Bir grup feminist kadın olarak 2022 Amed Newrozu’na gittiğimizde Diyarbakır’da Tevgera Jinên Azad (Özgür Kadın Hareketi – TJA) çatısı altında bir araya gelen Kürt kadın hareketiyle ve kurumlarıyla buluşma şansımız oldu. Kadın emeğinden, kadınların dili sanatı ve kültürüne, erkek-devlet şiddetiyle mücadeleye pek çok alanda aktif çalışan kadınlarla tanıştık veya yeniden görüştük. Tohum Kadın Kooperatifi’nin kayyumların el koyduğu onca kaynağa rağmen nasıl yeniden faaliyete başladığını, Kadın Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği’nin (KASED) başka kültür kurumlarıyla beraber onlarca, yüzlerce, binlerce kadının kendini ifade etmesi için bir alan oluşturduğunu, Rosa Kadın Derneği’nin operasyonlara ve gözaltılara rağmen kadınların erkek şiddetinden, kolluk kuvvetlerinin istismarından uzak hayatlar kurabilmesi için nasıl mücadele ettiğini dinledik. Hepsi TJA’lı olan bu kadınların, tüm kurumlarına, imkânlarına ve özgürlüklerine KHK’larla, özel savaş ve kayyum politikalarıyla el konulmaya çalışılan bir sürecin üzerine yine de ayağa kalkma ve yaşamın tüm alanlarında örgütlenme kararlılığı feminist mücadelemizde bizlere de umut ve güç verdi. Sizler için de öyle olması dileğiyle.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Tohum Kadın Kooperatifi ne zamandan beri var, siz ne zamandan beri içindesiniz, nasıl dâhil oldunuz? Burada nasıl çalışmalar yürütüyorsunuz? Kadınlar ne şekillerde dâhil oluyor?
Nevriye: Merhaba, Tohum Kadın Kooperatifi 2005’ten beri faaliyet gösteriyor, ben de bir buçuk yıldır aktif çalışıyorum. Kooperatif, Amed’in yoğun göç aldığı bir dönemde kuruldu. Köylerin boşaltılmasıyla yaşanan bu zorunlu göç sonucunda kadın yoksunluğu ve yoksulluğunun arttığını biliyoruz. Kendi özünden uzaklaştırılmak, yaşadığın toprakla bağının koparılması, yeni bir yere gelmek, şehirde binalara, sitelere hapsedilmek, orada kendini ifade etmeye çalışmak kadınlar için ayrıca travmatik. Bu kooperatif de kadınların psikolojik ve sosyal olarak kendini bulabilmesi, bu süreçte yalnız hissetmemesi için kuruldu. Burada kolektif bir çalışma yapıyoruz. Kadınların kendilerini rahat ifade edebilmelerini önemsiyoruz, kendi üretme süreçlerinin başından sonuna içinde olmaları özgüvenlerini pekiştiriyor.
Sevda: Doğup büyüdüğü köyde, hem ekip biçip hem ekonomik gelirini tarımdan ve hayvancılıktan sağlayan bir kesim zorunlu göçle şehir hayatına girdiğinde kadınların durumu erkekten farklı. Erkek çıkıp dışarıda iş arayabiliyor. Ev yükünün de çocukların da kadının üzerine yüklenmesi gibi bir durum var. Ayrıca kadınlar Kürtçe bilip Türkçe bilmeyince okula, hastaneye veya bir devlet kurumuna gittiği zaman zorlanıyor. Yani işin ekonomik boyutunun dışında, kadınlar açısından hizmet alamama diye bir gerçeklik de açığa çıktı göçle. Nasıl mevsimlik işçi kadınlar gittikleri yerlerde emek sömürüsüne ve şiddete maruz kalıyorlarsa, göçle birlikte burada da kadınlar benzer süreçlere maruz kaldılar.
Ben 2012-2017 arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde DİKASUM’da (Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi) çalıştım. Şube sorumlusu ve eğitmendim. Eğitmenliğe Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği ile tanışıp eğitici eğitimi alarak başladım. 2017’de kayyum gelince işten atıldım ve eve bağımlı oldum ben de. Bir yıla yakın zamandır ise Kooperatif’teyim.
