“Mahçup feministim” dese de, Türkiye’de ve aslında Türkiye dışında da kadınlara çok yollar açan bir “harbi feminist”ti.
Ne olur Şirinciğim! Senin her davana bakarım, her işini yaparım ama şu vasiyet işlerini konuşmasak her yıl!
Dinlemezdi tabii. Yakılmaktan, denizlere karışmaktan, organlarının bağışlanmasından (ama artık organlarım da işe yaramaz derdi), kadavra olarak üniversiteye teslimine karar verdi sonunda: Gitti, anlaşmasını imzaladı. Sanki bir müjde verirmiş gibi aradı beni, içi rahatlamıştı! Son yolculuğunda, İstanbul Tıp Fakültesi’nde onu Şebnem Hocaya ve genç tabiplere teslim ederken benim de sanki içim rahatladı! “Lütfen onu inceleyecek tıp öğrencilerine kim olduğunu, nasıl bir kadın olduğunu da anlatır mısınız” dedim naçizane…
Bir bilim kadınıydı Şirin ve kendi bedenini bilime adaması da o kadar doğaldı. Çok naifti ama bir o kadar da bilimsel, reel, analize yatkın. Son yıllarda “politikayla hiiiiç ilgilenmiyorum” dese de alabildiğine politik bir siyaset bilimciydi!
“Mahçup feministim” dese de, Türkiye’de ve aslında Türkiye dışında da kadınlara çok yollar açan bir “harbi feminist”ti.
Ve tabii ki mor kıyafetli kadınlar tarafından uğurlandı…
Çocukluğuna kendi sözlerinden bakınca, en küçüğünden en büyüğüne herkese ve her kesimden insana gösterdiği nezaketi, ondaki zarafeti anlamak daha mümkün oluyor!
“1944 doğumluyum, yani 2. Dünya Savaşı’nın son yılı doğdum. Hatta onunla ilgili çok tatlı bir anım vardır. İlk nüfus kağıdımda ekmek karnesi verilmiştir yazıyordu.
Annem Hayrunnisa Köni, babam Yunus Kazım Köni; her ikisi de felsefeciydiler. İkisi de öğretmendiler ama babamın Milli Eğitim Bakanlığı’nda idari görevi de olmuştu. Çocukluğum, babamın görevinden dolayı Ankara’da geçti. Babam açıkça ateistti, annem agnostikti. Babaannem bizimle yaşardı, o da Balkan göçmeni, namazında niyazında, orucunu tutan bir kadındı. Bunlar birbirine ters düşen inançlar ama inançların farklılığına rağmen aynı evde, müştereken, birbirlerine çok saygı duyarak yaşadılar. Dolayısıyla çocukluğum bir hoşgörü ortamında geçti. Sonradan bütün hayatım boyunca anarşizan demokrat oldum ama bunun temelleri aslında çocukluğumdaki bu ortama, demokrasiye kadar gider: Farklı inançlara sahip insanların bir arada yaşamaları ve birbirlerine hoşgörü göstermeleri. Bu, çocukluğumla ilgili söylemem gereken en önemli nokta sanırım.”*
Son yıllarında sık sık onunla hasbıhal eden komşu oğlu Demir bey (yedi yaşlarında) nasıl “bey”se, -ki o da Şirin’e “Şirin hanım” diye hitap ediyordu- tamirci Ahmet bey de, Profesör Cemil bey de hep aynı incelik ve hitabetle karşılık buluyordu hayatta!
Feminizm ise hangi yaştan olursak olalım hepimizi eşitlerdi kolaylıkla; Şirin, Stella, Gülnur, Ceylan, Filiz olarak…
Biz Şirin’le uzun bir yolu yürüdük. Bu yolda hep önümü açtı, yolumu aydınlattı. Bunu benim gibi birçok kadının hissettiğine eminim. Ancak ilginç olan bunu hiç hissettirmeden yapabilmesindeydi ki bu gerçekten eşsiz bir maharet; hiç hissettirmeden yolunu aydınlatmak, ders vermemek, bilgiçlik taslamamak… Kaçımız bu maharete sahibiz, kaçımız bu incelikle yolları açıyoruz “bu kekre dünyada” bilemiyorum!
Tamam çok zarifti ama öyle de inatçıydı ki Şirin, o kadar olur! Sigaraya olan tutkusu vazgeçilmezdi! Özellikle son yıllarda ülke siyasetinden duyduğu endişelere ve bedensel rahatsızlıklarına rağmen, ne sigaradan vazgeçti, ne şarabını yudumlamaktan, ne de haberleri izlemekten… Hiçbirimizi dinlemedi, ama hiçbirimizi. Sınırları kendisi çizerdi, anlardık ki nafile çaba!
Hayatı boyunca, hele ki son yıllarında inanılmaz mütevazı bir hayat yaşadı. Pazen ve onu sımsıcak saran çiçekli elbisesi mütemmim cüz’ü gibiydi! Ne fazla eşya, ne fazla giysi; bir hırka, bir pazen elbise…
Her şeyden önce bilgi zenginiydi Şirin!
Ol hikaye kısaca şöyledir: Lise yıllarından sonra dededen kalma evlerini kiraya vererek annesi onu Paris’e gönderir. Ve Paris’te dil öğreniminden sonra Hukuk Fakültesine başlar. Ancak hukuku sevmediğini fark eder ve daha sonra yerleştiği Lozan’da siyaset bilimine yönelir.
Yine kendi sözleriyle şöyle anlatır o yılları:
“…Lozan Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nün o yıllarda çok iyi bir akademik kadrosu vardı. Paris’te Maurice Duverger’in anayasa dersinde iki bin öğrenci olurdu, kim kime dum duma, dersler fotokopiyle idare ediliyordu. Lozan’da ise siyaset bölümünde otuz öğrenciydik, Paris’in aksine hocalarla çok yakın ilişkilerimiz vardı.
