Yaşını göstermemenin bir iltifat sayıldığı patriyarkal hayatta dile de müdahale şart oluyor. Bu müdahale de şüphesiz ki feministlere düşüyor. 

Her türlü hiyerarşinin mümkün mertebe reddi temel düsturumuz. Buna elbette ki yaş hiyerarşisi de dahil [1]

35 yaşındayım, yaş aldıkça dünyaya daha çok yerleştiğimi, kendimi daha çok tanıdığımı, sınırlarımı daha çok öğrendiğimi hissediyorum. Bu his benim için beraberinde yaşamın değerli olduğu duygusunu getiriyor. Çoğu zaman gecikmenin telaşı, bir şeyleri kaçırıyor olmanın endişesi eşlik ediyor bu duyguya, yani öyle pirüpak değilim. Bazen de yaşı benden daha fazla olan kadınların, yaşımı söylediğimde, kendi yaşamlarına dair hissettikleri kayıp, gençliklerinden uzaklaşmanın melankolisi ile bana bakmalarından utanıyorum, “yaşını göstermiyorsun” dendiğinde hakkım olmayan bir şeye sahipmişim gibi hissediyorum. Halbuki yaş, hepimizin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sürekli savrulmuyor mu? Kaç yaşında olursak olalım, hep bir mesele değil mi kadınlar için?

İşte tüm bu hislere tercüman, yaşın aslında feminist bir mesele olduğunu en samimi haliyle ortaya koyuyor bu kitap. Kadınların yaşlılık deneyiminin patriyarkal kapitalizmle bağlarını işaret ederken, yaşlılığı politik bir mesele haline getirmeye soyunuyor. Yaşlı ayrımcılığına dair önyargıları “sarsmak”, “altüst etmek” istiyor. “Yaşlılığın Feminizmi” adlı giriş bölümünde, feminist literatürde yaşlılık meselesinin henüz pek ele alınmadığını görüyoruz. Halbuki kadınların yaşlılık deneyimleri erkeklerin yaşlılık deneyimlerinden çok farklılaşıyor. Nasıl bir yaşlılık yaşayacağımızın sınıfsal konumumuza, etnik kimliğimize, cinsel yönelimimize göre değişimi çalışmada ayrıca vurgulanıyor. Tüm bu konumların beraberinden getirdiği olumsuz koşullar yaş aldıkça derinleşiyor.

Kitapta hem patriyarkadan hem de kapitalizmden beslenen kadınlara yönelik yaşlı ayrımcılığının ana hatları çiziliyor. Yaş aldıkça, kadınlar neden cinsellikten uzak, cinsiyetsiz bedenlermiş gibi görülmeye başlanırken, erkeklerin yaşlandıkça çekici olduğu düşünülüyor? Kadınlar yaş aldıkça neden çocuk ve yaşlılara bakım yükünden sorumlu tutuluyor? Devasa sağlık ve kozmetik sektörü bir yandan bizi bedenlerimize yabancılaştırırken bir yandan da genç kalmak için yapılması gerekenler listelerini önümüze koyuyor. Neden yaşlanmaya hakkımız olmuyor? İçinde bulunduğumuz politik yapılarda, erkekler için yaşlı/genç ayrımı yapılmıyorken, bu yapılarda neden özellikle “genç kadınlar”ın olması arzulanıyor? Kitap bu soruların etrafında, feminist yapılar içinde yer almış 40 yaş üstü kadınların içten mektuplarıyla şekilleniyor. Pek çok cümlede kendinizi görebileceğiniz, altını çizeceğiniz, bazen de yüzünüzde tebessüme sebep olacak mektuplarla, bence yaşlanma hakkımız teslim ediliyor.

Kitabın hazırlanış süreci, mektup yazarlarına iletilen çağrı, yani çalışmanın her adımı feminist yönteme dayanıyor. Yazarlar, alfabenin tersinden sıralanmış. Mektup, kadınların yazmasını kolaylaştıracak bir araç olduğu için özellikle seçilmiş. Yazarlara iletilen çağrıda, sevdikleri bir kişiye bir nesneye hitapla bu mektubu yazmanın işleri kolaylaştırabileceği ipucu verilmiş. Kitabı hazırlayanlar yaşlılıkla ilgili ön çalışma yaptıkları için mektup yazarlarından daha avantajlı olacaklarını fark ederek mektup yazıp yazmamayı tartışmışlar, gelen ilk birkaç mektubu okuduktan ve işlerin rayında gittiğine, çağrılarının karşılık bulduğuna emin olduktan sonra, kendi mektuplarını bitirmeden diğer mektupları okumamışlar. Ve her yerde mektup yazarlarına dostça kapı aralamışlar. Amaçlarının akademik bir çalışma olmadığını, mektupların feministler arası bir deneyim paylaşımını amaçladığını dile getirmişler. Kitabı okurken akademik feminizmin boğuculuğunun aksine baştan sona feminist yöntemin inceliklerini hissetmek çok güzeldi.

