Hemen her yıl kanun teklifleri ile çocuk istismarının önünün açılması sağlanmaya çalışılırken, farklı alanlarda alınan kararlarla kadınların da güçsüzleştirilmesine dönük adımlar bağlantılı olarak atılıyor.
Koronavirüs önlemleri kapsamında ele alınan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında kanuna geçici madde eklenmesine ilişkin pazartesi akşamı yeni bir kanun teklifi sunulması gündeme geldi. TBMM Başkanlığı’na sunulmayan teklifin uzmanlara göre, önce kamuoyu yoklamasına dönük bir adım olduğu söylendi. Kanuna eklenmesi için teklif edilen geçici madde;
“Cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın işlenen Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinin ikinci fıkrasındaki suç bakımından;
• 10 Nisan 2020 tarihi itibariyle mağdur ile failin evlenmiş olması,
• Suçun işlendiği tarihte failin başka biriyle evli olmaması,
• Mağdurun şikayetinin bulunmaması,
• Suçun işlendiği tarihte mağdurun on dört yaşına girmiş olması,
• Mağdur ile fail arasında on beş yıldan fazla yaş farkının bulunmaması,
koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda mahkemece yargılamaya devam olunarak hüküm kırılır ve mahkumiyet halinde cezanın infazının ertelenmesine karar verilir. İnfaz aşamasında olan hükümler bakımından da bu fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra uyarınca infazın ertelenmesine karar verilmesi halinde mahkumiyete bağlı hak yoksunlukları uygulanmaz.”
Ne demek bu teklif; çocuğa karşı işlenen cinsel suçların üstünün örtülmesidir, tecavüzcünün cezasız bırakılması bir nevi ödüllendirilmesidir, çocuğa karşı işlenen bu suçlara resmen teşvikte bulunulmasıdır.
Ne demek bu teklif; çocukların tacizci ya da tecavüzcülerle evlendirilmesinin önünün açılmasıdır. Çocuk yaşta evliliklerin çoğalmasıdır, çocukların savunmasız ve yalnız bırakılmasıdır.
Teklifte yer alan bir maddede mağdurun şikayette bulunmaması yazıyor, on dört yaşında bir çocuğun hele ki istismara uğramış olan bir çocuğun şikayetçi olabilmesi ne kadar mümkün? İstismar olayını yaşayan çocuğa “kimse duymasın, konuşmasın, bilmesin”, “bizim çocuğun adı çıkmasın” bakış açısıyla baskı altında olduğu hissettirilirken, onun şikayetçi olabilmesi ne kadar mümkün? Çocuk istismarlarının sadece yabancı kişiler tarafından gerçekleştirilmediği, aynı çatı altında bulunduğu kişiler tarafından da gerçekleştirildiği biliniyorken ve böyle durumda çocuğa ses çıkarmaması gerektiği, “yanlış anlamış olabileceği” söylenirken bir çocuk nasıl şikayetçi olabilir? Ya da hadi çocuğun yanında olduğunu hissettirip, gidip hesabını soralım diyen bir ailesi olmuş olsun, çocuğun psikolojisinin bunu kaldırıp kaldırmayacağını nasıl bilebiliriz. Belki korkudan veya yaşadığı travmadan böyle bir sürecin içerisine giremeyecek. Bizler tecavüzcüyü göreceği duruşma öncesinde kalp krizi geçirip hayatını kaybetmiş çocukları gören bir ülkedeyiz. Bunlar hesaba katılmadan, çocuğun şikayetçi olup olmamasını bir kıstas olarak görmek suçtan daha önemli olmamalıdır oysa.
Çocuk istismarının önünün açılmasına neden olan bu teklif ilk değil
Çocuk istismarının önünün açılmasına neden olacak bu teklif ilk değil maalesef. 2004 yılında Türk Ceza Kanunu hazırlanırken “tecavüz mağduru ile evlenilmesi durumunda failin cezası kalkar” maddesi gündeme gelmişti, kadınların ısrarlı karşı çıkışıyla bu madde kaldırılmıştı. 2016 yılında “çocukların cinsel istismarı suçunu işleyenlere af” tartışması yine yaşanmıştı. AKP, “rızanın olduğu nikahsız evliliklerde mağduriyeti giderme” gerekçesiyle çocuk yaşta evlenenlerin cezalandırılmamasını öngören önergeyi TBMM gündemine getirmişti. Kamuoyunda özellikle de kadınların ve çocuk hakları savunucularının karşı çıkmasıyla çocukların “tecavüzcüsüyle” evlendirilmesinin yolununun açılacağı bu düzenlemeden vazgeçilmişti. 2016’da Anayasa Mahkemesi tarafından, çocuklara yönelik cinsel istismar suçunu düzenleyen TCK’nin 103. maddesindeki “15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağına” ilişkin hükmü iptal edildi. Daha sonra aynı maddeye mağdur çocuğun rıza yaşının 15’ten 12’ye düşürülmesine neden olacak karar eklendi. Yani çocuk istismarının önünü açan, istismarcıyı cezadan muaf bırakan ya da cezasını azaltan maddelerin ısrarla, belli aralıklarla sunulmasını ve bazılarının kabul edilmesini görüyoruz.