Sonradan öğrenci karnelerime baktığımda fark ettim: Henüz Marksizmin tam yükselmemiş olduğu bir dönem olmasına rağmen -68’den sonra çok büyük bir yükselişi olacaktı- ben nedense ideolojik olarak egzistansiyalizmden sola doğru bir kayış yaşamışım. Derslerde hep Marksizmle ilgili konuları tercih etmişim…”
Şirin 1967’de okulu bitirir, Türkiye’ye döner ve 1968’de İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde asistan olarak çalışmaya başlar. 1975’te, bir grup arkadaşıyla Tüm Üniversite, Akademi ve Yüksek Okullar Asistanları Birliği’ni (TÜMAS) kurarlar.
Şöyle ifade eder: “…YÖK gibi bir belanın geleceğini hiç düşünmeden büyük bir iyimserlikte üniversite yasasını demokratikleştirmek istiyorduk. Asistan temsilcisi de fakülte kuruluna girsin, öğrenci temsilcisi de girsin gibi konuların etrafında dolanıyorduk. Ama çok iyi bir örgüttü. O zaman bu örgütlere demokratik kitle örgütü denirdi, tabii hiç biri kitle örgütü değildi, hele hele TÜMAS’ın hiç bir kitlesi yoktu (gülüyor) ama bütün o demokratik kitle örgütleri arasında en demokrat olanı TÜMAS’tı…”
Aynı yıllarda kadınların siyasal hayata katılımıyla ilgili doçentlik tezini hazırlar. Bu Türkiye’de bir ilktir! Ve tabii ki tezi üniversitede ciddi bir dirençle karşılaşır. “Siyaset bilimi ciddi bir bilim dalıdır, kadınlarla uğraşmak da ne demek oluyor.” diyenlere karşı bir tek kişi destekler onu: Bülent Tanör!
O günden yaşamının sonuna kadar ise sevgili Şirin Tekeli, Şirinimiz, “kadınlarla uğraşmaktan” asla vazgeçmez!
YAZKO kadın dizisi, dergi çalışmaları, Somut Dergisi’nde yazılan ilk feminist yazılarla başlayan yol, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW) uygulanması için toplanan binlerce imzanın 8 Mart 1987’de Meclis’e sunulması…
Birlikte kurucusu olduğumuz Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’nın kuruluşu öncesinde örgütlediğimiz “Dayağa Karşı Kampanya”nın, İstanbul Yoğurtçu Parkı’ndaki yürüyüşüne, kendi elleriyle yaptığı renkli ve kenarları çiçekli “Kadınlar Üstündeki Baskılara Son” yazılı döviziyle gelişi hiç gözümün önünden gitmez.
Mor Çatı’nın yanı sıra daha da nelere kuruculuk eder Şirin: İnsan Hakları Derneği kurucu üyeliği, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER), Anadolu Kültür, Winpeace Türk ve Yunan Kadınları Barış Girişimi… Fransa Kültür Bakanlığının verdiği Akademik Palmiye Ödülü’nü de unutmayalım.
Çoğu kadınlar ve demokrasiyle ilgili 25 kitabı da Türkçe’ye kazandırmıştır Şirin. Kendisinin son kitabı ise “Feminizmi Düşünmek”tir.
Şirin bilgi zenginidir demiştim ya, öyledir! Para ise kolaylıkla paylaşılabilen, fazlasına hiç ama hiç tevessül etmediği bir nesne olmuştur onun için.
Onunla son olarak “Şirin-Ahmet Tekeli Kadın Hukukçuları Destekleme Vakfı”nı (KAHUDEV) kurduk. Ve onun sayesinde her yıl onlarca kadın hukukçu burs alma olanağına erişebiliyor. Lozan’da tanıştığı ve evlendiği Av. Ahmet Tekeli’nin de adını taşıyan Vakıf, Şirin’den sonra bizim en değerli ve yaşadığımız sürece devam ettireceğimiz varlığımız… Vakıf sayfamızda kendi sözleriyle ifade ettiği gibi;
“…Ahmet’le siyasi görüşlerimiz hep farklı oldu, hep tartıştık; o, fanatik bir Fenerbahçeliydi, ben, fanatik olmayan bir Galatasaraylıydım; o spor severdi, ben opera severdim gibi… hemfikir olduğumuz konular da vardı; hukukun ve kadın hakları mücadelesinin önemi bunların başında geliyordu.
İşte bu nedenle, Ahmet 2010 yılının Kasım ayında öldüğünde, vasiyetname yoluyla bana bıraktığı mal varlığını bu ortak amacımız için kullanma kararı aldım. Kadın hukukçuları, öğrenci, stajyer avukat, araştırmacı olarak desteklemek, onlara bu amaçla burslar vermek bu Vakfın kuruluş nedenidir. Sanırım, Ahmet’in de seveceği bir fikirdir. Onun anısını böyle yaşatmak istedim…”
“Ah ne olur bana vasiyetlerle gelme” dediğim sevgili dostum, ölümünden sonra da bütün mal varlığını kadın kuruluşlarına, vakıflara bağışladı, bedenini bilime bağışladığı gibi.
İyi ki doğdun, iyi ki yolumuzu aydınlattın.
Morlu kadınlar seni hiç unutmayacak…
*(Şirin Tekeli’nin Esen Özdemir’e verdiği ve 5harfliler.com‘da 30 Haziran 2010’da yayımlanan söyleşisinden)
Güncel Hukuk Dergisi’nin Mart sayısında yayınlanmak üzere yazılan bu yazıyı derginin onayıyla yayınlıyoruz.