir, zaten yakında hamile kalır, ayrılır,” ya da “Erkektir, önceliği kayıtsız şartsız işte ilerlemek ve daha çok kazanmaktır (nasıl olsa arkasında çocuklara bakan, evi çekip çeviren karısı vardır),” şeklindeki stereotipleri için dayanak kalmadığında. Bu nasıl olacak? En başta bakım ekonomisine eşitlikçi müdahaleler, bakımın insani olduğu ölçüde sosyalleştirilmesi, özel alanda erkek-kadın arasında eşit paylaşımı ile. En başa geri döndük. Evet bu, bakım ekonomisinden piyasa ekonomisine, piyasa ekonomisinden bakım ekonomisine toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini doğuran döngüsel bir süreç zaten. Mor Ekonomi vizyonu bu döngüselliği kırmayı hedefleyen kapsamlı bir politikalar bütünü içeriyor: Evrensel (herkes için erişilebilir) kaliteli sosyal bakım hizmetlerinin sağlanması ve eş zamanlı olarak emek piyasasının iş-yaşam dengesi ve cinsiyet eşitliği için sıkı regülasyonu.

2013 başında Alman Çevre Bakanlığı ve bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olan Life e.V. tarafından Berlin’de düzenlenen “Yeşil Ekonomi, Yeşil Büyüme ve Bakım Ekonomisi” başlıklı bir toplantıya davet edildim. “Mor Ekonomi” fikrini duymuşlardı, bunu sunmamı istiyorlardı. İlk olarak 2009’da toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir ekonomi sloganı olarak ortaya attığım “Mor Ekonomi”nin nasıl bir düzen vizyonu içerdiği de artık—yukarıda açıkladığım minvalde—daha netleşmişti. Ama bunun ötesinde Yeşil Ekonomi ile bağlantısı neydi? Yani her iki ekonomik düzen vizyonunun da bir renk ile ilişkilendirilerek sloganlaştırılmasının ötesinde kesişimler nelerdi?

Yeşil Ekonomi ilk olarak 1980’lerde çevre krizine karşı geliştirilmiş bir yanıt. Kâr odaklı piyasa mekanizması, doğal kaynakları büyük ölçüde ücretsiz, üretim girdisi olarak kullanıyor; bu kaynakların kendini yenileme maliyetini karşılamıyor çünkü üretici ve tüketicileri buna mecbur kılan düzenlemeler yok. Bu da uzun vadede doğal kaynakların kâr amacı ile aşırı kullanımına ve ekolojik krize yol açıyor. Yeşil Ekonomi, doğanın bahşettiği kaynakların korunmasını kâr amacının önüne koyan ve piyasa ekonomisinin çevre ile uyumlu sıkı regülasyonunu öngören bir ekonomik sistem için çağrıyı içeriyor.

Bu çerçevede Yeşil Ekonomi ile Mor Ekonomi arasında önemli paralellikler var. Piyasa ekonomisi doğanın bahşettiği kaynakların yanı sıra, insan emeğini de üretimin vazgeçilmez girdisi olarak kullanıyor. Doğanın kendini yenileme maliyetini karşılamadığı gibi, emeğin yeniden üretim maliyetini de tam olarak karşılamıyor. Bu maliyetin önemli bir kısmını kadınların ücretsiz emeğine yüklüyor. Ücretsiz bakım ekonomisinden beslenirken bunu politika alanı dışında bırakıyor. Bu da uzun vadede, kimi feminist iktisatçıların “bakım krizi” olarak adlandırdığı yeni bir sistemik tehlikeyi barındırmakta. Bakım krizi, giderek zorlaşan rekabetçi piyasa koşulları ve piyasa ekonomilerinin tetiklediği bireyselci, tüketici ideoloji ile, toplumun karşılıksız bakım emeğini sağlama istek ve yeteneğinin aşınması tehlikesine işaret ediyor. Nasıl Yeşil Ekonomi, ekolojik sürdürülebilirliğin refah için ön koşul olduğuna vurgu yapıyorsa, Mor Ekonomi de bakım emeğinin bireysel ve toplumsal refah için önemine dikkat çekiyor. İnsanın (emeğin) insani koşullarda yeniden üretimini piyasanın kâr mekanizmasının önüne koyuyor. Buna ilişkin maliyetlerin sisteme içselleştirilmesi, kadınlar ve erkekler tarafından eşit paylaşılması için piyasa ekonomisinin sıkı regülasyonunu öngören ekonomik sistem için bir çağrı içeriyor.

Yeşil Ekonomi olgusu, 2008 ekonomik krizini takiben “yeşil işler”, “yeşil yatırımlar”, “yeşil teşvik paketleri”, “yeşil büyüme” ile çevre krizinin yanı sıra ekonomik krize ve işsizliğe de eş zamanlı çözüm içeren bir vizyonu içerecek şekilde geliştirildi. Mor Ekonomi ise bir yandan sürdürülebilirlik açısından Yeşil Ekonomiyi tamamlarken, öte yandan ekonomik krize de “mor işler”, “mor yatırımlar”, “mor teşvik paketleri” ve “mor büyüme” ile çözüm öneriyor. Yakın zamanda yapılan feminist araştırmalar, sosyal bakım hizmetleri sektörüne yapılacak mor yatırımların dünya çapında yüz milyonlarca kadın ve erkek için ek iş yaratma potansiyeli olduğuna; mor büyüme politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklerken, bir yandan da işsizliği, yoksulluğu, sınıfsal eşitsizlikleri azaltacağına; verimliliği ve kapsayıcı, kaliteli büyümeyi artıracağına dikkat çekiyor. Mor ve Yeşil Ekonomi, sürdürülebilir büyüme ve kalkınma için, birbirlerini tamamlayıcı yeni ekonomik düzen çağrıları içeriyor; çoklu ekonomik, sosyal, ekolojik sorunlara uygulanabilir çözümler öneriyorlar. Yeter ki siyasi ve toplumsal irade olsun.

 

Kaynakça

İlkkaracan, İ. (2018). Promoting Women’s Empowerment: Recognizing and Investing in the Care Economy. Policy paper. New York: UN Women.

İlkkaracan, İ. (2017). “A Feminist Alternative to Austerity: The Purple Economy as a Gender-egalitarian Strategy for Employment Generation,” H. Bargawi, G. Cozzi ve S. Himmelweit (derl.) Economics and Austerity in Europe: Gendered Impacts and Sustainable Alternatives içinde, London: Routledge.

İlkkaracan, İ. (2013). “The Purple Economy: A Call for a New Economic Order beyond the Green Economy”, U. Röhr ve C. Van Heemstra (derl.) Sustainable Economy and Green Growth: Who Cares? içinde, Berlin: Life e.V.

İlkkaracan, İ. (2011). “The Crisis of Care: Another Limit to Sustainable Growth in Market Economies”, A. Tonak (derl.) IMF and the World Bank: A Critical Debate içinde. İstanbul: Bilgi University.

İlkkaracan, İ., Kim, K. (2018). The Employment Generation Impact of Meeting SDG Targets in Early Childhood Care, Education, Health and Long-Term Care in 45 Countries. Background Paper for ILO Report on “Care Jobs and the Care Economy”, Geneva: ILO.

İlkkaracan, İ., Kim, K., Kaya, T. (2015). The Impact of Investments in Social Care Services on Employment, Gender Equality and Poverty: The Case of Turkey. Istanbul and New York: İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları Merkezi ve Levy Economics Institute.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.