Saraçhane eylemlerinde gözaltına alındıktan sonra polisin çıplak aramasına, cinsel şiddetine ve tacizine maruz kalan kadınlar için ses çıkarmak üzere bir araya gelen feministlerin açıklamasını sizlerle paylaşıyoruz.

Geçtiğimiz haftalarda, Türkiye’de demokratik zeminin artık tamamen kaybolmuş olduğuna, tek adam rejiminin güç hırsının doruğa varmasına tanıklık ettik. 35 yıl önceki diplomanın keyfi iptalinden, seçilmiş belediye başkanını uyduruk gizli tanık iddialarıyla cezaevine göndermeye uzanan siyasi tablo hepimiz için temel haklara saldırı anlamına da geliyordu. Bu nedenle biz feministler de örgütlü ve tek tek, Saraçhane’de, diğer şehir ve meydanlarda bu saldırılara karşı sokaklara çıktık.

Sokaklara çıkmak, hayatlarımız ve haklarımız için mücadele etmek bizim için yeni değil. Gezi Direnişi ardından türlü baskı ve şiddet ile toplumsal muhalefet sokaklardan silindiğinde, sokakta kalan nadir hareketlerden biri oldu feministler. Mücadeleyi patriyarkaya karşı kurmak, yaşamın her alanında direnmeyi bir mecburiyet kılıyor. En yakınındaki erkekten, erkek devlete uzanan erkek egemenliğine karşı durmak yaşamın ta kendisi olunca, baskı ve tehditlere rağmen mücadele türlü biçimlerde devam ediyor. Bunca yıl polis şiddetine rağmen sokaklarda olmak, birlikte ne kadar güçlü olduğumuzu bize defalarca gösterdi. Tüm dünyada faşizm kadın düşmanlığı ve LGBTİ+’lara yönelik nefret siyaseti ile kol kola yükselirken dayanışmamız bize nefes oldu.

Tek adam rejiminin erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyoruz

Bugün yine sokaktayız çünkü biliyoruz ki temel hak ve özgürlükler olmadan birlikte yaşamanın yolu yok. Sokaktayız çünkü hukukun keyfi yorumlanmasının, yalnızca bir zümre için araçsallaştırılmasının ne demek olduğunu erkek yargı pratiklerinden biliyoruz. Sokaktayız çünkü tek adam rejiminin, erkek düzenin kaçınılmaz sonu olduğunu biliyor ve bu düzeni yıkmak için mücadele ediyoruz. Tüm itirazlarımıza rağmen, bir gece yarısı bizleri şiddete karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden kimseye hesap vermeden çıkmayı mümkün kılanın bu tek adam rejimi olduğunu unutmuyoruz. Bu rejimin LGBTİ+’lara savaş açan, kendi ahlak anlayışını kanun haline getirmeye çalışan yasa tasarısını, kadınları hapsetmeye çalıştığı kutsal aileyi reddediyoruz.

Kayyuma karşı durmak feminist bir meseledir!

Seçilmişlerin yerine halkın iradesini hiçe sayarak kayyum atamak da tek adamlığın gücünden geliyor. Çünkü bu ülkede sadece kendilerinin nasıl yaşayacağımızı söylemeye hakkı var! Yıllardır, özellikle Kürt illerindeki kayyumlar, bize tek adam rejiminin sonuçlarını ve kendi gibi olmayana karşı devletin yıkıcı şiddetini göstermenin yanı sıra kayyumlara karşı durmanın neden feminist bir mesele olduğunu da gösterdi. Kayyumların özellikle Kürt illerine sürekli olarak atanmasıyla halkın iradesinin yok sayılması, bizlere yeniden bir hâkimiyet ve kontrol dayatmasını gösterirken kayyumların koşa koşa yaptıkları ilk işlerin kadınların haklarına saldırmak, kadınların faydalandığı hizmetleri ortadan kaldırmak olması ne tesadüf ne münferit. Bugün adı ister kayyum olsun ister belediye başkanını görevden almak olsun, yaptıkları halkın iradesine darbe vurmak ve bu hukuksuzluğu norm haline getirmek. Toplumu tek tipleştiren, kendi ahlak ve yaşam anlayışını dayatan bu erkek egemen, tekçi dayatmanın karşısındayız. Yaşadığımız ülkede oy vermenin bir demokratik yöntem olmaktan çıkmasının eşiğindeyiz.

