Belki de ikinci dalga politik bekarlarının* bildikleri bir şey vardı.
Nona Willis Aronowitz
Blythe Roberson’ın heteroseksüel kadınların klasik çıkmazı olan kendilerini ezenlerle beraber olma arzusundan bahsettiği yeni ve muhteşem kitabı “How To Date Men When You Hate Men” (Erkeklerden Nefret Ederken Onlarla Nasıl Flört Edilir?)’de, aslında hepimizin yakından bildiği bir durumdan bahsediyor. Yazar bir adamdan hoşlanır fakat adam da ondan hoşlanıyor mu bir türlü emin olamaz. Aylarca süren karışık mesajlaşmalardan sonra, bu karasevdasının siyasi sonuçları olduğunu anlar. Ve kitabında yazar, “Kesişimsel-sosyalist-anaerkil devrime odaklanmaktansa, kendimi başıma gelen şeyin flört olup olmadığına odaklanırken buldum”.
Aslında bu kişi sıradan bir kadın, radikal bir ayrılıkçı değil. Fakat onun gözlemleri beni derinden etkiledi; bu gözlemler partiyarkanın her yere yayılan tehlikelerinin ortaya saçıldığı başka bir dönemde ortaya çıkan küçük ama etkili grubunun, ikinci dalganın militan bekarlarının olağanüstü bir yansıması gibiydi. Cinselliği bastırmanın kadınlar için her zaman kötü sonuçlar doğuracağını düşündüm. Fakat yine de bu radikal kadınların, romantik ilişkinin yıkıcı, dikkat dağıtıcı ve açıkça tehlikeli gücünü vurgulayan oldukça inandırıcı argümanları olduğunu düşünüyorum.
Bu kadınlara içinde bulunduğumuz siyasi ve cinsel ayaklanma döneminde tekrar başvurmamak ve aşkın feminist gelecekle aramıza girip girmediğini düşünmemek oldukça zor.
1960larda, “kadın özgürlüğü” büyük bir harekete dönüşmeden birkaç yıl evvel, bazı radikal feministler cinselliği, etkili bir siyasi enerjinin laneti olarak görüyordu. Cell 16 isimli ayrılıkçı grubun kurucu üyelerinden Dana Sensmore seksin temel bir insan ihtiyacı olduğu fikrine itiraz etmişti. 1968 yılında “No More Fun and Games” (Daha Fazla Şamata Yok) olarak gayet açık şekilde isimlendirdikleri dergilerinde, “gerillaların” yapması gereken çok iş olduğunu ve “uygunsuz, zaman yiyen, enerji tüketen ve gereksiz” olarak nitelendirdiği seksin onları bu amaçtan saptıramayacağını yazmıştı.
Romantik ilişki de bir diğer problem. Radikal feminist felsefeci Ti-Grace Atkinson, bu ilişkileri bağımsızlığın düşmanı ve güvensizlik olarak konumlandırmıştı. “Aşk ihtiyaçtan başka nedir ki?” diye yazmıştı 1968 yılında. “Aşk korkudan başka nedir ki?” Diğer erken dönem feministleri de ideal dünyada olacak olan romantik ilişkilere karşı olmadıklarını, fakat koşullar iyileştirilene kadar heteroseksüel aşkın evlilik ve toplumun kadınsı olmaya dair beklentilerine bağlı olduğunu gerekçe göstererek romantizme karşı çıkmışlardı. 1970 yılında yayınladığı, “Cinselliğin Diyalektiği” isimli klasik manifestosunda, Shulamith Firestone romantizmi “kadınların kendi koşullarının farkına varmasına engel olmaya yarayan erkek iktidar aracı” olarak tanımlamıştı. Jill Johnston gibi radikal lezbiyenler ise erkekler yerine kadınları sevmenin siyaseten gerekli bir tercih olduğunu söylemişti.
Eğer romantizm devrimin düşmanıysa, pek tabii politik bekarlık gibi sert direktiflerin de sevmeyeni olacaktır. Fakat günün sonunda cinselliği savunan feministler kazandı. Feminizmin yeniden güçlendiği bu dönemde, kimse seks yapmaya ara vermemizi önerebilir durumda değil.
