“Erkek”ler, en basit işlerden en yüksek işlere; aile içi ilişkilerden birlikteliklere kadar hep aynı yöntemleri kullanıyorlardı: korkutma ve sindirme. Önce “kadın”ın gerçekliğini yok sayıyor; yani olayı, onun algıladığı şekilden çıkarıp öyle olmadığına ikna etmeye çabalıyor, bu gerçekleşmezse öfkeleniyor ve bunu korkutma davranışlarıyla sergiliyor.

Yaz sıcaklarında evlere tıkılıp kaldığımız şu günlerde biraz ferahlamak için; panjurlu bir çelik kapı yaptırmak üzere internetten bütün yorumları iyi olan bir şirket buldum. Arayıp istediğim kapının özelliklerini belirttim. Onlar da gelip yaptılar. Buraya kadar her şey tamam fakat kapı altında altı santimetre boşlukla takıldı ve itirazlarımıza (ben ve annem; iki “kadın” olarak algılandığımızı söylemek durumundayım) “Zaten böyle olur,” şeklinde ciddiye almayan cevaplar verildi. Sürecin devamında kapı altı fırçası ekleme, o da olmadı ek parça getirme gibi işlemler yaptılar; istediğimiz şeyi net bir şekilde, ısrarla bildirmemize rağmen. Sonra ustadaki o “sorunlu kadınlar” bakışını gördüm. Zihnimde bir ışık yandı. İşte sorun buydu. Kendi hatalarını, karşı tarafa (“kadın” ve başka cinsiyetlere) çeşitli sorunlar atfederek örtbas ediyorlardı. Asla ama asla kabul etmiyorlar, bunu, belki de bir savaş alanında geri çekilmek olarak görüyorlardı. “Hem ne anlardı ki kadınlar?” En temelde bu düşünce yatıyordu.

Hikâyeye devam edersek, birkaç kere gelip gitmelerine, ne istediğimizi tekrar tekrar anlatmamıza rağmen kapı istediğimiz gibi olmadı. Haksızlığa uğramışlık ile baş edebilmek için bu işyerinin Google yorumlarına durumu yazdım. Bunu yaparken çok sorguladım, yıkıcı olmadan; işlerin halledilme şeklinin yanlış olmasını ve bunun başkalarının başına da gelmesi ihtimalini zemine aldım. Yorumu yazdıktan yaklaşık bir buçuk saat sonra, gece vakti; şirket sahibi önce mesaj atıp ardından da arayarak yorumu silmemi, parayı vereceğini hatta silmezsem kapıya gelip parayı getireceğini (ki bunu bir tehdit olarak algıladım) söyledi. Bunları ifade ederken hitap ediş şekli; “ablacım” idi.

Bu olan biten bana çok şey düşündürdü. Bir kere “erkek” davranışlarının tümü istisnasız birbirleriyle bağlantılıydı. “Erkek”ler, en basit işlerden en yüksek işlere; aile içi ilişkilerden birlikteliklere kadar hep aynı yöntemleri kullanıyorlardı: korkutma ve sindirme. Önce “kadın”ın gerçekliğini yok sayıyor; yani olayı, onun algıladığı şekilden çıkarıp öyle olmadığına ikna etmeye çabalıyor, bu gerçekleşmezse öfkeleniyor ve bunu korkutma davranışlarıyla sergiliyor. Bunun akabinde kadın, kendi algıladığı gerçeklikten şüphe etmeye başlıyor ve siniyor. Sinmeyenler ise bu sistemde “sorun yaratanlar” olarak geçiyor ve onlarla daha kalabalık bir şekilde (avukat, hakim, savcı, polis vd. devletin birçok organı aracılığıyla) mücadele edilmeye başlanıyor. Örneğin, görev yapan memura yapılan cinsel tacizin “babacan tavır” olarak değerlendirilmesi.

Peki, taciz ve şiddet durumlarında “iftira atmış” ikilemine gelelim. Bir kere birisine iftira atmayı bırakın, konunun başında anlattığım basitmiş gibi görünen hikâyedeki Google’a yorum yazma eylemi bile kişi için yıkıcıdır. Her ne kadar zarar görmüş olsak da birisine zarar vermek istemeyiz. Hatta bu yıkıcı eylemin, bize vereceği zararı da bildiğimiz için çoğu zaman bundan kaçınır, sineriz. Bu kadar sindirilmiş “kadın”dan ortaya çıkıp ne yaşadığını söyleyebilen şuncacık azınlığa neden bu kadar yüklendikleri işte tam bu noktada anlaşılır. Çünkü toplumun genelinde “kadın”lar sindirilmişlerdir. Bu nedenle yaşadıkları herhangi bir şiddette veyahut tacizde, öyle ortaya çıkıp kolaylıkla bunu dillendiremezler. Kendimizden düşünelim. Her birimiz geçmişimize şöyle bir bakıp başımızdan kaç tane şiddet veya taciz vakası -ki taciz de bir cinsel şiddettir- geçtiğini hatırlayalım. Öyleyse soruyorum bunlardan kaçını gündeme getirebildik?

