Soyismi özgürlüğü, her şeyden önce kadının kendine ait bir kişiliğinin, bağımsız bir varlığının olduğunu kabul etmekle ilgili.

Gorjus, Sally Mann

Okula başlamadan önce okuma-yazmayı öğrendiğim ilk iki kelimeden biri adım, diğeri soyadımdı. Soyadının tam olarak ne işlev gördüğünü öğrenmem ise okula başladığım yıllara rastlar. Adımın popüler olduğu bir zamana doğmuştum; sınıfta bazen bir bazen iki tane adaşım olurdu. Birbirimizden ayırt edilmek için genelde soyadımızla beraber anılırdık. Hatta hangimizden bahsettikleri açık olsun diye soyadımı sanki bir sıfat gibi adımın önüne koyarak benden bahsettiklerini hatırlarım.

“Kızlık” soyadı kavramının ne anlama geldiğini öğrenmem de sanırım benzer zamanlara rastlar. Eski evimizin yatak odasında, annemin eski eşyalarıyla ilgilendiği bir esnadaydı. Bir kutu içinde annemin eski kimliğine rastlamış, bu kimlikte farklı bir soyismi yazmasına şaşıp kalmıştım. Bu şaşkınlığımı dile getirdiğimde kadınların evlendikten sonra soyisimlerinin değiştiğini öğrendim. Anneme bu konuda tekrar tekrar sorular sorarak, önceden farklı bir soyismine sahip olduğundan, bunun evlilik ile değiştiğinden ve bu durumun tüm kadınlar için, sadece ve sadece kadınlar için geçerli olduğundan emin oldum. Demek ki benim soyadım da geçiciydi. 16 ya da 17 yaşına geldiğimde, yok ablalar o yaşta liseye gidiyor, işte okulu bitirip büyük abla olduğumda ve evlendiğimde (ben evlenecek miyim? kiminle?) kullanacaktım sadece onu. Bu duruma canım sıkılmıştı. E peki eşimin soyadı ne olacak, eyvah umarım güzel bir soyadı olur.

Uzun yıllar hafızamın tozlu sayfalarına kaldırdığım bu ve diğer ilişkili anıları yıllar sonra tekrar hatırladım. Evlendikten, ikinci soyadı olarak aldığım eşimin soyadını adımdan kaldırmak için açtığım davayı kazandıktan sonra, bu deneyimi yazıya dökmeye karar verdiğimde aklıma geldi ilk. Ancak bu anıların bu davaya beni götüren süreçte ne kadar etkili olduklarını şimdi görebiliyorum.

Dava açmak ya da açmamak

Hukuk fakültesinde eğitim alırken haberdar olduğum diğer ülke hukuklarında yapılan düzenlemeler ile yıllar içinde kadınlar tarafından açılan davalarda verilen mahkeme kararlarına ve sonradan Türkiye’de de yapılan ve iki soyadı kullanabilmeyi mümkün kılan değişikliğe karşı büyük bir heyecan duymuştum. İsviçre’de yapılan değişikliğe göre kadın ya da erkek eş üç seçenek arasından bir tercih yapabiliyordu: hiçbir eş soyadını değiştirmeyebilir; eşlerden sadece biri diğerinin soyadını alabilir ya da her ikisi de beraber araya bir tire koyarak birbirlerinin soyadını alabilir. Soyadı kadının doğumla kazandığı bir kişilik hakkıydı ve onun rızası olmadan dokunulamazdı, konu benim açımdan bu kadar açıktı.

Bir gün evlenirsem dava açacağımı biliyordum; yine de evlenmeye karar verip sıra (sadece doğumla kazandığım, tek soyadı kullanmak için) dava açmaya geldiğinde kararımı uygulamaya dökmenin o kadar kolay olmadığını itiraf etmeliyim. Teoride inandıklarım bir yana, davayı kazanmanın gerçek dünyada benim açımdan ne gibi sonuçları olurdu, bu sonuçlarla karşılaştığımda neler hissederdim? Acaba kararımdan emin miydim, ileride pişman olur muydum? Hayatınızı birleştirdiğiniz eşinize ilk haftada dava açmak zorunda olmanın garipliği bir yana, bu süreç dava açmayı caydırmaya kadar varabilen bürokratik, maddi ya da toplumsal engellerle boğuşmayı gerektiriyordu. Konu “kimi ne ilgilendirir” çizgisinden, üzerime sorumluluk yükleyen, dikkatli düşünmem gereken bir meseleye evrilmişti.