Nevriye: Kooperatif yerel yönetimlerle birçok proje yaptı, kadınlara okur-yazarlık öğretme, kreş hizmeti verdi. Daha önceden Bağlar’da aktifti, deri çanta yapımında EKO-JİN Tekstil ile çalıştı, yöresel kıyafetler üretildi. Kayyumların gelmesiyle birlikte çalışmalar sekteye uğradı çünkü kayyumlar hem çalışma mekanına hem makinalara el koydular. 25 yıllık bir kira sözleşmemiz olmasına rağmen sözleşme feshedildi ve ekipmanlara el konuldu.
Tüm bu zorluklara rağmen şu an Tohum Kadın Kooperatifi’nde yaptığımız birkaç atölyeden bahsetmek istiyorum. Mesela bir kitap kılıfı atölyemiz var. Bu küçük bir atölye olabilir ama birçok kadının burada kendini var etmesi, yalnız hissetmemesi için yapılıyor. Burada bez çantalar, keçeden yapılan el çantaları ve kitap kılıfları üretiliyor. Bunları yavaş yavaş büyütme hedefimiz var. Dediğim gibi, belki küçük bir atölye bu ama ileride, bir dahaki buluşmamızda umarım daha da büyük atölyeler kurmuş olacağız. Hedefimiz daha fazla kadına ulaşmak.
Başka şehirlerde de benzer kadın kooperatifleri var mı? Ortak çalışmalar yürütüyor musunuz?
Nevriye: Van’da ve Nusaybin’de vardı, kayyumla kapatıldılar. Van’dakini yeni yeni aktifleştirmeye başladık. Urfa Bozova’da, Lice’de, Suruç’ta var kooperatiflerimiz. Onlarla sürekli iletişim halindeyiz. Bozova’daki Mezopotamya Kadın Kooperatifi’nde örneğin salça, kurutmalık, pul biber gibi üretimler yapılıyor. Ayda bir biraya geliyoruz, görüşüyoruz onlarla, ürünlere pazar alanı oluşturmada kolektif bir çalışma yürütüyoruz. Projelere ortak başvuruyoruz ama bugüne kadar başvurduğumuz hiçbir proje kabul edilmedi!
Sevda: Karşılıklı alışveriş için bir planlamamız var. Örneğin Cizre’de üretilen ekmeğin, Bozova’da üretilen salçanın burada satılması üzerine çalışıyoruz.
Böylesi kooperatiflerin varlığı kadınların hayatında ne anlama geliyor? Kürt kadın hareketinin mücadelesinde nasıl bir yerde duruyor?
Nevriye: Toplumsal ekonominin gerçek yaratıcısı ve yürütücüsü kadınlardır. Kooperatifin örgütlenmesi de politik toplumun gelişmesiyle oluşur. Kürt kadın hareketi olarak birçok birikimimiz, kazanımımız oldu. Çok da sekteye uğratıldı, her türlü baskıya ve şiddete maruz kalmaya devam ediyoruz. Demokratik komünal kooperatiflerin örgütlenmesini Kürt kadın hareketi olarak esas alıyoruz. Kadınlara ulaşmada, kadınların örgütlenmesinde, kadınların bilinçlenmesinde, kendi ayakları üzerinde durmalarında kooperatifler önemli bir yere sahip.
Sevda: Ekonomi hep erkeğin para kazanması üzerinden değerlendirilse de aslında ekonominin en temel etkeni kadındır. Evin içinde sabahtan akşama kadar kılı kırk yarıp, “pazara şu kadar para ayırdım, çocuğa şu kadar para ayırdım” deyip bunun muhasebesini yapan, görünmeyen ve sömürülen bir emeği olan kadındır. Buna rağmen sürekli ekonomik şiddet görenin de kadınlar olduğunu biliyoruz. Kooperatifleri şu şekilde düşünebiliriz: Diyarbakır’da kışa hazırlık yapmak için bir mahalle toplanır, komün bir ortamda kurutmalıklar beraber yapılır, sonra bölüştürülür herkes evine götürür. Kooperatif de aslında böyle. Sadece ekonomik getiri meselesi değil; kadınların günlük yaşamında yaptığı şeyleri kooperatif adı altında biraz daha sistematik hâle getirip, yaşamını buna göre şekillendirmesi. Sonuçta ekonomik olarak gittikçe zorlaşan bir yaşantıda, şiddeti en fazla yaşayanlar yine kadınlar. Kooperatif olarak biz, kadınlara ulaştığımızda, gerçekten ekonomik olarak zorlandıklarını görüyoruz. Herhangi bir projenin ya da destekçinin olmamasından kaynaklı kooperatifin de ekonomik sıkıntıları var. Dolayısıyla ‘şu kadar kadını istihdam edelim’ gibi bir şey yapamıyoruz. Yaşanan zorluklar, sekteye uğratılan çalışmalarımız, yaşamın artık çok farklı bir noktaya gelmesi, ekonomik kaygıların oluşması yüzünden bazı fikirlerimiz uygulamaya konamıyor.
