Türkiye’de mülteciler bir yandan gündelik hayatlarında artan ırkçılık ve şiddete diğer yandan ise yasal şiddete maruz kalmaya devam ediyor. Negar da bu şiddet biçimlerine maruz kalmış, İranlı bir gazeteci ve insan hakları aktivisti. 2018 yılında İran’da eşi ve kendisi hakkında açılan dava ve güvenlik riskleri sebebiyle Türkiye’ye iltica eden Negar, iltica başvurusundan ancak altı sene sonra Göç İdaresi tarafından mülteci statü belirleme mülakatına çağrıldı ve mülakatın olumsuz sonuçlanması sebebiyle şu an sınır dışı kararıyla karşı karşıya. Negar’la İran’daki koşulları, son seçimden sonra İran’da olanları, kadınların bitmeyen mücadelesini ve Türkiye’deki mültecilerin yaşam koşulları hakkında konuştuk. Negar, Göç İdaresinin haklarında verdiği sınır dışı kararına karşı, feministlerin ve insan hakları savunucularının desteğini bekliyor ve ekliyor: “Sesimizi dünyaya duyurmalı ve insan haklarını savunmalıyız.”

Öncelikli olarak biraz kendinden bahsedebilir misin Negar?

Ben Negar Jokar, İranlı bir gazeteci ve insan hakları aktivistiyim. İnsan hakları ve gazetecilik faaliyetlerime İran’da başladım. İran’da insan haklarını kolayca ihlal eden diktatör bir hükümet var. Hükümeti protesto edenler, güvenlik güçleri tarafından en acımasız şekilde öldürülüyor. Gazeteciler uzun hapis cezalarına çarptırılıyor. Ayrıca hükümet, halkı korkutmak için bir dizi protestocuyu idam ediyor. İran’da yaşayan genç bir kadın olarak, ülkemde yaşanan yaygın insan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalamazdım. Bu yüzden hükümet karşıtı faaliyetlere başladım.

İran’da zorunlu olan başörtüsünü takmadan sokaklarda yürüyor; eşim Ehsan da beni çekiyordu ve bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşıyorduk. Amacım, ülkemin kadın ve kızlarını hakları için mücadele etmeye teşvik etmekti. Benim ve eşimin aileleri dindardı, bu yüzden genç bir kadın olarak aktif olmak benim için çok zordu ve zorlayıcıydı. İran’da takma isim kullanarak gazeteciliğe başladım. Kimliğimin açığa çıkmaması için bir takma adla çalışmak zorundaydım. Siyasi mahkumların aileleriyle iletişim kurdum ve siyasi mahkumların durumuyla ilgili raporlar yazdım. İran dışındaki Farsça medya kuruluşlarına raporlar gönderiyordum ve bunlar yayınlanıyordu. Öte yandan, eşim de beni destekliyordu. O da İran’daki diktatörlüğe karşıydı.

İran’da zorunlu olan İslam’dan çıktık ve Hristiyanlığa geçtik. İran İslam Cumhuriyeti yasalarına göre İslam’dan ayrılmak suç sayılıyor ve başka bir dine geçenler ağır bir cezaya tabidir. İslam dinini eleştiren pek çok kişi mahkeme kararıyla idam cezasına çarptırıldı. Ayrıca, Hristiyanlar, Bahailer, Sünniler gibi farklı din ve mezheplere sahip çok sayıda vatandaş uzun hapis cezalarına çarptırılıyor. Ben ve eşim bu haksız yasalar ve cezalar karşısında asla sessiz kalamazdık. Diktatörlüğe karşı çıkmanın hayatımızı tehlikeye atacağını bilmemize rağmen, asla sessiz kalmadık.

Bir kadın gazeteci olarak İran’daki ve Türkiye’ye geldikten sonraki deneyimlerin hakkında neler söylemek istersin?

