Kadınlar ve erkeklerin farklı anlatıları, bölgedeki işgücünün cinsiyetlendirilmiş yapısını ve çokça dillendirilen cefakâr ve çalışkan Karadeniz kadını söyleminin ne denli üstten bir bakış açısını sergilediğini fark etmemizi sağladı.

Bugünlerde tükettiğimiz mal ve hizmetlerin nereden geldiğini, kimler tarafından ne şekilde üretildiğini düşünmek farkındalığımızı arttırıp anda kalma furyasının önermelerinden biri haline geldi. Oysaki politik iktisatçılar uzunca zamandır bir metanın üretiminden tüketimine kadar geçtiği süreçleri bir zincirin halkaları gibi ele almanın meta üretimdeki bölüşüm ilişkilerini açığa çıkarmak için ne denli elzem olduğundan bahsetmekte. Bunu bu yazının temel konusu olan çay üzerinden ele alacak olursak; çayın üretimi söz konusu olduğunda ilk akla gelen çoğu zaman çay reklamlarında görülen egzotik coğrafyalarda çay bahçelerinin uzandığı yeşil yamaçlar ve o yamaçlarda çay toplayan yerel elbiseleri içerisindeki kadınlardır. Bu imgelem esasında çay toplayan kadın işçilerin zorlu çalışma koşullarının görünürlüğünün üzerini örter. O zorlu çalışma koşullarına rağmen çayın üretim zinciri boyunca toplanması, işlenmesi, taşınması, paketlenmesi ve pazarlanması gibi farklı aşamalardaki bölüşüm ilişkilerinden en düşük payı çayı toplayan kadınlar alır. Bunun temel sebebi kapitalist üretim tarzının yapısı gereği üretim sürecindeki toplumsal ilişkileri piyasa aracılığıyla görünmez kılmasıdır. Çay söz konusu olduğunda görünür olan şey, dolaşım alanında yani market rafında gördüğümüz ve üretim sürecine dair neredeyse hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bir paket çaydır. Bu yazının amacı işte o market rafında gördüğümüz bir paket çayın üretiminde esas yükü omuzlayan kadınların emeğini görünür kılmak ve bir metanın coğrafyanın kaderini nasıl dönüştürdüğüne ışık tutmaktır. Bunu yaparken bir yandan da artık bir geçim kaynağı olma özelliğini yitirmiş olsa da çay üretiminde cinsiyetçi iş bölümünün nasıl derinleşerek yeniden üretilmekte olduğunu göstermek istiyoruz.

Üzerine şiirler yazılan, nice özlü sözler söylenen, gündelik hayatımızın ve dost sohbetlerimizin ayrılmaz bir parçası gibi hissettiğimiz çayın, Türkiye toplumuyla tanıştırılması esasında oldukça özgün koşulların ürünü. Yani Çin’de 3000 yıl öncesinde çayın ilk nasıl keşfedildiğine dair o meşhur söylencede dile getirildiği gibi ağacın altında oturan bir adamın bardağına bir çay yaprağı düşmesiyle uykusunun açılması gibi bir durum Türkiye gibi bir coğrafyada zaten söz konusu olamazdı. Çünkü çay, Türkiye’de başka tarım ürünlerinin yetişmesi için koşulların son derece çetin olduğu bir coğrafyaya devlet eliyle tanıtıldı. Böylelikle Kaçkar Dağları’nın siper oluşturmasıyla meydana gelen ılıman ve bol yağışlı iklimden, Gürcistan’dan getirilen çay fidelerinin yetiştirilmesi için faydalanıldı. Burada temel motivasyon dağlık bir arazide geçimini sağlamakta zorlanan köylüye çay metası üzerinden tarımsal ve sınai bir geçim kaynağı sağlayarak göçün önlenmesiydi. Bu amaçla Cumhuriyet’in kurulmasından üç ay sonra çayla ilgili bir kanun çıkarıldı. Fakat bölge halklarının çay üretmeyi benimsemesi ve Doğu Karadeniz’in iktisadi ve toplumsal yapısının çay ile şekillenmeye başlaması ancak 1950’li yıllarda mümkün oldu.