Kayyumların gelmesinin sizin çalışmalarınıza nasıl bir etkisi oldu? Genelde kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele eden kurumlara yönelik etkisini biliyoruz bu sürecin, peki Kürt kadınlarının ekonomisine nasıl etki etti?
Sevda: Aslında bizim 2016 öncesinde belediye bünyesinde başlatmış olduğumuz Kadın Politikaları Daire Başkanlığı tek daire başkanlığıydı ama üç tane birimi vardı: Ekonomi, şiddet ve eğitim. Burası kooperatifi de kendi içerisinde barındırıyordu ve istihdam alanları oluşturulmaya başlanmıştı. Örneğin, Diyarbakır genelinde Mor Bayrak uygulaması başlatılmıştı. Kadın istihdamını önceleyen işletmelere mor bayrak veriliyor ve belediyeler tarafından vergileri düşürülüyordu. O dönemde kurulan dikiş atölyelerinde kadınlar istihdam ediliyordu, bu işi bilmiyorlarsa usta eğitmenler tarafından eğitiliyorlardı. Kadın otobüs şöförleri uygulaması vardı. Kadınların ekonomiye dâhil olması önünde ne engeller varsa, bu engelleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar vardı. Kayyumun atanmasından sonra biz ve bizimle beraber zincirin her halkası bundan etkilendi. Oralarda istihdam edilen kadınlar bile işlerinden oldular. Mahallede dikim atölyesinde çalışan kadınlar artık o atölyelere gidemez hâle getirildiler. Atölyeler başka türlü mekanlara dönüştürüldü. Ekonomi çemberinin dışında tutulmaya çalışıldık. Çalışmalar nasıl etkilendi derseniz, tamamen çalışamayacak duruma getirmek istiyorlar. Kökten bir değişim yapıldı, hiçbir şey kalmadı diyebilirim. Ama biz sürekli bir daha, bir daha deniyoruz ve ‘siz isteseniz de istemeseniz de biz bu ekonomide varız’ diyoruz.
Nevriye: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği her alanda olduğu gibi ekonomide de görülüyor. Şu anda devlet aklının yaptığı, sosyal yardımlarla kadınları bir şekilde kendine bağlamak. Alternatif bir üretimi desteklemek, kadının kendi gücüyle üretebileceği alanlar açmak yerine sosyal yardımlarla kendine bağımlı kılma politikası var. Kadının toprakla özdeşleşmesi, kendi toprağını sürmesi, yeryüzü ve yeraltı zenginliklerinden faydalanmasına hiçbir zaman izin verilmiyor. Kooperatifler olarak biz de şu anda bunu biraz iyileştirmeye çalışıyoruz, gücümüz yettiği kadarıyla. Ama bunun genel bir sorun olduğunu bilmek gerekiyor gerçekten. Kadın dayanışmasının olması, düşüncesi, fikri, kültürü ne olursa olsun kadınların birbirine dokunması bu süreçte çok önemli ve değerli.