İran’da gazetecilik ve insan hakları faaliyetleri benim için çok zordu ve zorlayıcıydı. Kimliğimin açığa çıkmasından ve tutuklanmaktan çok korkuyordum. Özellikle eşimin işyerinde tutuklanması ve bilgisayar şirketimizin mühürlenmesinden sonra korkum günbegün arttı. Bu olaylar bende büyük bir zihinsel ve duygusal stres ve baskıya neden oldu ve epilepsi geçirmeme sebep oldu. Hâlâ başa çıkmaya çalıştığım bir hastalık. Ancak gazetecilik ve insan hakları faaliyetlerime devam ettim. Fakat 2018 yılında yaşadığımız güvenliğimizi tehlikeye düşüren olaylar ve yeniden tutuklanma ve yargılanma korkusu nedeniyle İran’dan kaçmak zorunda kaldık. İran’dan kaçtıktan hemen sonra Ankara’da bulunan Birleşmiş Milletler’den uluslararası koruma talep ettik. Türkiye’ye geldikten sonra aile avukatımız aracılığıyla benim ve eşim hakkında bir dava açıldığını ve insan hakları ve dini faaliyetler nedeniyle birkaç yıl hapis cezasına çarptırıldığımızı öğrendik.

Türkiye’ye geldiğimden beri insan hakları ve gazetecilik faaliyetlerimi alenen yapıyorum. İran’daki insan hakları ihlalleriyle ilgili raporlar yazıp yayınladım. Faaliyetlerime devam ettiğim için İran’daki diktatörlükle bağlantılı kişiler tarafından sürekli olarak siber alemde tehdit ediliyorum. Eylül 2022’de Mahsa/Zhina Amini adlı bir kız İran’da başörtüsü nedeniyle güvenlik güçleri tarafından tutuklandı ve hayatını kaybetti. Adını mutlaka duymuşsunuzdur. Ölümünden sonra İran’da diktatörlük karşıtı yaygın protestolar başladı. Birçok protestocu öldürüldü, birçok kişi hapishanelere kapatıldı ve bazı protestocular idam edildi. Farklı ülkelerde yaşayan İranlılar da İran’da öldürülen eylemcilere destek olmak için çok büyük yürüyüşler düzenlediler. Ancak Türkiye’deki düzenlemeler nedeniyle miting düzenlemek mülteci olarak benim için zordu. O günlerde Mahsa Amini’nin resmini bir tişörte bastırdım ve o tişörtü her gün giyip sokaklarda yürüdüm. Amacım Türk vatandaşlarını İran’da olanlar hakkında bilgilendirmekti.

İran’daki insan hakları ihlallerini ve siyaseti yakından takip eden bir gazetecisin. Son seçimlerden bu yana İran’daki uygulamalarda herhangi bir değişiklik oldu mu? Aynı baskıcı sistem hâlâ devam ediyor mu?

Maalesef İran’da demokrasi ve insan haklarına saygı durumu gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. İran İslam Cumhuriyeti rejimi, ülkeyi yöneten tam bir diktatörlük. Aslında, İran’daki cumhurbaşkanlığı seçimi bir televizyon şovuna daha çok benziyor. Cumhurbaşkanlığı adayları halkın temsilcileri değil, İslam Cumhuriyeti lideri Ali Hamaney tarafından özellikle seçilen kişilerdir. Her cumhurbaşkanlığı seçim döneminde, vatandaşlar önceki dönemlere göre daha az bir şekilde istedikleri temsilci için oy kullanıyor. Aslında, seçimlere katılımın azalması, insanların ülkenin durumundan memnuniyetsizliklerinden kaynaklanmaktadır. İran’da ifade özgürlüğü yok. Eğer biri hükümeti eleştirirse, derhal tutuklanır. Hükümet, eleştirel vatandaşları tolere etmez ve protesto eden insanları bastırmak için her türlü yolu kullanır. Bu nedenle, insanlar artık sandıklara inanmıyor ve seçimlere katılmıyorlar. Çünkü temsilcilerin gerçekleşmeyen sahte vaatlerini birçok kez duydular. Ancak hükümet, halkın seçimlere katılım oranlarını yüksek yüzdelerle açıklıyor. Halk, bu yüzdelerin yalan olduğunu çok iyi bilir. Örneğin, İran’ın eski cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir helikopter kazasında ölümünden sonra, İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Bu seçimde halkın katılım oranı çok düşüktü, ancak hükümetin kontrolünde olan resmi medya, katılım oranını yüksek ilan etti. İran’daki diktatörlüğü basit ve net bir şekilde şöyle açıklayabilirim: İran İslam Cumhuriyeti lideri Ali Hamaney, birçok protestocunun öldürülmesinde ana ve önemli rolü oynayan kişidir. Ayrıca, İran’ın eski cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, devrimden sonraki ilk yıllarda birçok siyasi mahkumun idamında doğrudan yer almış bir kişiydi. Aslında, İran’da insanlığa karşı işlenen suçlara karışan tüm kişiler şu anda İran’daki diktatör hükümetin yetkilileridir. Ayrıca, İran’daki diktatörlüğü anlamak için İran’daki çok yüksek ölüm cezası sayılarına bakabiliriz. Uluslararası Af Örgütü dünyadaki idam cezalarının istatistiklerine ilişkin son raporunda, İran’da bu cezanın önemli ölçüde arttığını ve geçen yıl 853 kişinin idam edildiğini açıkladı. Aslında, Çin’den sonra İran, dünyada en yüksek ölüm cezasına sahip ikinci ülkedir. Bu istatistik çok korkutucu ve dehşet verici.

