Hakkındaki taciz şikayetleri sonucu üniversite tarafından yürütülen idari soruşturmalar kapsamında 5 kez disiplin cezası aldığı biliniyor. Hasan Bilgili, sicilinde bu kadar ceza ile öğretim üyeliği gibi bir görevi sürdürebildi. Sorgulanması gereken mağdur kadının hayatı değil, tam da bu cezasızlığın hangi gerekçeyle tekrarlandığı ve bu insanın bunca yıl, bunca soruşturmaya rağmen profesörlük görevini nasıl yürütebildiğidir.
Geçtiğimiz nisan ayında sağlık emekçisi bir kadın arkadaşımız emek sömürüsünün yoğun olduğu bir veteriner kliniğinde çalışırken Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda çalıştığı kliniğin sahibi olan Hasan Bilgili ve kliniğin sorumlusu veteriner hekim Serkan Durmaz tarafından tecavüze uğradı. Bu olayın başlangıcında, kadın arkadaşımız ciddi bir emek sömürüsüyle hem gün aşırı nöbet tutarak yasal çalışma sürelerinin çok üzerinde çalıştırılıyor hem de bunun karşılığında çok düşük bir ücret alıyordu. Aldığı ücret normal mesai saatlerinde çalışan bir veteriner hekimin aldığı ücretin bile çok altındaydı. Olay mesaisinin 36. saatlerinde yaşandı. Deneyimli saldırganlar muhtemelen onun son derece yorgun olacağını da hesaba katmışlardır.
Kadın arkadaşımız, uykusuzluk, yorgunluk, verilen -ne olduğunu bilmediği- ilaçlar, olayın ağır travması, tehditler altında ancak olaydan 20 saat sonrasında ilgili kurumlara başvuru yapabiliyor. Bu kurumlar da olayı kadın arkadaşımıza baskı yaparak kapatmaya çalışıyor. Aynı, Süleyman Soylu’yu rahatsız eden #LasTesis’in “sorumlu polis, hakimler, devlet ve başkan” sözlerindeki gibi polis olayı gönül ilişkisi sonundaki bir kadının intikamına bağlıyor, savcı “Peki neden bana tecavüz etmiyorlar” diyebiliyor ve o ana kadar tutuklu olan Hasan Bilgili’yi serbest bırakıyor. On yıllardır bu şahıs hakkında onca şikayet hasıraltı edilmiş ve bu soruşturmada da Bilgili tutuksuz yargılanarak ödüllendiriliyor.
Duruşma günü sanık Hasan Bilgili kendisine yönetilen suçlamaları ve geçmişindeki taciz suçlamalarını kariyerindeki başarıya bağladı. Bu arada yalanlarına propofol adlı anestezik ilacın solunum cihazı kullanılmadan uygulanamayacağını söyleyerek devam etti. İfadesinde, “kadının beyanı esastır”dan dem vurup bu yüzden suçlu çıktığını anlattı. Sadece aylıktan ücret kesilmesi cezası aldığını söyleyip bu cezanın azlığını göstererek masum olduğunu anlatmaya çalıştı. Yargılama ve cezalardaki adaletsizlik tecavüzcülere böyle bir savunma yapabilme cesareti verdi. Tecavüz tesadüf değildi, bundan önceki olaylarda gerekli soruşturmalar etkin şekilde yürütülse ve adımlar atılsaydı bu yaşanmayacaktı. Zira Prof. Hasan Bilgili’nin taciz konusunda sicilinin kabarık olduğunu, görev yaptığı fakültede 5 kez cinsel taciz nedeniyle soruşturma geçirdiğini, bu soruşturmalarda YÖK tarafından sembolik cezalara çarptırıldığını biliyoruz. Şimdi, o zamanki adaletsizliği yeniden suçsuzluğuna dayanak yapmaya çalışması cezasızlığın sonuçlarının suçlu lehine kullanılmasıdır. Prof. Hasan Bilgili ilk olarak 2006 yılında bir yüksek lisans öğrencisine tacizde bulundu. Daha sonra taciz ettiği Brezilyalı öğrenci şikayet sonrası soruşturma sürerken tacizlere devam ettiği için ülkesine dönmek zorunda kaldı. Hakkındaki taciz şikayetleri sonucu üniversite tarafından yürütülen idari soruşturmalar kapsamında 5 kez disiplin cezası aldığı; Ocak 2007’de kınama, Mayıs 2007’de aylıktan kesme, Temmuz 2007’de uyarma, Nisan 2009’da aylıktan kesme, Temmuz 2009’da da aylıktan kesme cezaları verildiği biliniyor. Hasan Bilgili, sicilinde bu kadar ceza ile öğretim üyeliği gibi bir görevi sürdürebildi. Sorgulanması gereken mağdur kadının hayatı değil, tam da bu cezasızlığın hangi gerekçeyle tekrarlandığı ve bu insanın bunca yıl, bunca soruşturmaya rağmen profesörlük görevini nasıl yürütebildiğidir.