Sevda: Kayyumlardan önce örneğin ‘Doğduğum Yerde Doymak İstiyorum’ diye bir projemiz vardı. Bahsettiğim Kadın Politikaları Daire Başkanlığı’mızın kadın ve ekonomi müdürlüğü bünyesinde başlatılmıştı. Projenin temel amacı bölgede, Diyarbakır’da, mevsimlik göçün önüne geçmekti. Çünkü mevsimlik göç esnasında kadınların çoğu şiddete, tacize maruz kalıyor ve emekleri çok büyük oranda sömürüye uğruyor. Amaç bunların önüne geçmek ve buradaki verimli toprakların insanlar tarafından işletilmesiydi. Bununla beraber bir öncelik de kadınların burası üzerinden kendi ekonomik bağımsızlığını elde etmesi ve dışa bağımlılıktan kurtulmasıydı. Bunun için Diyarbakır’da araziler bulundu, belediye tarafından satın alındı. Aileler tespit edildi ve ekim aşamasına gelindi. Ama ne yazık ki kayyum atandıktan sonra tamamen amacı dışında kullanıldığı konusunda duyumlar aldık.
Aynı daire bünyesinde üç müdürlük olduğumuz için eğitim boyutunda ise gezici köy ekibi kurmuştuk. Ekibimiz üç kişiden oluşuyordu. Tabii öncesinde eğitici eğitimini aldık. Birincisi KİHEP’ten (Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı), ikincisi ise kadın sağlığı konulu eğitici eğitimini aldıktan sonra üç kadın arkadaş sahada, belediyenin tahsis ettiği araçla her gün bir köye gidiyorduk. O gittiğimiz köylerde kadın sağlığı, kadın üreme sağlığı, menopoz konularında, toplumsal cinsiyete duyarlı çocuk eğitimi gibi konularda her gün bir köyde eğitim çalışması yürütüyorduk. Bu minvalde yaptığımız ilk çalışma bazında verileri toparlamaya vaktimiz olmadı. Bir anda kayyum atandı. Ama en son 5 bin kadına yaklaşmıştık. Her gün bir köye gidip, bir günümüzü de bunun raporlamasına ayırıyorduk. O raporlamalarda ulaştığımız kadın sayısı, verdiğimiz eğitimler vardı. İşte bunların tamamı gitti.
Üçüncü olarak da şiddetle mücadele müdürlüğü bünyesinde ilk adım istasyonu, kadın sığınma evi vardı ve alo şiddet hattı vardı. Bunlar tamamen aktif olarak kullanılıyordu. Pankartlar yapıldı, reklamlar yapıldı, broşürler dağıtıldı. Hepsinin ayrı ekibi vardı, sadece o işle ilgileniyorlardı. Kadınlar sığınma evinden önce kısa süreli kalmak istedikleri takdirde ilk adım istasyonunda kalıyorlardı, sonrasında uzun vadede kalmak istiyorlarsa kadın sığınma evine yerleştiriliyorlardı. Bunlar tamamen bitti, artık yok.
Bunun dışında, Mor Bayrak uygulamamızdan bahsetmiştim. Ek olarak, kadın çamaşır evleri vardı. Bunlar kadınların evden çıkması için bir araç olarak işliyordu. Bu çamaşır evleri gelir durumu düşük mahallelerde kuruluyordu. O mahallelerde maddi durumu yetersiz olan kadınlar, makineleri olmadığından evde çamaşır yıkayamadıkları için çamaşır evine getiriyorlardı. Çocuğunu bırakacak yeri yoksa, çocuğunu da getirip oradaki oyun odalarına bırakıyorlardı. Saat 08.00-17.00 arasında çocuklar oyun odalarında kalabiliyordu. Buralarda zaman zaman atölye çalışmaları yapılıyordu, kadın üreme sağlığı, meme kanseri üzerine eğitimler, sertifikalı eğitim çalışmaları oluyordu. Sonraki aşamada şubeleşmeye başladı o çamaşır evleri. Bundan sonra da oralarda dikiş-nakış atölyeleri gibi atölyeler kuruldu. Kurulan atölyelerde kadınlar çarşaf, yatak örtüleri vb. üretiyorlardı. Bu şekilde aktifleşmeye de başlamıştı yani. Bu çalışmaların hiçbirinden eser yok şu an.
Gerçekten inanılmaz çeşitlilikte işler yapmışsınız. Hepimiz çok etkilendik. Bunların artık olmamasının kadınlar açısından yarattığı tahribatı düşünmek bile zor. 2016’daki kayyum atamalarından bu yana altı yıl geçti ve üzerine bir de pandemi geldi. Buna rağmen özellikle son yıllarda bu çalışmaların durmadığını, bazen ufak ufak da olsa ilerlediğini, yan yana gelindiğini, kurumsallaşmanın ve örgütlenmenin her durumda sürdüğünü anlıyoruz anlattıklarınızdan. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevda: Evet, bu kadar zor şartlarda olmamıza rağmen direniş var, örgütlenme var. Bu böyle de devam edecek. Projelerimize destek bulamasak da, bu kurum hâlâ açık. Sizler buraya gelince oluşan dayanışma tablosu da tüm bu baskılara rağmen oldu.