Bu dönemde, çevremde dava açan var mı diye soruşturuyor, iki soyadı kullanan kadınların tecrübelerini dinliyor, internette yayınlanan kazanılmış dava haberlerinin satır aralarında bir duygu ya da bir fikir yakalamaya çalışıyordum. Belki de bana inandığım şeye devam etmek için cesaret verecek bir itici güce ihtiyacım vardı.

Müstakbel eşimle ortak gelecek planları yaptığımız ve heyecanlı geçen bu dönemde ortak aile adı taşıma düşüncesine romantizm adına biraz sıcak bakar olmuştum. Fakat bu romantik aile adı için benim kendimden tek taraflı taviz vermem gerekiyordu. Yeni belgelerime bakacak ve başka bir insanı görecektim; yeni adımı duyacak ve başka bir insan zannedecektim. Ben iki soyadı taşısam dahi tam olarak aynı soyada sahip olmuyorduk: o Armut ise ben Elma Armut oluyordum. Eğer ikimiz de Elma Armut olsaydık belki gerçek bir ortak aile adından bahsedebilirdik. Erkek eş evlilikle soyisim değiştirmiyordu (Türkiye’de istese de değiştiremiyor; eşimin tabi olduğu yabancı hukuka göre eğer isterse değiştirebiliyordu), yine de sevgisi, fedakârlığı ve sadakati sorgulanmıyordu. Soyadı bu duyguların taşıyıcısı değildi. Nitekim, soyismimizin aynı olduğu kişilerden ev içi şiddet görebiliyorken, soyadımızın aynı olmadığı kişilerle akrabalık bağı olsun ya da olmasın güçlü bir sevgi ve aile bağı kurabiliyorduk.

Neticede, yeni bir soyadı alırsam ve sadece doğumla kazandığım soyadımı kullanmak için dava açmazsam kendimden taviz verdiğim için gelecekte pişman olabileceğimi; ama zaten doğduğumdan beri olduğum şeyi olmaya devam ettiğim için ise muhtemelen hiç pişman olmayacağımı düşünerek dava açmaya karar verdim. Bu kararımdan altı yıl sonra bugün iyi ki de böyle düşündüğümü söyleyebilirim.

“Baban çok sevinmiştir”: Koca soyadı mı baba soyadı mı?

Davadan sonra resmi evrak talep ederken babam olabilecek yaşta bir erkek memur sadece kendi soyadımı almama çok şaşırıp “Şimdi sen kocanın soyadını almadın, babanın soyadını aldın yani kullanıyorsun, öyle mi?” diye sorduktan sonra kısa bir duraklayıp “Baban ne çok sevinmiştir!” demişti. Gözlerinde öyle bir ışık belirdi ki, içimden belki de kendisinin kız çocuğu babası olduğunu ve soyadını kaybetmeme ihtimalinin kendisini heyecanlandırdığını düşündüm.

Kadınların genelde “eş”, “anne”, “kız evlat” gibi toplumsal rollerle ilişkilendirilmesi o kadar yaygın ki, kişiliğimize sıkı sıkıya bağlı haklarımızı kullanırken bile bunu sadece kendimiz için değil, başka bir erkek için yapmış olabileceğimiz düşünülebiliyor. İsim değişikliğinin isim sahibi kişiye etkisinden ziyade onun yakınındaki bir erkeğe etkisi daha çok endişe konusu oluyor. Bu nedenle, tercihin “baba” ile “koca” soyadı arasında olmadığı, doğumla ya da hukuki bir yolla kazanılmış soyad ile bunun yerine konmak istenen başka bir soyad arasında yapıldığı gözden kaçıyor. Örneğin, boşanan bir kadın, ironik bir biçimde, doğumla kazandığı soyadına dönmenin toplumsal zorluklarını yaşayabiliyor ve bu nedenle evlilikle kazandığı ve alıştığı soyadını boşanmadan sonra da kullanabilmek için mücadele verebiliyor.