Sınai bir girdi olan çayın bölge ile tanıştırılmasıyla toplumsal ilişkiler radikal bir şekilde dönüşürken, bu ilişkilerin çekirdeğinde yer alan cinsiyetçi iş bölümü de yeniden yapılandı ve fakat içinde barındırdığı eşitsizlik unsurlarını da yeniden üretti. Bu dönüşümü anlamak için öncelikle çay bölgeye gelmeden önce ataerkil ilişkiler zemininde kadın ve erkeklerin gündelik hayatta ne yaptıklarına bir bakalım. Çay tarımı başlamadan önce Doğu Karadeniz’de kadınlar genellikle gelin gittikleri evdeki tüm ev içi işi üstlenmenin yanı sıra bölgede sınırlı olarak yetişen fasulye, lahana ve mısır gibi ürünlerin tarımından ve hayvancılıktan sorumlu olmuştu. Erkekler o dönemlerde genelde gemi ve inşaat işlerinde çalışmak üzere gurbete gitmişti. Erkeklerin gurbette olması nedeniyle zorlu doğa koşullarında tüm ev içi ve ev dışı işleri kadınların üstlenmek zorunda kalması bugün artık toplumda iyice yerleşmiş olan “güçlü ve cefakâr Karadeniz kadını” şeklindeki kalıp yargının şekillenmesinde önemli rol oynadı.

1940’lı yıllardan itibaren çay üretiminin devlet eliyle teşvik edilmesi, erkeklerin halen gurbette olduğu Rize ve çevresinde çay tarımını da kadınların üstlenmesine neden oldu. Sınai bir girdi olan çayın yeni istihdam olanakları yaratmasıyla birlikte memleketlerine geri dönen erkekler bu kez bu işi onlardan önce öğrenmiş olan kadınlar gibi çay toplayamadıkları bahanesiyle çay toplama işi ile çoğu zaman ilgilenmediler. Böylelikle çayın bölgeye gelişinden itibaren çay toplamak bir “kadın işi” olarak tariflendi. Çay bölgedeki ataerkil ilişkilerin şekillenmesinde öyle etkili oldu ki, örneğin çay sepetinin dolup boşalması kadınların üreme işlevleriyle özdeşleştirildi, erkekler sepet taşımaktan çoğu zaman kaçındılar.[1] Erkeklerin çay sektörüne dahil olmaları daha çok çayın işlendiği fabrikalarda işçi olarak işe girmek ya da ÇAYKUR’da memur olmak üzerinden gerçekleşti.

Sonuç olarak çayın bölgeyle tanıştırılmasından sonra kadın ve erkek işi arasındaki ayrımlar derinleşti. Çay fabrikalarında çalışmanın yanı sıra erkekler balıkçılık, denizcilik, esnaflık ve şoförlük gibi yörede yaygın olan ve hanenin dışında icra edilen meslekleri sahiplendiler.  Hayvancılıkta ise süt sağım işi kadınlara, hayvanın kesimi ise erkeklere ait oldu. Bu durum esasında tarihsel olarak sütün saflık ve annelikle, kanın ise şiddet, güç ve erkeklikle özdeşleştirilmesiyle yakından ilgili.[2] İş bölümü işlerin “niteliğine” göre de farklılaştı. Üretilen az miktarda sebze ve meyvenin ilçe veya köy pazarında satışından kadınlar, hayvan satımından ise erkekler sorumlu oldu. Bugün hala Rize merkezde bile az sayıda kadının bahçesinde yetiştirdiği kara lahana, mısır, mandalina gibi tarımsal ve süt ile tereyağ gibi hayvansal ürünleri önlerine serdikleri bir muşamba üzerinde sattıklarını görürsünüz. Bu gibi az miktardaki ürünün satışını kadınların yapması esasında bahçede yetişen ya da köydeki bir iki hayvandan elde edilen ürünleri satmanın ticaret gibi “ciddi” bir iş olarak değil, “niteliksiz” bir iş olarak algılanmasıyla yakından ilgili. Kadınlar çay, odun ve ot “yaparlar” erkeklerse fabrikada “çalışır”.[3]