Çalışmanın her yanına feminist yöntemin nüfuz etmesinin yanı sıra, kitabı eşsiz kılan bir başka yön de feminist politikaya imkân sağlaması bence. Çalışmanın daha başlangıçta çizdiği çerçevede farklı kuşaktan feministlerle karşılaşmaların getirdiği deneyimler feminist politika içinde anlamlandırılmaya çalışılıyor. Kitabı hazırlayanlar, yaşlılık ile ilgili deneyimi de farklı kuşaktan feministlere taşıma sorumluluğunu üstleniyorlar: “Yaşlanmayı korkulan kaçınılmaya çalışılan bir durum ve dönem olmaktan çıkarmayı her yaşımızı bize kattığı güvenle güçle karşılamayı istiyoruz”. Kitabı okurken aklıma takılan soru şu oldu, neden salt yaşın kendisi bir deneyim hiyerarşisi sayılıyor? Hepimizin farklı alanlarda farklı özellikleriyle aktarabileceği çeşitli deneyimler varken neden burada yaş otomatik olarak hiyerarşik algılanıyor? Neyse ki deneyimin birbirinden farklı veçheleri olduğuna da mektuplarda değiniliyor.

Kitapta yer alan mektuplarda pek çok kez tekrar eden hususlar var. Yaşlılık meselesi kadınlar için bazen annelikle kurdukları ilişki üzerinden, bazen de kendi anneleriyle kurdukları ilişkiyle ele alınıyor. Artan bakım emeği, yalnızlık hissi, güzellikle ilgili kaygılar, bedene yabancılaşma ve farklı kuşaktan feministlerle ilişkiler öne çıkan başlıklar arasında yer alıyor. Elbette yaş meselesi toplumsal olarak birçok yargıyla yaftalansa da kadınlar yüzlerinde beliren çizgileri sevdiklerinden, yaşlanmaya hakları olduğundan, saçlarını boyamaktan vazgeçtiklerinden, yaş aldıkça hayatla kurdukları bağda daha güçlendiklerinden de bahsediyorlar. Her mektup feminist politikaya ayrı bir kapı aralarken düşüncelerimizde, hislerimizde, kırılganlıklarımızda nasıl ortaklaştığımızı görüyoruz. Kitabı hazırlayanlar zaten bu ortaklığa çağrı yapıyor: “Çünkü deneyimlerimizle düşünürsek başka bir yerdeki bir kadınla hayalimiz buluşuyor. Çünkü kişisel olan politiktir.”

Kitabı bitirdiğimde uzun zamandır kişisel olanla bu denli güçlü bir bağ kuramadığımızı düşünmüştüm. Feminist gruplarda yaptığımız son buluşmalardan birinde “artık bilinç yükseltme yönteminin modası geçti” diye bir tespit yapılmıştı. Kitabı okumanın tam da bilinç yükseltme eylemi olduğunu, bu deneyimi de okurlarına açılarak cesurca kolektifleştirdiğini hissettim.

Mektuplarda karşılaştığım bir başka ortaklık da deneyimlerini aktaran feminist kadınların gelecekte birlikte yaşamaya dair kurdukları hayallerdi. Bu bazı mektuplarda feminist bir apartmanken bazısında feminist çiftlikti. Feministler ille de feministlerle birlikte yaşlanmak istiyordu! Bakım yükü, yeni kuşakla hemhal olamama gibi nedenlerle aktif mücadele alanlarının sınırlarında yer alsalar da kadınların hâlâ mücadeleye devam ettiklerine, feminist bir yaşam hayalinde buluştuklarına şahit olmak ne güzel!

Ve birbirinden heyecan verici sloganlar. Kitabı hazırlayanlar, feminist politikadaki ısrarlarını çalışmaları esnasında buldukları sloganlarla, deyimlerle pekiştiriyor: “Yaşının güzelliği üzerinde!”, “İnadımız yaşımızdan büyük!”. Öyle ya, yaşını göstermemenin bir iltifat sayıldığı patriyarkal hayatta dile de müdahale şart oluyor. Bu müdahale de şüphesiz ki feministlere düşüyor.

Türkiye’de feminist hareketi, diğer muhalif hareketlerden ayıran önemli bir özelliğin, her kuşaktan feministin hâlâ aynı masalarda buluşabilmesi olduğunu düşünüyorum. Bizi besleyen, feminist yaşam tahayyülümüzü güçlendiren şey, bu birliktelikten geliyor. Kitap, bu ortaklığı kuvvetlendiriyor. Yaşın, yaşlılığın konuşulmayan üzerimizdeki ağırlığını bir örtüyü çekip alır gibi kaldırırken ilişkilenmelerimize “feminist bir ilmek” atıyor.

Ben ilk kez feminist bir kitabı anneme hediye etmek için sabırsızlanıyorum.

Canım kadınlar, emeklerinize sağlık.

[1] Haz. Hülya Üstün, Hatice Erbay, Gülsen Ülker, Dilek Alıcıoğlu Cömert, Bilgen Tümen, Aynur Demirdirek, Yaşını Gösteren Kadınlar: Yaşlanmanın Feminist Deneyimi, Ankara, Dipnot Yayınları, 2024.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.