Mümkün olduğunca çok insana sesimi duyurmak istiyorum; istiyorum ki kamusal ya da özel alanda kendisinden izinsiz bütünü ya da bir/birkaç uzvu fotoğraflanan/kaydedilen birisi yalnız ya da çaresiz hissetmesin.

2019 yılında bir mart günüydü, güneşli Barcelona’yı ardında bırakmış evine dönen bir grup öğretmenden biriydim. Konferanslardan ve gezmekten yorgun düşmüş; kafamı doğrultmakta zorlanıyor, habire uyuyakalıyordum. Bir anda bir gürültüyle irkilip uyandığımda çeşitli bağrışmalar duydum. Daha bir şey anlayamadan arkadaşlarımdan biri yanıma geldi ve hararetli şekilde bana olan biteni anlatmaya başladı: “Sen uyurken memen açılmış, şurada oturan adam da zoom yaparak yüzün dahil görünür şekilde fotoğraflarını çekmiş. Arkasında oturan arkadaşımız görmüş; sen uyuyordun, panikle gelip bize anlattı. Kim bilir nerelerde paylaşacak ya da ne için kullanacak.” O anda arkadaşımın kullandığı kelimeler kafamda bir cümle oluşturmaksızın birbirinden bağımsız yankıyor, bir araya gelip anlam kazanmakta zorlanıyordu. Tam bu sırada bahsi geçen şahsın ayağa kalkıp panikle tuvalete girdiğini gördüm. Bense olup biteni hâlâ tam olarak anlamıyor, hem uykudan hem de duruma uyanamıyordum. Birçok kişinin beni çok iyi anlayacağını düşündüğüm üzre, tacize uğranılan an yaşanan şoku yaşıyor ve durumu algılamakta zorlanıyordum. Açıkçası ne yapabileceğimi de bilmiyordum. Birçok insanın “Aman sapığın teki işte boş ver,” ya da “Yanlış anlamadır belki,” diyeceği anlardan birini yaşıyordum. Zaten pek çokları gibi çocukluğumdan beri tacizi sineye çekmek, üstüne düşünmeyip olmamış gibi yapmak refleks gibi bir şey olmuştu ve yıllardır feminist mücadele içinde yer alan biri olarak ben de bu duruma sık sık düşüyor(d)um. Anında tepki göstermek de, mücadele gücü bulmak da ne yazık ki her zaman mümkün olmuyordu.

Biraz duraksadıktan sonra işin aslını öğrenmek için olaya şahit olan arkadaşımı dinlediğimde şahsın onun tam önünde oturduğunu ve kasıtlı olarak açılan mememi çektiğini net olarak anladım ve kabin ekibine durumu ilettim. Kabin amiri, şahsın elinden telefonunu alarak karıştırıp hiçbir şey bulamadıklarını, yani ortada delil olmadığı için yapacakları bir şey olmadığını ilettiğinde, tuvalete girdiğinde fotoğrafları sildiğini anlamıştık. E şimdi ben ne yapacaktım? Sanırım hiçbir şey.

Yolculuğuma dönüp bulutları izlemeye koyulduğumda yanımdaki arkadaşım elimizden bir şey gelmemesine sinirleniyor bunun nasıl mümkün olduğuna akıl sır erdiremiyordu. Bense yalnızca bulutlarla ilgileniyor, havanın kararmasını bekliyordum. Küçükken de ne zaman kötü bir şey olsa ve bunu kimseye anlatamasam akşam olmasını, uyumayı ve unutmayı beklerdim. O zamanlar bunun işe yaradığını zannederdim.

Kısa bir süre sonra, kabin amiri içine sindirememiş olacak ki yanıma geldi ve uçak indiğinde polis talep etme hakkım olduğunu, bu hakkı kullanmayı isteyip istemediğimi sordu. Bulutları izlerken biraz sakinleşmiş olan bense pazar pazar bununla uğraşıp uğraşmamak arasında gidip gelirken arkadan bir kadın sesi duydum. “Hanımefendi ne oldu bilmiyorum ama o öyle biri değil yapmamıştır.” Bir anda dönüp baktığımda bir genç kadın ve annesini görüp birlikte seyahat ettikleri akrabaları zannettim ve yanıt bile vermedim. Kafam karman çorman olmasına rağmen “Evet, lütfen polis gelsin, yanına kalsın istemiyorum,” deyiverdim. Bize, uçak indiğinde şüpheli, ben ve olaya şahit olan arkadaşıma polis gelene dek yerlerimizde kalmamızı söylediler ve biz de aynen öyle yaptık. Fakat polis gelmedi; şahıs da uçaktan inerek ring aracına bindi ve gözden kayboldu. Ben ve arkadaşım uçakta şok içinde kabin görevlilerinden bir açıklama beklerken uçağın pilotu kokpitten çıkıp “Elimden bir şey gelmez, polisi çağırdık ama gelmedi, ben de bu kadar aktarması olan yolcuyu bekletemezdim, kapıları açmam gerekiyordu, şahsı da ‘kanıt’ bile olmadan burada zorla tutamazdım,” dedi. İsyan ve itiraz temalı bir mini konuşma yapsam da yine yeniden elimden hiçbir şey gelmedi. Bu sırada bilmediğim iki şey vardı: birincisi pilotların bu tarz durumlarda kullanabilecekleri yetkilerin genişliği, ikincisi ve daha önemlisi ise tacizci ile birlikte ring aracına binip onu takip edip pasaport sırasında polislere ihbar eden öğretmen arkadaşlarımın öfkeli ve inatçı iradeleri.