Peki, İran’da kadınların talep ettikleri haklar için herhangi bir umut görüyor musunuz?

Bu diktatörlük hükümeti İran’da var olduğu sürece, kadınların taleplerinin yerine getirilmesi konusunda umutlanamayacağımızı söyleyebilirim. Kız çocukları ve kadınlar, taleplerini gerçekleştirmek için İran’da hükümete karşı her zamankinden çok daha fazla mücadele ediyorlar. İran’da kadınlar, büyük bir cesaretle diktatörlüğe karşı başkaldırıyor ve hiçbir şeyden korkmuyorlar. Hatta hapishanelerde, çok yüksek sesle hükümet karşıtı sloganlar atıyorlar. Hükümet, halkın taleplerine saygı göstermediğini ve vatandaşların taleplerini yerine getirmediğini defalarca kanıtladı. İnsanların bir talebi varsa, onları sert bir şekilde bastırıyor. Örneğin, birkaç ay önce İran’da Roya Heşmeti adlı bir kadına zorunlu başörtüsü takmadığı için kırbaç cezası verildi. Görevliler, bu kadının vücudunu sadece zorunlu başörtüsü takmak istemediği için kırbaçladı. Aslında, hükümet bu kadını bastırmak için kırbaçlamayı kullandı ama bu ceza kadını susturamadı. Daha da güçlendi ve hükümet karşıtı sloganlar attı. Şimdi, birçok insan hakları aktivisti ve İranlı kadınlar, Roya Heşmeti’yi tanıyor ve o bir direniş sembolü haline geldi. İran’da kadınların cesareti böyle katlanarak artıyor. Hükümete boyun eğmiyorlar ve kadınların asıl isteği, İran’daki diktatör hükümeti devirmek.

Türkiye’de kadın mülteci olarak yaşamak ne demek? Özellikle son zamanlarda artan ırkçı saldırılar seni ve günlük hayatınızı nasıl etkiledi?

Türkiye’de bir insan hakları aktivisti ve mülteci bir kadın olarak birçok sorunla karşılaşıyorum. Kesinlikle güvende hissetmiyorum ve durumum gün geçtikçe kötüye gidiyor. Türkiye, İran’daki diktatör rejime karşı olan biz gazeteciler ve insan hakları aktivistleri için güvenli değil. Şimdiye kadar Türkiye’de yaşayan pek çok muhalif gazeteci ve insan hakları aktivisti öldürüldü veya kaçırıldı. Kendimle ilgili olarak, bu yıllar boyunca güvenlik tehditleri nedeniyle ailemin buraya gelip beni ziyaret edemediğini söylemeliyim.

Türkiye’de ne zaman ırkçı saldırılar meydana gelse, kendimi daha da güvensiz hissediyorum. Türkiye’de birçok kez ırkçı muameleye maruz kaldım. Özellikle mülteci bir kadın olarak bu tür muameleye daha fazla maruz kalıyorum. Yaşadığımız şehri Göç İdaresinden izin almadan terk edemiyoruz. Uzun yıllardır devletin karar verdiği çok küçük bir şehirde yaşıyorum. Bu şehrin Göç İdaresi, kısa süreliğine de olsa -bir saatliğine bile- şehri terk etmemize izin vermiyor. Bizimle, hiçbir insanın onuruna ve karakterine yakışmayan aşağılayıcı, küçük düşürücü ve ırkçı bir şekilde ilgileniyorlar ve kendimizi mahkum gibi hissediyoruz.

