Kuaför ilk makası atınca saçıma, derin bir sükunetle doluyorum. Saçlarımın yüzüme gelen tarafı için sabırsızlanıyor, görebileceğim ilk makas iziyle birlikte kuaföre kocaman bir gülümseme bahşetmemle bir tekrar döngüsünü daha başlatıyorum.
Bazen bir anda gelen ama çoğunlukla eve kapanmalı birkaç aydan sonra “hayatımdaki her şey o kadar kötü ki sadece saçımı kestirerek bir aksiyon almak istiyorum” evresi karnıma saplanan ve ancak saçlarım kesilmeye başlayınca geçen bir sancı, kıvrandırır beni aylarca. Neden her türlü değişim bu kadar sancılıdır bilmemekle birlikte değişimin sadece saçlarımla kısıtlı olması, bir sonraki saç kesimime kadar beni idareten götürür diye diliyorum.
Kendime ve kişisel bakımıma ayrılan para zoruma gittiği için yılda bir kestirdiğim eskiden kara birkaç yıldır ise mor saçlarımı, zamanın zulmüne dayandığı yere kadar uzatırım. Omuzlarımda taşıdıktan üç ay kadar sonra bu kadar yük bana fazla diyerek kestirmem arasında altı ay oynuyor. Her seferinde aynı saç modeli, kuaförlerde ise ABLA BU KADAR KISA MI adlı şaşırmaları eşliğinde her seferinde hesaplı kuaför bulma hevesim yüzünden gittiğim farklı kuaförler benim için çok iyi öğrendiğim bir dersin tekrarı adeta. Hepsi öğrenmiş bir “Saçlarını kesen bir kadının, çektiği acıyı anlayabilecek kadar sev ama asla bir kadının saçlarını kestirmesine sebep olma” klişesini, şaşıra şaşıra bakıyor ve hepsi de neden bu kararı verdiğimi sorguluyor. İnsanların iyi niyetine vurmak istiyorum bunu, yardımcı olmak istemesine ya da derdini söylemeyen derman bulamazmış atasözünün bir bakıma gerçekliğine fakat olmuyor. “Saçlarım bana bir yük, kendimin varlığı ayrı bir yük kardeşim, bu yüzden az yer kaplamak istiyorum dünyada.” demek istiyorum ama fazla histerik bolca kederli bu cümleyle insanların gününü de dertlendirmeye gerek var mı diyerek susuyorum. Klişelere ve tekrarlara bocanmış hayatımın yıllık ritüelleri işte bunlar. Kuaför ilk makası atınca saçıma, derin bir sükunetle doluyorum. Saçlarımın yüzüme gelen tarafı için sabırsızlanıyor, görebileceğim ilk makas iziyle birlikte kuaföre kocaman bir gülümseme bahşetmemle bir tekrar döngüsünü daha başlatıyorum.
Ardımdan giden saçlara şöyle bir bakıyorum. Saçlarımın şahitlik ettiği şeyleri aklımdan geçirirken kuaför “çok yıpranmış saçların, boyan da akmış, kim boyuyor saçlarını” diye soruyor. Ben boyuyorum diyorum ama aslında annemi ve komşumuzu darlayarak güçbela boyuyor, her seferinde sevdiğim adamın bende yakıştırdığı saç rengini aynada gördükçe onun döneceğine dair güçlü bir inanç beslememle saçlarımın boyasının akması arasında tahmini dört ay oynuyor. Aylar geçiyor, saçlarım mordan yavaş yavaş pembeye oradan da sarı-beyaz arası bir renge doğru yolculuğa çıkıyor ama bu süre zarfında sevdiğim adam hâlâ gelmiyor. Kaç mor eskittim bu yüzde, kaç gün karıştı geceye, büyüyünce de giyersin diye aldığım kederlerden taç yaptım kendime, akşamları gözyaşlarımdan yün yorganlar ördüm kendime, olmadı. Ben morun tonları oldum, morun kendisi oldum bu süreçte. Kızıldan döndüğüm dönemeçte kendimi morda buldum. Olmadı.
Şimdi kendime dönme zamanı, mordan da kızıldan da önceye, gençliğe ve hatta annemin bende çok yakıştırdığı çocukluk saçıma.
Son makas döndürürken beni gerçeğe, aynada gördüğüm aksim bana çocukluk neşemi ilk saniyede bağışladı ama ben çocukken de hüzünlü bir çocuktum; bunu hep unuturum. Saç kederi dağıtıp kaderi baştan yazar mı bilmiyorum ama kendimin yeni haline alışana kadar her ayrılık bir vurgun değmeyin “saçlarıma” …