Diğer sanık Serkan Durmaz ise çelişkili ifadeleri ile olaydaki işbirlikçiliğini gösterdi. İfadesinde belirttiği saatler Hasan Bilgili’nin söylediğinden çok farklıydı. Yaklaşık dört saat boyunca kusan bir kişi için niye bir sağlık kuruluşuna haber vermediği sorusu ise havada kaldı. Kadın doğum hastalıkları uzmanı Hüseyin Şenyurt ifadesi ile Hasan Bilgili’yi yalanlayıp olay günü Hasan Bilgili’nin kendisinden “kız arkadaşımı getireceğim” diyerek randevu aldığını anlattı. Ayrıca sperm örneklerinin vajinal lavaj ile yok edilme işleminin tıbben imkansız olduğunu iddia etti ama bu aslında bilinen en eski doğum kontrol yöntemlerinden biridir. “Tıbben imkansız” olarak öne sürülen bu işlem, şu anda enfeksiyon hastalıklarına karşı kadınları korumak için batikonla vajinal lavaj şeklinde de yapılıyor. Ve bu yöntemle vajinal bölgede kalan spermler ortamdan rahatlıkla uzaklaştırılabilir.
Sanıkların ifadesi sonrasında kadın arkadaşımız ilk defa herkesin önünde başına gelenleri gözyaşları içinde anlattı. Yüzünden süzülen gözyaşları onun zayıflığı değil, bu kötülükle karşılaşma cesaretinin bir sonucuydu. Aylarca ailesine bile anlatmaktan çekindiği tüm olanları herkesin önünde, kendisini yargılasalar da, bir bir anlattı. Bildiğimiz sorular geldi arkasından; “niye direnmedin”, “niye kaçmadın”, “niye yardım istemedin” gibi. İlaç ile etkisizleştirilmiş, 36 saat boyunca emeği kanunsuzca sömürülmüş ve ağır bir travmadan geçen bir kadının tüm saldırıların karşısında tek başına durmasını beklemek ne derece insani?
Diğer bir mesele de, salondaki kadınların da tepkilerine neden olan, tecavüzcülerin yanında yer alan sorular soran, (hepsi kadın olan) savcı, sanık avukatı ve tanıkların söylemleriydi. Davanın önceki savcısı Yeter Gümüş olayı “kendinin neden tecavüze uğramadığını” sorarak kapatmıştı. Kadın sanık avukatı ise savunmasında, olması gereken en üst sınırdan da daha fazla çalıştırılan ve düşük ücret alan kadın arkadaşımızın işinde yetersiz olduğu için karşı tarafa iftira attığını dile getiriyordu. Ayrıca kadının yaşam tarzı hakkında yorumlar yapıyor ve genital sürüntü örneklerindeki sperm örneğini bir adli tıp uzmanı tarafından değerlendirilmediği için yok sayıyordu. Ayrıca Hasan Bilgili, kadın arkadaşımızın elbiselerinden çıkan DNA örneklerinin, “konuşurken sıçrayan tükürük” ile gelebileceğini iddia edip aklın sınırlarını zorluyordu. Yaptığı bilim dışı yorumlar şöyle dursun bir kadının bir diğer kadını yaşam tarzı üzerinden yargılaması mahkemeyi izleyen kadınlar tarafından kabul edilebilir değildi. Sık sık “utan, bir de kadınsın” serzenişleri duyuldu. Olayın diğer iki tanığından ilki kadın doğum kliniğinde çalışan bir sekreterdi ve Dr. Hüseyin Şenyurt ile harfi harfine aynı savunmayı yaptı; ses tonunun, tonlamaların bile değişmemesi ezbere dayalı bir ifade olduğu hissi yaratıyordu. Bir diğer tanık ise aynı veteriner kliniğinde çalışan Efsun Keş’ti. Olayın mağduru ile dönüşümlü çalışmasına ve bu sebeple aynı anda hiç çalışmamalarına rağmen olay hakkında tanıklık etmesi salonda bulunanlar tarafından tepki ile karşılandı. Efsun Keş sanıklar ile benzer şekilde, saldırıya uğrayan kadını kırk sekiz saat çalışmayı göze almasına rağmen işini iyi yapmamakla suçlayıp bu iftirayı o yüzden atmış olabileceğini söyledi. Yerine otururken hepimizin gözü önünde sanık avukatından “olur” onaylı notunu aldı.
Tecavüzcüleri savunan kadınların varlığı elbette ki bizleri şaşırtmadı. Bu sorunun tek tek kişilerin kadın veya erkek oluşu ile açıklanabilecek kadar basit bir durum olmadığını, tarihsel geçmişinin ne derece köklü olduğunu biliyoruz. Bu bir sistem sorunu; erkek egemenliğinin kadını ikinci bir cins haline getiren ve iki kez ezilebilmesi adına tüm güçlerini seferber eden bir kötülüğün sonucu olduğunu görüyoruz. Dava öncesi duruşmaya katılacak kadın arkadaşlarımızı darp eden kadın polisleri, dava sürecinde tecavüzcülerinin yanında yer alan diğer kadınları kendi içinde örgütleyen ve bizleri de kendisi karşısında örgütlenmeye çağıran bir sistemin sorunu.
Tescilli bir tecavüzcü yargılanırken sıkılmadan, utanmadan mağdur kadına yöneltilen “neden kaçmadın”, “neden direnmedin” soruları da biz kadınlar için adaletin kimin yanında durduğunu açıkça gösteriyor.
Her taciz, tecavüz davasında birbirinin kopyası gibi davranan erkek yargı ve suçluyu değil, mağdur kadını yargılamaya dönen bu sistem bizleri asla yıldırmayacak, dayanışmamızı engelleyemeyecek.
20 Şubat’ta Ankara Adliyesi’nde tecavüzcülere karşı sesimizi daha gür bir şekilde çıkarıp suçlular adil bir şekilde yargılanana kadar kadın dayanışması ile direnmeye devam edeceğiz.