Benim gibi Lil’ Kim ve “Sex and the City” döneminden gelmiş bir kadın için, sevişmeyi bırakma fikri, suratına garezin olduğu için burnunu kesmek gibi bir şey. Erotizm karşı konulamaz bir haz kaynağı. Aslında önemli olan şey tam olarak da bu. Firestone’un da yazdığı gibi “Tüm haz ve heyecan neden tek bir noktaya, çıkışı bulması imkansız olan bir insan deneyimine sıkıştırılmıştır?” Firestone bu soruyu, romantizmin peşinden koşarken tükenmenin ne demek olduğunu bildiği halde sormuştur. 2012 yılında, Firestone vefat ettikten kısa bir süre sonra, feminist aktivist Rosalyn Baxandall, bana Firestone’un 1960larda politik bekar olmadığını, hatta tam tersine onu “erkek delisi” olarak hatırladığını söylemişti.
“Erkek delisi” kendi kendini oldukça net açıklayan ve politik bekarların argümanını da kanıtlayan bir kelime tercihi aslında. Aşık olan herkes bilir ki, aşk insanı elden ayaktan düşüren bir hastalık gibidir. Psikiyatrist Dorothy Tennov 1979 yılında aşkın, özellikle de karşılıksız aşkın, obsesif ilk aşamalarını tanımlayabilmek için “delicesine aşık olma” anlamına gelen bir kelimeyi yaratmıştır. “Delicesine aşık olan” danışanlarında gördüğü semptomlar arasında “sürekli onu düşünme” (başka bir şeyi düşünememe gibi) ve kelimenin gerçek anlamıyla “‘kalp’ ağrısı” vardı.
Tam da bir hareket başlatmaya çalışırken, insanın dengesini şaşırtan ve oldukça da hayali bu durumdan kaçınmak size de mantıklı gelmiyor mu? Özellikle bu durumun kaynağı, sizi ezen grubun bir üyesi iken ve özellikle de bu baskı sıklıkla evlilikle sonuçlanıyorken? Belki de aşkın rasyonel düşünceye engel olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Ayrılıkçılar için, aşk uzun vadede bir engeldi. Bir sürü ikinci dalga mensubu feminist, grup içerisindeki diğer kadınlar onları erkeklerle yaşadıkları ve hatta erkek çocuklarını toplantılara getirdikleri için dışlanmış, bu da onların hareketten uzaklaşmalarına sebep olmuştu.
Dogmanın kontrolden çıkmasına karşı ihtiyatlı olmak gerekse de, yine de bu kadınların karşı konumlanışlarında insana ilham veren bir şey var. Politik bekarlık ve ayrılıkçılık bazı kadınlar için gerçekçi olmayan seçenekler olabilir: örneğin, ekonomik olarak eşlerine bağımlı olan ya da toplumsal cinsiyetleri ve ırksal aidiyetleri arasında seçim yapmaya zorlanan farklı renkteki kadınlar için.
Fakat heteroseksüel kadınlar erkek partnerlerini terk etmedilerse de, ki çoğunluğu etmedi, erkeklere karşı öfke hissetmek hareketi oldukça besledi. 1992 yılında yazdığı “My Enemy, My Love” (Düşmanım ve Aşkım) isimli kitabında, Judith Levine “Erkek nefreti gerekli, özgürleştirici, üretici ve aslında karşı konulamaz idi,” diye yazmıştı. Bazen erkeklerin beni hoş ya da seksi bulup bulmadığı konusunda endişelenmeyi bırakarak bu katıksız öfkeyi tekrar ortaya çıkarabilmeyi istiyorum. Beynimdeki bu alanı boşaltabilmek ne kadar da canlandırıcı olurdu.
Roberson kitabının karasevdanın acı ve coşkusunu anlattığı bir noktasında ilham perisi Roland Barthes’a referansla şöyle diyor: “Kendi zevki, aşkı onu toplumsal bir enkaz haline getirdi”. Bazen toplumsal bir enkaza dönüşmek, katı toplumsal kurallar yerine, kontrol edilemez gibi görünen bir güce göre kararlar almak kabul edilebilir bir durumdur. Fakat bazen de mantık ve strateji baskın gelir. Seksi yakın ya da uzak vadede bırakacağıma söz veremiyorum. Ama özel ve kamusal alandaki kadın düşmanlığının tekerrürüne karşı mücadele verirken, politik bekarların odaklanmış öfkesini kullanıyor olacağım.