Bu sindirme mekanizmasından biraz daha bahsetmek istiyorum. Deniz Bulutsuz ve Ozan Güven meselesinde, darp ve itibarın, terazinin kefelerine konulup birbirleriyle karşılaştırıldıklarını; insanların da bu itibar kıstasına doğru çekilmeye çalışıldığını görüyoruz. Hatta bu olayla beraber Deniz Bulutsuz’un geçmişte, Caner Erdeniz’e tacizden dolayı dava açmış olduğu gündeme geldi ve o olayla ilgili Caner Erdeniz’in açıklamasına dikkat çekmek istiyorum: “2016 yılında yaşanan olayda Deniz Bulutsuz’u uzaktan görüp bir arkadaşıma benzettim. Bu nedenle yalnızca omzuna dokundum. Bulutsuz’un arkadaşım olmadığını anlayınca da oradan ayrıldım.”[1] Yani Caner Erdeniz burada demek istiyor ki; Deniz Bulutsuz’u taciz etmemiş. Deniz Bulutsuz, onun masumca arkadaşına benzetip omzuna dokunmasını büyüterek iftira atmış. Öyle ya “kadın”lar basit bir omuz dokunuşunu, arkadaşla karıştırmayı taciz olarak algılar ve dava açar. Caner Erdeniz, üstelik cinsel taciz suçlamasıyla bu davadan cezaya çarptırılmasına rağmen, belki mahkemenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermesinin de getirdiği rahatlıkla Deniz Bulutsuz’un gerçekliğini yalanlayabilir. Böylece sistem, “erkek” dayanışması ile her zamanki politikalarını uygulamaya, “erkek” olmayan herkesi sindirmeye devam eder.

Aklıma küçük çocukların, ebeveynlerine, bir yetişkinin onlara istemedikleri bir dokunuşta bulunduğunu söylediklerinde ebeveynlerin onlara “yapmamıştır”, “sevmiştir” dedikleri geliyor. Özellikle “kadın”ların gerçeklikleri çok küçüklükten sekteye uğratılıyor.

Yukarıda belirttiğim gibi pazarcıdan kapıcıya, kapıcıdan patronlara “erkek”ler; “kadın”lara başka türlü davranıyorlar. Buradan da pazarcı örneğini vermeden geçmeyeyim. Sabah pazara gidip domateslerin fiyatını sorduğumda “erkek” bir pazarcı bana dönüp beni “genç kadın” olarak algılayıp “Altı lira canım,” diye cevap verdi. Bu, o kadar yerleşik bir düşünce biçimi hâline gelmiş ki; beyninin nasıl çalıştığını, böyle bir durumun cereyan ediş anını dikkatli bir şekilde gözlemlemezsek kaçırabilirdik. Gözlemlediğimizde, pazarcı “erkek”in, müşteriye bakıp, onu genç “kadın” olarak algılayarak ortaya döktüğü o malum bakışı ve tam o algılayış anıyla seslenmek için “altı lira canım” sözcüğünü seçişini görebiliriz. Peki bana “canım” diyemezsiniz deseydim ne olurdu? “Sorun çıkaran kadın” olurdum. Bununla beraber, bir süre daha beklersek, pazarcıyı, “erkek” müşteriye biraderimsi sözcüklerle seslenirken eril dayanışma içerisinde görebiliriz. Sözün özü, davranış normlarıyla taciz ve şiddet hikâyeleri aynı örüntüleri içeriyor ve bu örüntüler “kadın”ları, çocukları, lgbtiq+ kimlikleri korkutma ve sindirme politikaları olarak örgütleniyor. Bu kadar uzun ve ayrıntılı yazmamın sebebi, tam da bu örüntüleri fark edelim, anlayalım, uyanık olalım ve en önemlisi de sinmeyelim. Hep beraber tüm taciz ve şiddet hikâyeleri son bulana dek mücadeleye devam!

[1] https://t24.com.tr/haber/deniz-bulutsuz-un-kendisine-sarkintilik-yapan-basketbolcu-caner-erdeniz-le-de-mahkemelik-oldugu-ortaya-cikti,889236

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.