Feminist teorinin dönüştürücü özgürlüğüne bir çeşit modernite çelmesi takarak angaje olmaya çalışan erkek dünyası ile karşılaşıyoruz.

Öykümüz bir Avrupa kentinde geçiyor. Kahramanlarımız; dört kadın, iki erkek, bir küçük kız ve bir fetüs. Dört kadının ikisi Avrupa kentinde seks işçiliği yaparken, diğer iki kadın öykünün “iyi eğitimli, modern, cinsiyetçi kodlara mesafeli, kendilerini profeminist olarak tanımlayan, aile kavramını önemseyen, seçkinci ama alçakgönüllü ve entelektüel” erkekleriyle evliler. Çiftlerden biri Avrupa kentinde, diğeri İstanbul’da yaşıyor. Avrupa’da yaşayan kadınla İstanbul’da yaşayan adam kardeşler. İstanbul’da yaşayan çiftin küçük bir kızı var; Avrupa’da yaşayan çift ise uzun ve yorucu bir tedavi süreci sonucunda bir bebek bekliyor. Başroldeki her iki kadın da iyi eğitimli, egemen erkeklik değerlerini reddeden, ekonomik özgürlüğe sahip güçlü kadınlar.

Bu dört bireyin birbirleriyle iletişimi oldukça iyi. Aile ve arkadaşlık bileşimi içerisinde, sosyal medyada sergilenen kalabalık sofralarla da idealize edilen ilişkilerini, hem eğlenceli hem de dingin bir şekilde, mutlulukla sürdürüyorlar.

Günlerden bir gün, İstanbul’da yaşayan adam, hamile ablasını görmek için yaşadıkları Avrupa kentine kısa bir ziyaret gerçekleştiriyor. Bir gece ablasının kocası ile bir striptiz kulübüne gidiyor ve gece, iki adamın birbirlerinden de haberdar olacakları şekilde, iki seks işçisi ile cinsel ilişkide bulunmaları ile sonuçlanıyor.

O gece olanlar, etkin bir erkek dayanışması ile o gecede kalıyor; kadınlardan saklanıyor ve hayat iki adam için olağan akışında, evde bekleyen kadınlar, seks işçileri, benim ve sizin için ise bu prototipteki erkeklerden profeminist söylemler dinleme potansiyelini barındırmaya devam ederek sürüp gidiyor. Bir diğer önemli nokta ise, İstanbul’a dönen adamın, bu gizli macerayı kendi “güvenilir” erkek ortamı içerisinde dolaşıma sokması, küçük sırrından aldığı keyfi paylaşarak çoğaltması, bir çeşit güç gösterisi yapması… Olayın tam tersinin gerçekleşme ihtimaline adamların vereceği  tepkinin “ahlaksızlık” ile temellendirilecek olması kuvvetli bir varsayım; kadınların böyle bir macerayı deneyimlemeyeceklerini hatta deneyimlemek istemeyeceklerini düşünmeleri de oldukça olası… Ataerkinin bu gizli askerlerinin “erkekçe” dayanışma nedenlerinin sorgulanması, bu gizli özgüveni tanımak ve erkeklerin kendilerine içkin olduğu varsayılan güçten vazgeçmelerinin pek de kolay olmadığını anlamak için önemli…

Erkek dayanışması, profeminizm, aile, seks işçiliği gibi konuları tartışılabilir kılan bu çok katmanlı öykünün irdelenme gerekliliği; kadınların yıllar boyunca uğrunda mücadele verdiği kavramların erkek algısında samimiyetsiz izdüşümlere dönüşerek sistemi gizlice besleyecek şekilde yeniden üretilmesinden kaynaklanıyor. Feminist teorinin dönüştürücü özgürlüğüne bir çeşit modernite çelmesi takarak angaje olmaya çalışan erkek dünyası ile karşılaşıyoruz. Hegemonik erkekliği reddettiklerini ifade ederek övünen bu erkekler, eşitlik kavramını ne kadar içselleştiriyor? Profeministler, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayacak çabaları aktif bir şekilde destekleyen erkekler ancak bireysel erkeklik eleştirisi yapmadan kolektif erkeklik eleştirisi yapmak ne kadar doğru?

Erkek egemenliğinden “sözde” vazgeçmiş, kadın-erkek eşitsizliği doğrultusunda inşa edilmiş erkekliğe isyan ettiğini ifade eden, babalarından farklı olmaya çalışan bu yeni erkekler, üzeri örtülmüş travmaları olan bu toplumda ne derece bir gerçeklikle var olabilirler? Bu yeni erkek modeli mistisize edilmiş aileleri içinde kendilerini gerçekten hangi konumda görüyor? Ne gibi ilave haklara sahip bu eşitlikçi erkekler?

Vakadaki evlilik dışı ilişkinin ahlaki kodlarla okunmaması gerektiğini vurgulayarak; seks işçiliğini bir işçilik türü olarak değerlendirip satılan şeyin beden değil, zaman ve emek olduğunu ve feminist hareketin seks işçilerinin sorunlarına odaklanması ve ortak bir politika üretmesi gerektiğini düşünerek, bu vakadaki ailelerini kutsayan erkeklerin, birlikte oldukları kadınları düşünsel dünyalarında nereye yerleştirdiklerini algılamakta zorlanıyorum.

Ablasıyla gerçek bir dostluk ilişkisi olan bir adam, ablasının kocasını da yanına alarak dürtüsel bir macera yaşayıp bu sır üzerinden onunla dayanışabiliyor ve hem karısını hem de ablasını yok sayabiliyor. Buradaki erkek mantığı, seks işçileriyle cinsel ilişkiye girmeyi ilk andan itibaren “aldatmak” olarak görmediği için seks işçileri zaten hiç var olamıyor. Sonuç olarak, bu olgudaki erkek dayanışması da gücünü, kadınları yok sayarak ikincilleştirmek üzerinden alıyor.

Kadınların patriyarkaya karşı verdiği mücadele, yaşadıkları hayatlara, erkeklerin “istediği” ya da “sakladığı” kadar girmesi ile sınırlı değil! Kadınların erkekler tarafından yok sayıldığı her örneğin, her deneyimin bu anlamda birer kaynak ve kadınların sınırlarını genişletecek birer araç olarak algılanması, kabul edilmesi gerekiyor.

Bu nedenle kadınlar, kendi hayatlarındaki haksızlıklarla dolu deneyimleri birer hammadde olarak kullanıp, ataerkinin her türlü aracını doğru okumaya çalışarak eylemliliğe dönüştürmeli. Soru sorarak, şüpheci olarak, alışmayı reddederek, inat ederek ve uyum sağlamayarak. Bu vakada samimiyetlerini sorguladığımız, kadınların yarattığı konfor alanında huzurla ve kibirle yaşayan erkekler de bilsinler ki: “Yuvayı yapan kollar, onu yıkacak olan kollardır!”*

*Sara Ahmed

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.