Yazının bundan sonraki kısmında paylaşacaklarımız 2018 yazında Rize’nin sekiz ilçesinde yaptığımız bir saha araştırmasından edindiğimiz gözlemlere dayanıyor.[4] O araştırmadaki temel amaçlarımızdan biri çayın diğer tarım ürünlerinden nasıl farklılaştığını anlamaktı. Bunu anlamak üzere çay tarımına dair katılımcılara sorduğumuz soruların kadınlar ve erkekler tarafından farklı şekillerde yanıtlanması bizim de dikkatimizi çay toplama işine dair kadın ve erkek söylemindeki zıtlığa çekti. Erkek katılımcılar sıklıkla çay tarımının oldukça kolay olduğunu dile getirdi. Birkaç kez karşılaştığımız erkeklere ait söylemlerden biri çayın “aptal” bir bitki olduğu, mesela Anadolu’da yetişen buğdaya göre çok az emek gerektirdiği, gübrelenip budandıktan sonra her sene ürün verdiğiydi. Çay tarımına dair kadınların görüşünü sorduğumuzda ise hemen hemen hepsi istisnasız bir şekilde sabahın erken saatlerinden başlayarak çoğu zaman yamaç arazilerde çay toplamanın son derece meşakkatli ve emek isteyen bir iş olduğundan bahsetti. Bu farklı anlatılar, bölgedeki işgücünün cinsiyetlendirilmiş yapısını ve çokça dillendirilen cefakâr ve çalışkan Karadeniz kadını söyleminin ne denli üstten bir bakış açısını sergilediğini de fark etmemizi sağladı. Kadınlar kimi zaman bu kalıplaşmış söylemleri benimsese de çoğu zaman emeklerinin görünmüyor olmasından şikayet etmekte ve yaptıkları işin zorluğunun fark edilmesini istemekteydi.

Farklı kuşaklardan kadınlar arasında da bir söylem farklılığı vardı. Yetmiş yaş üstü kadınlar yani çaydan önce de tarım yapanlar ve çayı elle toplamış olanlar eskiden her şeyin çok zor olduğundan şimdi ise kolaylaştığından bahsediyorlardı. Tabi burada 1980’li yıllarda çayın makasla toplanmaya başlanmasının da önemli bir rolü olduğunu belirtmek gerekir. Eskilerin söylemine göre şimdi çay “makasla şak şak” kesilmekteydi. Yaşlı kadınlar, esasında o dönem görünmeyen emeklerinin de sesini yükseltiyordu: “Evvelden elle toplardık. Avuçlarımız yarılırdı. Şimdi çay toplamada ne var.” Bu kadınlar eskiden gelin gittikleri evlerde her zaman çok çalıştıklarını, kocaları gurbetteyken kaynanalarının çocuklarına baktığını kendilerinin de hem dışarıda hayvancılık ve tarım hem de içeride her türlü ev işini üstlendiklerini anlatmaktaydı. Öte yandan toplumsal cinsiyet rolleri sadece kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi değil gelin ve kaynana arasındaki ilişkiyi de belirlemekteydi. Büyük ailelere gelin giden kadınlar kocaları gurbete gittikten sonra da tüm hane işini yüklenmek durumunda kalıyordu. Kocası gurbette olduğu için kaynanasından çok çektiğini ve gece gündüz çalıştığını anlatan bir kadın şimdi kocasının gelinlere iş yaptırmadığını, çayı işçi tutarak toplattırdığını anlatmıştı. Bu örnek çoğu zaman kimin çalışacağına karar verenin de yine erkekler olduğunu göstermesi açısından ilgimizi çekti.

Köylerde karşılaştığımız yaşlı kadınlarla ilgili en dikkat çekici gözlemlerimizden biri de bu kadınların bir kısmında bel kayması gibi rahatsızlıkların olduğuydu. Bunun temel nedeni kadınların yıllar boyu ağır çay sepetlerini çok uzun mesafeler boyunca taşımak zorunda kalmalarıydı.