2018 yılında Türkiye’de iltica başvurusunda bulunduğunu söylemiştin ve geçtiğimiz günlerde Göç İdaresi tarafından dosyan reddedilerek hakkında sınır dışı kararı verildi. Bu kararın dayanağı nedir ve gelecekteki süreç senin için nasıl görünüyor?

Nisan 2024’te eşim ve ben Göç İdaresi tarafından mülakata alındık. Hayatımızın tehlikede olduğuna dair tüm kanıtları sunduk. Ancak ne yazık ki görüşmeyi yapan kişi, İran’la ilgili konulara karşı oldukça ilgisiz ve bilgisizdi. Şok edici bir mülakat süreci geçirdik ve uluslararası koruma talebimiz uzman tarafından reddedildi. Bu benim için inanılmaz. Göç uzmanının beni tehdit eden tehlikeleri anlamaması nasıl mümkün olabilirdi?

Eşim ve ben, Göç İdaresi tarafından uluslararası koruma başvurumuzun reddedilmesi kararına itiraz ettik. Mahkemenin gelecekte ne karar vereceğini bilmiyoruz ama maalesef Türkiye Göç İdaresi gibi, mahkemenin de olumsuz yanıt verdiğini tahmin ediyoruz. Hâlâ Göç İdaresinin uluslararası koruma talebimizi reddettiğine inanamıyorum, hâlâ şoktayım. İran’daki dini inançlarımız ve insan hakları faaliyetlerimiz nedeniyle İran’dan kaçmak zorunda kaldık ve faaliyetlerimiz nedeniyle hapis cezasına çarptırıldık. Eğer İran’a sınır dışı edilirsek, yıllarca hapiste kalmak zorunda kalacağız ve başımıza ne geleceğini bilmiyoruz.

Daha önce de söylediğim gibi, İran’daki diktatör hükümet, hiçbir muhalifine merhamet göstermez. Bu defalarca kanıtlanmıştır. Görünüşe göre Göç İdaresi, bizi tehdit eden tehlikeleri dikkatlice incelemeden koruma talebimize olumsuz yanıt veriyor. Ben İranlı bir insan hakları aktivisti ve gazeteciyim, İran’dan kaçmak zorunda kaldım ve buraya sığındım. Dünya genelinde insan hakları aktivistleri ve gazetecilerin desteklenmesi gerekir, ancak Türkiye’de başıma gelenler hiçbir destek olmadığı gibi koşulların bizler için nasıl zorlaştırıldığını da gösteriyor. Mesela sağlık sigortamın da kesildiğini söylemeliyim. Daha önce de belirttiğim gibi, İran’daki istihbarat ve kolluğun bana uyguladığı zihinsel ve duygusal şiddet, stres ve baskı bende epilepsiye yol açtı. Uzman bir doktorun gözetimi altında olmam gerekiyor. Ancak sağlık sigortamın sona ermesi sebebiyle buna erişmekte zorlanıyorum. Bu durum hayatımı ve sağlığımı ciddi şekilde tehlikeye atıyor.

Ne yazık ki, Göç İdaresi son zamanlarda birçok sığınmacının dosyasını reddetti ve bu durum sığınmacılar için birçok tehlike yaratıyor. Şimdiye kadar, sığınma başvurularının reddedilmesi nedeniyle birçok sığınmacı intihar etti. Ne yazık ki, sığınma davasının reddedilmesinden sonra birçok sığınmacı için Türkiye’yi yasadışı yollarla terk etmekten başka bir seçenek kalmıyor. Bu yol da sığınmacılar için tecavüz, boğulma, ölüm gibi birçok tehlike barındırıyor. Son olarak, bu çok hassas ve stresli dönemde, İran’a sınır dışı edilmeden önce Türkiye’den ayrılmamız için insan hakları örgütlerinin yardımına çok ihtiyacımız olduğunu belirtmeliyim.

Son olarak, Türkiye’deki aktivistlere ve feministlere neler söylemek istersiniz?

Sesimi başkalarına duyurduğunuz için bir feminist ve insan hakları aktivisti olarak size özellikle teşekkür etmek istiyorum. Türkiyeli aktivistlere ve feministlere, bizim sessiz kalmadığımız gibi, baskı karşısında asla sessiz kalmamaları gerektiğini ve birlikte olmamız gerektiğini söylemek istiyorum. Sesimizi dünyaya duyurmalı ve insan haklarını savunmalıyız.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.