Polis şiddetinin, gözaltında cinsel şiddetin tanığıyız!

Sokaklarda hakları için mücadele edenler keyfi biçimde gözaltına alındı, anayasal haklarını kullandıkları gerçeği hiçe sayılarak 301 kişi tutuklandı. Jet hızıyla, yani bir haftada, 139 kişi hakkında ceza istemiyle iddianame hazırlandı. Daha birkaç hafta önce 8 Mart’ta, eylem sonrası dağılmakta olan bizleri nasıl hukuksuzca gözaltına alıp kötü muamele ve şiddet uyguladılarsa bu defa kameraların önünde şiddet uygulamaya çekinmediklerini gördük. Gözaltına alınan kadınların beyanları kameralara yansımayan bir gerçeği de gösterdi. Polisler kadınları taciz etti, cinsel şiddet uyguladı, çıplak aramaya zorladı. Gözaltına alınanlara yönelik insanlık dışı uygulamalar söz konusu kadınlar olduğunda cinsel şiddete bürünüyor. Biliyoruz çünkü ilk değil. Pervasızca bu şiddeti uyguluyorlar çünkü asla yargılanmayacaklarını biliyorlar. Devletin kendilerini koruduğunu biliyor ve kadınlara cinsel şiddet uygulamanın hakları olduğunu düşünüyorlar. Bizler, yıllardır erkeklerin uyguladığı şiddeti ifşa eden, faillerin cezalandırılması için mücadele eden ve devlete hiç yılmadan şiddeti önlemek sorumluluğunu hatırlatan feministler, elbette gözaltında yaşanan şiddetin takipçisiyiz. Tacizci polislerin yargılanması için, bu şiddete göz yuman sistemin hesap vermesi için mücadelemiz sürecek. Şiddete uğrayan kadınların değil, şiddet uygulayan erkeklerin utandığı ve hesap verdiği o gün gelecek.

Mücadelemiz kadınları aşağılayanlarla değil yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak!

Feminist olmak erkek egemenliği ile mücadele etmek demek. Tüm siyasi görüşlerin ötesinde, kadınların emeğini sömüren, kadınları aşağılayan, varlığı kadınlar üzerinde kurduğu egemenlikten ibaret patriyarka ve öznesi erkekler ile mücadele etmek demek. Bunu yaparken farklı tahakküm biçimlerinin birbiriyle nasıl kesiştiğini, birbirine nasıl güç verdiğini görmek; bir milleti, ırkı diğerinden üstün, bir cinsi diğerinin hizmetkarı, bir sınıfı diğerinin kâr aracı kılan, dünyayı ezenler ve ezilenler diye ayıran sistemlere bütünlüklü biçimde karşı çıkmak demek. Zaten “Kurtuluş yok tek başına” tam olarak bu demek. İşte bu nedenle alanlarda, sokaklarda mücadele ederken karşılaştığımız cinsiyetçi, ayrımcı, ırkçı, homofobik dile de kadınları araçsallaştırmadan siyaset yapmayı beceremeyenlere de sözümüz var. Bunca yıldır örgütlü bir biçimde sokaklarda olabilmemizin bir diğer nedeni, birbirini gözeten, kurtuluşumuzun birbirine bağlı olduğunu bilerek alanları herkes için güvenli tutan feminist yöntemimizdir. Tecavüz tehdidi savurmadan siyasi eleştiri kurmayı beceremeyenlerle ortak gelecek kurma imkanımız yok. Kürtlerin, LGBTİ+ların eşit bir şekilde var olmaya, örgütlenmeye hakkı olmadığını düşünmenin bugün karşısında sokağa çıktığımız faşizmden ayrı kalır bir yanı yok. Vakit sadece yan yana durmanın değil, “hep beraber” dediğimiz o kurtuluşun ancak ayrımcılıktan kurtularak mümkün olabileceğini de anlama zamanı. Mücadelemiz yalnızca eşit ve adil bir dünyayı kurmaya kendinden başlayanlarla ortak.

Biz feministler sokakları terk etmiyoruz, eşit özgür barış içinde yaşama hayalimizden vazgeçmiyoruz. Buradayız, direniyoruz.

Yaşasın feminist mücadelemiz!

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.