Çay tarımında ataerkil mülkiyet ilişkileri

Çay tarımında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önemli bir nedeni çay toplamanın kadın işi olarak görülmesi, diğer bir nedeni de Doğu Karadeniz’de geçmişten bugüne var olan ataerkil mülkiyet ilişkisi. Genel anlamda kapitalist gelişmeye bağlı olarak toprakta özel mülkiyetin yaygınlaşmasının ataerkil ilişkiler açısından son derece önemli bir anlamı var. Üretim araçlarına sahip olanın artı değere el koyma hakkını da iddia edebildiği kapitalist sistem, üretim araçlarına erkeklerin sahip olması üzerinden de ataerkil ilişkileri besler. Ece Kocabıçak’ın yine Çatlak Zemin’de yayınlanan yazısında belirttiği gibi tarımda kadınların toprak mülkiyetinden dışlanması, erkeklere toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünü dayatma ve kadının ürettiği değere el koyma imkânı verir.[5] Doğu Karadeniz’de bu durumun tam karşılığı kadınların çay bahçesi mülkiyetinden dışlanması ile gözlemlenir. Bu coğrafyada kadınlar genelde mirastan pay almaz, almak istedikleri istisnai örneklerde ise toplum, akraba ve komşular tarafından yargılanır. Erkekler kadınların mirastan pay almamalarını evlendiklerinde kocalarının mülkiyetinden yararlanacak olmaları üzerinden meşrulaştırır. İlginç bir şekilde başka durumlar söz konusu olduğunda sıkı sıkıya sarıldıkları dini ve milliyetçi değerleri sıra miras hakkına gelince inkâr edilebilir.

Çayda toplumsal cinsiyete bağlı iş bölümünün genç nesildeki tezahürü

Çay tarımında değişen kuşaklar arası ilişkileri anlamak için öncelikle şunu belirtmek gerekir; çay artık Doğu Karadeniz halkının büyük çoğunluğu için bir geçim kaynağı olma özelliğini yitirdi. Halen tarımının devam ediyor olmasının önemli bir nedeni çayın yıl boyu bakım gerektirmemesi ve toplanma sezonunun yaz aylarına denk gelmesi. Dolayısıyla haneler köylerden göç etseler bile çay tarımına devam edebiliyor. Bölgeden göç eden bu hanelerin çoğu yazın geri geldiklerinde çaylarını kısa zamanda toplayabilmek için ücretli işçi tutmayı tercih eder. Bu ücretli işçiler Türkiye’nin genelinde kadınlardan oluşurken Doğu Karadeniz’de çoğunluğu Gürcistan’dan gelen göçmen erkek işçiler oluşturur.

Bunun yanı sıra sayıları azalmış da olsa Rize’de halen çay tarımıyla bizzat uğraşan pek çok hane var. Saha araştırması esnasında Rize’de üniversitede okuyan ve hane olarak çay tarımıyla uğraşan kadın ve erkek öğrencilerle de görüştük. Bu öğrencilerin çay tarımıyla nasıl ilişkilendiklerine dair gözlemlerimiz bize genç kuşakta toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün nasıl karşılık bulduğunu anlamamız açısından önemli ipuçları sundu. İki kadın iki erkek olmak üzere dört öğrenci ile ayrı ayrı mülakatlar yaptık. Kadın öğrencilerden birinin Rize merkeze bağlı Andon, diğerinin ise Kalkandere’deki köylerine gitme şansımız oldu. İki öğrenci de Haziran ve Ağustos ayları arasında anneleriyle birlikte çay topladıklarını belirtti. İlginç olan, her ikisi de okul çıkışlarında ve hafta sonlarında biri restoran işleten; diğeri ise esnaf olan babalarına işlerinde yardım ediyordu. Bir yandan okurken bir yandan da bu kadar işin altından kalkmak elbette her ikisini de oldukça zorluyordu. Hatta bir tanesinden haberleşmek üzere telefon numarasını istediğimizde bu durumdan ne derece muzdarip olduğunu daha iyi anladık. Babası her fırsatta arayıp dükkâna çağırdığından bozulan telefonunu yaptırmak istemediğini ifade etti. Telefonun bozulması kendisine bir özgürlük alanı sağlamıştı. Diğer kadın öğrenci ise çay toplamanın ne kadar zor olduğunu anlattı. Bulundukları bölgede organik çay tarımı yapılmaktaydı. O köyün kahvesinde görüşme yaptığımız pek çok erkek katılımcı organik tarımın hem gübre gerektirmemesi hem de organik tarıma geçişle birlikte rekoltenin düşmesi nedeniyle kolay olduğunu anlatmıştı. Oysa çay toplayan bu genç kadın kimyasal gübre kullanırken bu kadar yorulmadıklarını, organik çayın verimi artsın diye ÇAYKUR’dan aldıkları çay çöplerini sırtlarına alıp yamaçtaki bahçeye taşımanın ve toprağa vermenin çok daha zor olduğunu anlattı. Bir kamyon çay çöpü ancak 200 metrekareye yetmekteydi. Saha araştırması boyunca, bu örnekte olduğu gibi, ancak işi yapan kadınların seslerine kulak verdiğimizde çay tarımına dair doğru bilgiyi alabileceğimiz gerçeğiyle sık sık yüzleştik.

