Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi’nin ev sahipliğini yaptığı sempozyumda, eril bakışın dışlayıcı etkisi ile görünürlükleri ve adları tarihten silinen kadın sanatçılar ve edebiyatçılar konuşuldu.
Edebiyat, sanat, bilim, basın ve daha nice yazılı tarih kitaplarına bakarsak bakalım kadınlar tarihte sanki hiç yok gibiler. Peki gerçekten de bu böyle midir? Biraz daha detaylı bir araştırma yapıp, arşivin tozlu raflarına kaldırılan belgeler incelendiğinde kadınların da bir tarihi olduğunu görürüz.
Belki de bu nedenle, geçtiğimiz Kasım ayının başında Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi’nin ev sahipliğini ve organizasyonunu üstlendiği “Edebiyat ve Sanatta Tarih Dışında Bırakılanlar” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Sempozyumun ana teması, 19. yüzyılın son dönemi ile 20. yüzyılın ilk yıllarına tanıklık etmiş “kadın” sanatçı ve edebiyatçıları ele alarak, adlarını bugüne taşımaktı. Dönemlerinde ve sonrasında kronik algı ve eril bakışın dışlayıcı etkisi ile görünürlükleri ve adları silinen, kısıtlı bir çevre içinde kalan kadınlar bu sempozyumda anılarak adları, emekleri bugüne taşındı.
Kimler yoktu ki bu sempozyumda? Bugüne kadar hiç anılmayan ve adlarını bile bilmediğimiz roman yazarı Belkıs Sami, Hadiye Hümeyra, Sadiye Refik ve Nihal Safvet, roman ve öykü yazarı Halide Edip Adıvar, Emine Semiye, çevirmen, köşe yazarı, öykü ve roman yazarı Suat Derviş, şair Yaşar Nezihe, İhsan Raif Hanım, tiyatro sanatçısı Kınar Hanım (Sıvacıyan), ressam Sabiha Rüştü Bozcalı, Güzin Duran, ilk kadın heykeltraş Sabiha Bengütaş, ilk kadın gazeteci Selma Rıza, ilk profesyonel gazeteci ve çevirmen Sabiha Sertel, ilk savaş, foto ve gezi muhabiri Semiha Es, çevirmen Mebrure Alevok…
Kadın tarihi de ne demek?
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Serpil Çakır, kadın tarihini, kadınların baskı altında alınışlarının ve bunun tarih yazımında yansımasının, yani kadınların görünmez kılınışlarının ama aynı zamanda bu baskıya direnişin, bunun açık etmenin yol ve yöntemlerinin tarihi olarak tanımladı. Konuşmasında, Fatma Aliye’nin 1896 yılındaki “nasıl oluyor da tarihimizden habersiziz?” sözlerini hatırlatan Çakır, kadınların tarihlerine sahip çıkmasını ve yeniden tarih yazımının gerekliğinin altını çizdi. Çakır ayrıca evlilik, annelik ve diğer ev işleri gibi kadınlıkla ilişkilendirilen tüm işlerin tarih dışı sayıldığını ve kadınların yazılan tarihte yer alamadıklarını belirtti.
Sempozyumun bir diğer açılış konuşmacısı ise Ahu Antmen’di. “Bu bayan ressam… Sanat Tarihi Kitaplarında Dışlanma Senaryoları” adlı konuşmasında, sanat tarihini akımlar tarihi olarak anlatma eğilimi olduğunu belirterek böyle bir akımlar tarihi olarak baktığımızda kadın sanatçıların var olduğunu ancak bu gruplaşmalara giremediklerini, bu gruplaşmaların erkeklerin sosyalleştikleri alanlar olmaları nedeniyle kadınlara kapalı olduğunu ifade etti. Antmen: “1950’lerde gruplaşmalardan ziyade daha bağımsız hareketlilik içinde erkek sanatçılar ağırlıktadır. 1970’lerde farklı ifadeler aracılığı içinde olan kadınların getirdikleri görsel açılımlar [sanat tarihçileri tarafından] tespit edilmemiştir. Durum [sanat eserlerinin] 1990’lı yıllarda İstanbul Bianelleri ve uluslararası görünürlükle dolaşım kazanması sonrasında tersine dönmüştür. Kadınların sanat üretiminin daha fazla görünür olması söz konusudur. 1914 kuşağı ile kuşaktaş olan ve ilk kız sanat akademisinin açılmasına öncülük eden Mihri Müşfik hanımdan itibaren daha az sayıda da olsa, kadınların kanonik sanat tarihi içinde bulunmadığını aslında görebiliriz. Tarihsel süreç içinde bu kanonik yapının oluşmasına hizmet eden sanat tarihsel metinleri yazanlar erkek sanatçılar, sanat tarihçileri ve küratörler. Öte yandan Türkiye’de, kanonik Batı sanatında gördüğümüz gibi, kadınları tümüyle dışlayan sanat tarihi kitapları ya da sanat tarihsel sergiler söz konusu değildir. Metinlerde kadınların adı sayıca az da olsa geçer.”
Kadınlar tarihte neden yoklar?
Tarihte kadınların konu edilmeme nedenlerinin başında, toplumsal rolü öncelikle ev içinde tanımlandığından, kadınların çalışma yaşamı ve kamusal alandan uzak kalmaları geliyor. Dönemsel ve sonrasındaki erkek egemen bakış, kadınları daha çok anne, eş veya kardeş olarak konumlandırmış, bu da kadınların mesleki deneyim ve yetkinliklerinin görünmez kılınmasına neden olmuştur. 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında kadınların okuma yazma oranının düşük olması, kız çocuklarının okutulmaması ve sadece sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan ailelerinin kız çocuklarının özel hocalar ile eğitim almaları, kadınları çalışma yaşamından dışlayan başka bir neden oldu. Ve tabii en önemli nedenlerden biri de erkek egemen tarih yazımı. Tarihi yazan erkekler olunca kadınların görünmezliği daha da artıyor. Ahu Antmen ve Serpil Çakır’ın da altını çizdiği gibi, yazılan tarihi yazan da yapan da erkektir. Bu nedenle tarihi yeniden sorgulayarak, araştırarak adları arşivlerde kalanları dünden bugüne taşımak için farklı bir tarih yazımına ihtiyaç vardır. Bu da şüphesiz kadın çalışmaları ile olacaktır.
İlk kadın savaş, gezi, foto muhabiri olan Semiha Es’i, 2013 yılında adına düzenlenen “Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu” ile tanıma olanağı bulduk. Tarihin karanlığına ışık tutan bu sempozyumlar, tarihin derinliklerinde kalanların bugünlere tanıtılması bakımından son derece önemlidir.