* Ç.N. Özellikle ikinci dalga feminizminin yükselişte olduğu dönemde, erkeklerle herhangi bir ilişki içerisine girmemeyi savunan bir akım. Roxanna Dunbar ve Lisa Leghorn, zamanın radikal feministlerince saygı duyulan dergilerinde (No More Fun and Games) lezbiyen ilişkileri de bu kategoriye dahil etmiş, bu tür erotik ilişkilenmenin ‘kişisel bir çözüm’ olduğunu savunmuşlar. Bu yazıdaki bekarlık vurgusu, erkeklerle ilişkide olmamayı merkezine alıyor.
Bu yazıda bahsi geçen Second Wave Celibacy kavramını politik bekarlık olarak kullanıyoruz.
Çeviri: Cansu Bakar
Bu yazı 16.2.2019’da The New York Times’da yayınlandı.
Tamamiyle katılmadığım bir konu.Biz erkekleri dönüştürme,düzeltme gücüne zaten kendi doğamızda sahibiz.Fakat bunun farkında değiliz.Şahsi hayatımdan örnek verirsem erkek arkadaşım tüm ev işlerinde bana yardımcı.Dahası benden titiz ve güzel yemek yapıyor.Fakat o ilk değil,bana kadayıfa kadar pişiren sevgililerim oldu.Önemli olan ekonomik gücünüzü elde etmek.Siz bunu sağlarsanız ve karşınızdaki insanı seçerseniz,o zaten eşitlikçi paylaşımcı biri oluyor.İşin sırrı ”cici kız” mantığıyla ilk tanıştığınız geniş omuzluya eleyip tartmadan saplantıyla aşık olmamak.Bekareti verdiysem onun kölesiyim,ona aitim kafasında olmamak.Erkeklere layık oldukları değeri verirseniz hizaya gelirler.Bence biz kadınlar el ele verip iş yaşamındaki,eğitim yaşamındaki eşitsizliğe karşı mücadele etmek ”seks karşıtı”olmaktan mantıklı bir çözüm.Kaçıncı kuşaktan feminist olduğumu dahi bilmiyorum;üniversitede öğrenciyken Kadınların Tarihi,Fatmagül Berktay,Gülnur Acar Savran falan okumuştum.Konuya teorik düzeyde çok hakim olmasam da pratik düzeyde kendimce bulduğum çözümler gayet işe yarıyor.Evlendim boşandım,çocuğum yok,bunu politik bir tercihten önce aldatılmaktan ötürü gerçekleştirdim.Çok iyi kazanıyordu,kariyeri eğitimi süperdi,ve ben üniversite son sınıfta öğrenciydim,elimde meslek ve para yoktu.Gözümü kırpmadan onu dövüp kapının önüne attım.Tabi bana karşılığında el kaldırmayacak kadar yontulmuştu hayvan.İki defa nişan attım evlilikten sonra.Sonuncuyu aldattım,o yüzden ayrıldık.Tanınmış bir holdingin reklam müdürlüğünü yaptım mesleksiz bir dul olarak ayrıldığım nikahın ertesinde.İş yaşamında cinselliğimi katiyen kullanmadım.Cinsellik bence çıkarsız yaşandığın düzeyde orgazm getirir.Ve buna ev kadınlığı da dahildir.Paranızı gerekiyorsa pazarda tezgah açın,kendiniz kazanın.Benim hayatta amacım kendi şirketimi kurmak.Bence okuyun,sorgulayın en başta,taa ergenlikten başlayın buna.Evet erkeksiz olmuyor,olabilir diyen kendi cinsel tercihini dayatıyor derim,katiyen lezbiyen kadınları aşağılıyor değilim,ama ben heteroseksüelliği çözüm dayatmıyorsam olarak onlar da bana eşcinselliği dayatmasın;olmuyor dedik bu hayvan soyu olmadan,fakat terbiyesi de elimizde.Hiçbir şekilde çaresiz değiliz.Başkasıyla flört etti mi fiziksel olarak aldatın,ev işi yapmayın(kıçını kaldırıp kendi yapacak mecburen),dövdü mü el mi kaldırdı atın kapının önüne.Ben de biliyorum çözümüm kentli emekçi ve memur kadından öteye gitmez.O yüzden ekonominin çarkları ele geçirmektir işin özü.Yırtık olun,diploma yok mu,gidin manikürcü,temizlik elemanı yada fabrikada işçi olun kocanız ne kadar kazanırsa kazansın.
Hayvan soyu gibi bir cümle anlatmaya çalıştıklarının altında bir saatli bombaya dönüşmüş. Yazık ki yazdıklarının tümü toz dumana karıştı.