Aile içindeki toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünü yansıtması açısından bu iki öğrencinin ailesine dair şunu da belirtmek gerekir; iki öğrencinin de babaları hiç çay toplamıyordu. Daha da ilginci ikisinin de liseyi bitirmek üzere olan erkek kardeşleri vardı ve ikisi de henüz hiç çaylığa girmemişti. Ama genç kadınlar hem babalarının işinde çalışıp hem üniversitede okuyup hem de çay topluyordu.

Üniversitede okuyan ve aileleri çay tarımıyla uğraşan iki erkek öğrenciye dair gözlemlerimize gelecek olursak, bu öğrenciler çayla yakından ilgileniyordu; ama onların sorumluluğu evin erkek evladı olarak çayın arabayla taşınmasını ve satılmasını sağlamaktı. Güneysulu olan, çaylarını ücretli işçiye kendi toplatıyordu, Rize merkezde çaylıkları olanın ise satışından sorumlu olduğu çayları evdeki kadınlar topluyordu. Çayı ne zaman ne kadar ve kime satacakları konusunda kararları babaları vermekteydi. Satışla ilgili herhangi bir sorunla karşılaştıklarında konuyu ya babalarına ya da dedelerine danışmaktaydılar ve ikisinin de arabaları vardı.

Genç kuşaklara dair bu gözlemler elbette Rizeli tüm genç kadın ve erkekler için geçerli değil. Bir önceki kuşağa göre gençler artık çayla uğraşmak istemiyor. Görüştüğümüz hanelerin çoğunluğunun, çocuklarının çay tarımıyla uğraşacağını düşünmediklerini belirtmesi bu durumun bir göstergesi. Fakat yine de çay tarımıyla uğraşanlar üzerinden edindiğimiz gözlemler bize toplumsal yapıda göçe bağlı bir çözülme olmadığı durumlarda çayda cinsiyetçi iş bölümünün sürekli olarak yeniden ve derinleşerek üretilmekte olduğunu gösteriyor.

* Bu yazı ana hatlarıyla Özlem Şendeniz’in derlediği ve geçtiğimiz hafta yayınlanan Aramızda Kalmasın: Kır, Kent ve Ötesinde Toplumsal Cinsiyet kitabında yer alan “Kuşaktan Kuşağa Çay Tarımında Kadın Emeği” çalışmamıza dayanmaktadır.

[1]Beller-Hann, I. ve Hann, C. 2012. İki Buçuk Yaprak Çay: Doğu Karadeniz’de Devlet, Piyasa, Kimlik, çev. Pınar Öztamur İstanbul: İletişim.

[2]Bramwell, R. 2008. “Blood and Milk: Constructions of Female Bodily Fluids in Western Society”, Women & Health, 34 (4): 85-96.

[3]Beller-Hann, I. ve Hann, C. 2012.

[4]Bu araştırmadan elde ettiğimiz sonuçlara yakın zamanda Toplum ve Bilim Dergisi’nin 150. sayısında “Rize’de Çay Tarımının Çelişkili Sürekliliği” başlıklı bir makalede de yer verdik.

[5]Kocabıçak, E. 2018. “Tarımda patriyarkal emek sömürüsü ve feminist politika açısından sonuçları” https://catlakzemin.com/tarimda-patriyarkal-emek-somurusu-ve-feminist-politika-acisindan-sonuclari/

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.