Nevriye: Kooperatifimiz Bağlar’dayken mekanımıza el konuldu. Mekanla beraber bize hibe edilen dikiş makinaları vardı, onlara da el konuldu. Kendi özgücümüzle aldığımız malzemeler dâhil mekanların içinden hiçbir malzememizi almamıza izin verilmedi. Kayyum tarafından gasp edildiler. Ayrıca Van’da Xavesor kooperatifimiz vardı, büyük bir kooperatifti. Orada birçok şey yapılıyordu. Mesela deterjan yapan büyük makinalar vardı. Deterjandan, sabuna, halı dokumaya farklı üretimler yapılıyordu. Kullandıkları kendi makinaları olmasına rağmen onlara bile el konuldu. Şu an mahkeme süreci devam ediyor, ama hukuku da kendilerine göre şekillendirmişler zaten. Çok da beklenti içerisinde değiliz yani. Birçok kazanımlarımıza olduğu gibi ekipmanlarımıza da el konuldu. Ama kadınların vermiş olduğu güçle yine de bir araya geliyoruz. Burada yeni atölyeler kuruyoruz. Biz Kürt kadın hareketi olarak direnişçi bir ruhun ardıllarıyız. Yapılan tüm baskılara rağmen ayakta durmayı başarıyoruz.
Bahsettiğiniz gibi hem kooperatife yönelik hem genelde pek çok baskıya, maddi gasplara, tutuklamalara, gözaltılara rağmen ayaktasınız. Kooperatif tekrar bir araya gelmiş, faaliyetlerine devam ediyor. Bu baskılarla nasıl mücadele ediyorsunuz? Bu konuda eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Nevriye: Biz Kürt kadın mücadelesi savunucuları olarak, komünal kooperatiflerin esaslarının, ilkelerinin yaşamlarımızda kalıcı hâle gelmesi için her türlü bedele rağmen mücadelemizi sürdürüyoruz. Aynı zamanda kadının yarattığı ahlaki-politik toplumun ekonomisini, kültürünü ve dilini de yaşatmaya devam ediyoruz. Evet birçok tutuklamalar, gözaltılar oldu, birçok bedel de verdik ama kadın mücadelesini her yerde yayma iddiamızı daha yüksek bir sesle dile getireceğiz. Baskılara, tutuklamalara karşı hiçbir zaman geri adım atmayacağız. Bugün ciddi bir ekonomik kriz var. Ekonomik kriz deyince bütün kadınların rengi, kültürü aynıdır. Kadınların yerel dayanışma ağlarını oluşturması önemli. Yerelden örneklerle birlikte kolektif bir çalışma yürütülmesi kadınları daha güçlü kılacaktır. Tüm kadınlarla birlikte yoksulluğa karşı bir yandan söz kuran, bir yandan eylem geliştiren ve bir yandan da yerel dayanışmaları ören bir kolektif çalışma içinde olmamız gerekiyor.
Sevda: Ben de Nevriye gibi düşünüyorum. Zaten biz bu kadın çalışmasına başlarken farklı bir şey beklemiyorduk. Karşımızdaki zihniyet belli. Bize karşı tutumu belli. Bunların yapabileceklerini göze alarak böylesi bir serüvene başladık. Serüven diyelim yani, sonu yok çünkü. Nasıl mı güç topluyoruz? Yani güzel şeylere bakarak aslında. Güzel çalışmaları görerek. Amed’deyim ama İstanbul’daki, İzmir’deki bir çalışmadan feyz alırım ya da buradaki başka bir çalışmadan feyz alırım. Bir sonraki güne böyle başlıyoruz. Çünkü bu yola çıkarken karşımıza aldığımız sistemi biliyorduk.
Tohum Kadın Kooperatifi’nin işlerini takip etmek için: https://www.instagram.com/tohumkadinkoop/