Pasaport sırasında uçaktaki diğer yolcuların da yardımıyla şahıs polis tarafından gözaltına alındı ve hep beraber karakola gidildi. Ve işte tam burada sahne yerini bir yurdum karakoluna bıraktı. “Hocam, herhalde bir yanlış anlaşılma olmuş, şikayet ettiğiniz kişi de hocaymış, konuşup orta bir yol bulsak,” temalı konuşmalar havada uçuşurken, uçakta şahısla seyahat edenlerin gencecik bir öğrenci grubu ve onların velileri olduğunu ve bu adamın bir üniversite hocası olduğunu idrak ettik. Artık konu benim için çok daha geri adım atılmaz bir noktaya gelmişti. Gencecik insanlarla baş başa yurtdışı seyahatlerine çıkan bir adamın bu işten sıyrılıp gitmesine izin veremezdim. Muhtemelen ilk değildi ama belki son olmasını sağlayabilirdim. Şaşkınlıkla polislerin beni ikna etme çabalarını izlerken benim de nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde, neredeyse ailenin ve özel mülkiyetin kökeninden girip günümüzden çıkan ufak bir ajitasyon konuşması yapmış bulundum. Özellikle de bu kişinin mesleğini öğrendikten sonra bu işin peşini asla bırakmayacağımı anlamış ve hatta bana hak vermeye başlamışlardı. Bizim ifadelerimiz bitip şüphelinin ifadesi alınırken uçakta benimle konuşan kadın tekrar yanıma geldi ve “Bu adam benim kızımın üniversitede hocası ve her yıl böyle gezilere birlikte gönderiyorum. Biz kendisini çok sever sayardık ama şimdi ne diyeceğimi bilemiyorum. Siz de koskoca insanlarsınız ve boş yere iftira atacak haliniz yok. Şaşkınım ama siz böyle diyorsanız doğrudur. Ne gerekiyorsa yapın,” dedi ve yanımızdan ayrıldı. Günün kırılma anını yaşadığımdan habersizdim.

Velhasıl en başta fotoğrafı çektiğini inkar eden şahıs, savcılığın telefonu incelemeye alma ihtimali ve polislerin “İncelemede başka fotoğraflar da çıkarsa başın fena belaya girer,” tehdidiyle her şeyi itiraf etmiş ve karakoldan telefonunu kaptırmadan çıkmayı başarmıştı. Bense bu itirafın mahkeme sürecini aydınlatmaya yeteceğini düşünerek içim rahat bir şekilde evime dönmüştüm. Sadece beni havalimanında insan kovalamak zorunda bırakan kabin personeline kızgındım.

Gel gör ki, hukuki süreç başlayıp yeniden ifademize başvurulduğunda artık öyle bir telefon cihazı yoktu. Fotoğrafın beni değil, beni de yanlışlıkla içine alacak şekilde güzel sanatlar fakültesindeki derslerde eskiz çalışmalarında kullanılmak üzere uçağın içini çektiği iddia edilmişti. Bu sırada pandemiden dolayı dava süreci uzamış, olayın asıl şahidi olan arkadaşım yurtdışına yerleşmiş ve fiziksel olarak ülkede bulunamadığı için yeniden ifade verememişti. Bense kadın düşmanı olduğu her halinden belli bir avukat tarafından duruşmalarda “birilerinin gazına gelen” biri olmakla suçlanmıştım; avukatım da çeşitli hakaretlere maruz kalmıştı.

Şimdi bütün olanları ve süreci yutkunarak düşündüğümde ve en başta hem haklarımı hem de yasaları bilmediğim ve kimse görevini doğru dürüst yapmadığı için bu davayı göz göre göre kaybetme ihtimalim olduğunu gördüğümde bir daha yaşanmaması için elimden geleni yapmak, mümkün olduğunca çok insana sesimi duyurmak istiyorum. İstiyorum ki kamusal ya da özel alanda kendisinden izinsiz bütünü ya da bir/birkaç uzvu fotoğraflanan/kaydedilen birisi yalnız ya da çaresiz hissetmesin. Eğer kendisinde mücadele edecek gücü buluyorsa vazgeçmesin.

Meme, benim için “özel” ya da saklanması gereken bir organ değil, ben ona toplumun atadığı anlamı atamıyor ve bunu bir “ahlak” ya da “namus” meselesi olarak görmüyorum. Ama karşımdaki zihniyeti çok iyi tanıyor ve buna itiraz ediyorum. Tacize taciz dediğim için haksız bulunmaktan korkmuyorum çünkü haklı olduğumu biliyorum.

Ve 27 Nisan Salı günü İstanbul Anadolu Mahkemesi’nde görülecek dava duruşmasını beklerken tüm bunları tarihe not düşmek istiyorum.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.