Çocuklar sadece yasa tasarılarında değil diğer pek çok alanda alınan yeni kararlarla da hak gaspına uğramaya devam etti, ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı 2004 yılında yönetmeliğinde yaptığı değişiklikle ortaokul ve lise öğrencilerinin nişanlanmasını serbest bıraktı. 2012’de örgün öğretimin fiili olarak zorunlu olmaktan çıkarılmasıyla, özellikle kız çocukları okullardan alınmaya başlandı. 2013 yılında evli öğrencilerin açık liseye kayıt yaptırabileceği kararıyla lise çağındaki çocuklarının evlenmesinin önü açıldı. 2015 yılında Anayasa Mahkemesi, resmi nikah olmadan dini nikah kıyan imam ve çiftlere ceza verilmesini öngören TCK maddesini kaldırarak, çok eşli evliliğin ve çocuk yaşta evliliğin önünü açmış oldu. Aynı zamanda bu karar, sistematik olarak cinsel istismara maruz kalan kız çocuklarının toplum ve aile baskısıyla zorla evlendirilmesine neden olarak, evlendirenlerin de cezasız bırakılmasını sağlamıştır.
Bu kararların arkasında başka nedenler var
Birbirinden bağımsız olmayan bu kararlara baktığımızda çocuk evliliklerinin nasıl mümkün kılınacağına dönük bir bakış açısının olduğunu görüyoruz. İstismara uğrayarak mağdur olan çocuğa her türlü desteğin sunulmasından ziyade, çocuğun bir an önce evlendirilmesi ve üstelik fail ile evlendirilmesi nasıl mümkün olur’u tartışmak kesinlikle bilinçli bir harekettir. Çocuklara dair alınan ya da alınması istenen bu kararların toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadınlara bakış açısıyla bir ilgisi var. Çünkü AKP hükümeti güçlü kadın profilinin oluşmasını istemiyor. Erken yaşta evlenen hatta istismarcıyla evlenen, üç çocuk doğuran, ekonomik özgürlüğünü elde edemeyen, kocasına ve devletine boyun eğen kadınlar istiyor. Kadınların görevinin aile içerisinde anne ve eşten ibaret olduğu düşüncesinin kanıksanması isteniyor. Mesela kadınların nafaka hakkının kaldırılmasına dönük teklifler de bu düşüncelerin sonuçlarından; kadınların boşanmalarının önü alınsın isteniyor. Bu nedenle çocuk yaştan itibaren özellikle de kız çocuklarının baskı altında tutulmasına dönük kararlar alınıp teklifler sunuluyor. Hemen her yıl yurtlarda, kur’an kurslarında çıkan taciz, tecavüz vakalarında faillerin aklanmaya çalışılması, erkeğin daha güçlü kılınmaya çalışılması bundandır. 2016 yılında OHAL kararıyla kadın ve çocuk haklarını savunan pek çok derneğin kapatılarak, mağdur kişilerin haklarının savunulmasında bir kamuoyu oluşturulmasına vesile olan seslerin susturulmaya çalışılması da bundandır.
Ne yapmalıyız?
Tüm bunlara karşın uluslararası çocuk ve kadın haklarını savunan derneklerin, sivil toplum kuruluşlarının, psikologların söylediği bir şey var; bütüncül, hak temelli kadın ve çocuk politikasının güdülmesi. Bu doğrultuda çocuk ve kadınlarla ilgili ayrı bakanlıkların oluşturulması gerektiği söyleniyor. Çocuklara ve kadınlara dönük şiddete ilişkin düzenli veri toplanması, koruyucu ve önleyici yasalar oluşturulması gerektiği belirtiliyor. İstismara maruz kalan çocuğun beyanının esas alınması ve yeterli olması, çocuğun yalan söylediği anlaşılsa dahi onu yalana iten nedenlerin araştırılması ve bu noktada adalet sistemindeki heyetlere eğitim verilmesinin daha doğru olduğu söyleniyor. Çocukların doğrudan destek alacağı sistemlerin oluşturulması gerekiyor. Aile içi eğitim verilerek çocuklara taciz konusunda farkındalık kazandırılması, vücut güvenliği için “hayır” demenin öğretilmesi isteniyor.
Hepimize daha çok iş düşüyor. Daha gür bir şekilde “hayır” dememiz gerekiyor. Kendi bedenlerimizi, kendi haklarımızı ve hayatlarımızı savunurken, ses çıkaramayan bir çocuğun da hayatını aynı şekilde savunmamız gerekiyor. Bu kanun teklifi bugün TBMM’ye sunulmamış olsa da geçmişe baktığımızda gördüğümüz gibi daha çok gündeme getirilecek görünüyor. Bugün nasıl karşı durduysak aynı kararlılıkla, el ele vererek ve daha gür sesle karşı çıkmalıyız. Bizden daha fazla almalarına müsaade etmemeliyiz.