Davayı kazandığım haberini bir arkadaş ortamında dile getirdiğimde erkek bir arkadaşımız “Ha baba soyadı ha koca soyadı, o da bir erkeğin soyadı sonuçta, ataerkil statüko devam ediyor, hiçbir şey değişmiyor” diyerek erk-açıklamasında (mansplaining) bulunmuştu. Ataerkil lafını ortaya attığı için kadınların soyismi mücadelesini feminist bir bakışla tek cümlede alaşağı ediyor gibi davranan bu iddia aslında kadının soyadını koruma çabasına karşı çıkan bir argüman değil. Tam tersine, onu bir adım öteye taşıyor denebilir. Eğer doğduğumda soyadım annemden geçmiş olsaydı, iddia edildiği gibi “baba” ve “eş” arasında bir tercih yapıyor olmazdım. Dolayısıyla, bu argümanı savunan birinin önce kadının soyadını koruma çabasını desteklemesi, sonra da kadının soyadını erkek eşe ve altsoyuna taşıyabilmesinin mümkün olmasını savunması gerekir.

Soyismi üzerine düşünmek

İsimler ve soyisimleri hakkında tartışma ve eleştiri konusu yapılabilecek çok şey var. Belli bir cinsiyetten aktarılmaları, yaygın olarak “oğlu” kelimesini içerdikleri için ataerkiyi yaşatmaları, belli bir kültürü, belli değerleri, kan bağıyla aktarılan bir dayanışma biçimini sembolize etmeleri ve dolayısıyla sembolize ettiği değerler dışındaki değerleri dışlamaları…[1] Ancak soyisminin sembolize ettiği tüm toplumsal kabullerin kadınlara belli bir soyadını dayatarak ortadan kalkmayacağı da açık. Tam tersine bu dayatma, şiddete kapı aralayan toplumsal kabullerin sorgusuz sualsiz kabulü ile sonuçlanıyor.

Bu nedenle, bu yıl içinde Anayasa Mahkemesi’nin evli kadının eşinin soyadını almasını zorunlu kılan kanun hükmünü iptal etmesi (Medeni Kanun’un 187. Maddesinin birinci cümlesi), yani kadının evlenmeden önceki tek soyadını, dava açılmasına gerek olmaksızın kullanabilmesinin önünün açılmış olması büyük önem taşıyor. Kadınların yıllar içinde verdikleri hukuki mücadelenin bir sonucu olan bu karar, istese bile dava açma konusunda engeller yaşayan kadınları dava açma zorunluluğundan kurtaracak ve zaten var olan bir hakkın mahkemeleri yormadan daha kolay bir usulle uygulanmasını sağlayacak. Ayrıca uygulamada aynı durumdaki kadınlar için farklı mahkemelerden farklı sonuçlar çıkması ihtimalini ortadan kaldıracak.

Bu neyin mücadelesi?

Soyismi özgürlüğü, her şeyden önce kadının kendine ait bir kişiliğinin, bağımsız bir varlığının olduğunu kabul etmek ile ilgili. İster doğum ister evlilik yoluyla kazanmış olsun, isterse de boşandıktan sonra kullanmaya devam ediyor olsun, benimsediği bir şeyi, başkaları için değil, sadece kendi fayda ve mutluluğunu gözetmek için elinde tutmayı ya da tutmamayı tercih edebilme hakkıyla ilgili.

Bundan belki daha da önemlisi, soyismi özgürlüğü, okul çağında küçük bir çocuğa kendisiyle ilgili ne düşünmesi gerektiğine, oğlan çocukları ile kıyasla kendisine nasıl bir değer atfetmesi gerektiğine ilişkin verdiğimiz toplumsal mesajla ilgili. O yaşta bir çocuğa evlilik kurumu ve bu kurumun nasıl bir yer olduğu hakkında düşünme sorumluluğunu yüklemiş olmamız ile ilgili. Soyismi özgürlüğü bir yönüyle oldukça kişisel bir konu; ama kadınlara ait olan her kişisel şey gibi toplumsal alanın tam göbeğinde yer alan ve toplumsal önemi yadsınamaz bir konu.

[1] Müslüman olmayan azınlıkların isimlerine ilişkin deneyimleri hakkında bkz. Rita Ender, İsmiyle Yaşamak, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2016.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.